Mojust Vakfı: İnterpol,Türkiye'nin sınır aşırı karakoluna dönüştü 2021-03-25 09:44:32 CENEVRE - Interpol’ün, Türk devletinin “sınırları dışına uzanan bir karakolu” haline geldiğini belirten Uluslararası Mezopotamya Adalet Gözlem Vakfı yetkilileri, çalışma biçiminin şeffaf olmamasının da Türkiye’nin bu mekanizmayı suiistimal etmesinde etkili olduğunu vurguladı.    Türkiye’de iktidar muhalifi kesimlere yönelik baskılar son yıllarda Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol) eliyle Avrupa ülkelerine de taşınmış durumda. Türkiye’nin talebi doğrultusunda Interpol tarafından devreye konulan uluslararası arama kararları, Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan başta Kürtler olmak üzere tüm muhalif kesimleri yönelik tehdide dönüşmüş durumda. Tam sayı bilinmemekle birlikte onlarca muhalif insanın Türkiye’nin talebi doğrultusunda Avrupa’nın farklı ülkelerinde Interpol tarafından gözaltına alınıp, Türkiye’ye iade edildiği biliniyor. Türkiye’ye iade edilen bu kişileri ise uzun yılları bulan hapis cezası bekliyor.   Uluslararası Mezopotamya Adalet Gözlem Vakfı (Mezopotamia Observatory of Justice- MOJUST) yetkililerine göre, Interpol bugün adeta “Türk devletinin sınırları dışına uzanan bir karakolu” haline gelmiş durumda. Vakıf yetkilileri, Interpol’ün çalışma biçiminin şeffaf olmamasının da Türkiye’nin bu mekanizmayı suiistimal etmesinde etkili olduğu görüşünde.    Merkezi Cenevre’de bulunan ve uluslararası hukuk alanında çalışmalar yürüten MOJUST Vakfı, şu ana kadar politik düşüncelerinden dolayı Avrupa veya dünyanın farklı ülkelerinde yaşamak zorunda olup, Türkiye’nin talebi doğrultusunda Interpol’ün kırmızı bülteni ile aranan çok sayıda kişiyi arama listelerinden çıkardı. Bu alanda etkili çalışma yürüten ender kurumlardan biri olan MOJUST, aynı zamanda Interpol’ün daha şeffaf bir çalışma yapması için de çalışmalar yapıyor.    Türkiye’nin kendi sınırları dışına taşıdığı baskı mekanizmasının etkisizleştirilmesinin etkili bir hukuk mücadelesi ile mümkün olduğu ifade eden MOJUST Vakfı Başkanı Avukat Hüsnü Yılmaz ve Hukuk Departmanından Dr. Deniz Arbet Nejbir, Türkiye’nin Interpol’ü farklı birçok yöntemle manipüle ettiğini ve ülke içinde muhalif kesimlere yönelik uyguladığı “Düşman hukuku”nu Interpol gibi uluslararası mekanizmaları kullanarak kendi sınırları dışında da uygulamaya çalıştığını ifade etti.   Bu noktada verilecek etkili bir hukuksal mücadelenin daha özgürlükçü ve demokratik alanların açılmasına katkı sunacağı görüşündeki Hüsnü Yılmaz ve Arbet Nejbir ile Interpol’ün çalışma biçimi ve Türkiye’nin bu mekanizmayı nasıl kullandığını konuştuk.      İnterpol nedir ve nasıl çalışır?    Dr. Deniz Arbet Nejbir: İnterpol, Uluslararası Kriminal Polis Organizasyonu. Hükümetler arası bir organizasyon olup, şu ana kadar 194 ülke üyesi bulunmaktadır. Üye ülkelerin polis birimleri arasında bilgi alışverişini sağlayan İnterpol, aynı zamanda söz konusu üye ülkelerin polislerine teknik yardımda da bulunuyor. Merkez bürosu Fransa’da olsa da her ülkede İnterpol’ün Ulusal Merkez Bürosu (UMB) mevcut.  Bu bürolarda söz konusu ülkelerin ilgili bakanlığı ile irtibatlı bir biçimde çalışan ulusal polisler var. Üye ülke polisleri her an Interpol sistemine girip kişilerin pasaport bilgileri, parmak izi gibi kayıtlarına ulaşabiliyor. İnterpol üç alanda üye devletler için bilgi, destek ve bilirkişi işlevi görüyor: terör, siber suçlar ve organize suçlar.   Tabii hatırlatmakta fayda var; Interpol üye ülkelerin aidatları ile finanse ediliyor. Miktar ülkelerin ekonomik büyüklüğüne göre belirleniyor. Fakat “isteğe bağlı” olarak devletler ek yardım (para ya da personel) yapabiliyor. 2019’da 139 milyon avroluk bir bütçeden bahsediliyor, bunun 59 milyonu aidatlardan, 80 milyonu ‘gönüllü’ katkılardan oluşuyor. Bu miktarların nereden geldiği ve Interpol mekanizmasındaki işleyişe nasıl etki ettiği mercek altına alınırsa sanırım Interpol’ün hangi devletlerin önceliklerine göre hareket ettiğini anlamamıza yardımcı olur.   Interpol arama listeleri neye göre oluşturuluyor? Kişilerin İnterpol’ün aranan listesine eklenmesinde nasıl bir prosedür işliyor?    UMB’ler kendi ülkelerinin hukukuna göre her türlü polisiye bir meselede Interpol ile mesajlaşıp, bildirimde bulunabiliyorlar. Cezası olan, hakkında ceza davası açılmış ya da aranan vatandaşları hakkında kırmızı bülten çıkarabiliyorlar.    Hüsnü Yılmaz: Öncelikle şunu belirtmeliyim. Interpol kendini bağımsız bir teşkilat olarak sunuyor, bu şekilde değerlendiriyor. UMB’ler bulundukları ülke yasaları çerçevesinde çalışıyorlar. İki ülke arasında diplomatik kriz dahi olsa Interpol mekanizması bundan etkilenmiyor, en azından bu şekilde durum tarif ediliyor.    Sorunuza kırmızı bülten üzerinden cevap vereyim isterseniz. Belli bir yeknesaklaştırma (üniformizasyon) sağlamak için Interpol UMB’lere formlar (formülerler) hazırlayıp iletiyor. UMB’ler bu formlar aracılığıyla Interpol merkezine cezası olan veya aranan birinin tutuklanması, gözaltına alınması ya da seyahat engeli getirilmesi, talebi yapıyorlar. Belli durumlarda UMB’ler bir kişinin lokalize edilmesi, hakkında bilgi verilmesi, örneğin var olan bir ceza davası hakkında bilgi verme ya da alma ya da bir kişinin kimliğinin tespit edilmesini isteyebiliyor. Diğer bir durum da suç (kriminel) faaliyetlerin ve bunlara katılanların bildirimi.   Bu noktada iki önemli husus var. Aktarımların Interpol tüzüğüne uygun olması şartı ve kişinin vatandaşı olduğu ülkenin UMB’sinin rıza göstermesi. Şöyle ki; A kişisi Türkiye’de siyasetle ilgileniyor ve muhaliftir diye kırmızı bülten çıkaramazsınız. Zira Interpol politik, dini, etnik ve askeri karakterli konulara müdahale etmeyi ya da dahil edilmeyi tüzüğü gereği kabul etmiyor. Aynı şekilde UMB Türkiye şubesi, Almanya’da “şu siyasetçi benim güvenliğimi tehdit ediyor” diye bildirimde bulunursa, UMB Almanya şubesinin rızası olmadan herhangi bir kırmızı bülten çıkarttıramaz. Zira UMB’ler kendi ülke hukukuna tabidir ve UMB Türkiye şubesi kendi suç saydığı bir meseleyi, eğer bu aynı zamanda Almanya’da da suç kabul edilmiyorsa, herhangi bir Alman vatandaşına karşı kullanamaz. Burada da ülkeler arası hukuk anlayışları ve ülkelerin Interpol mekanizmasındaki güçleri ve varlıkları önem kazanıyor.   Bu noktada tekrar sorunuza dönecek olursak, UMB’ler kendi ülkelerinin hukukuna göre her türlü polisiye bir meselede Interpol ile mesajlaşıp, bildirimde bulunabiliyorlar. Cezası olan, hakkında ceza davası açılmış ya da aranan vatandaşları hakkında kırmızı bülten çıkarabiliyorlar.    Bu konuda UMB’lerden beklenen Interpol tüzüğüne uygun davranmaları, yani askeri, dini, etnik ve politik bir amaç gütmemeleri, Interpol’ü buna alet etmemeleri. Fakat bu konuda Interpol’ün herhangi bir ülkenin kendi vatandaşları ile ilgili bildirimlerini ön kontrole tabi tuttuğu bir mekanizması yok. Bu eksiklik belli ülkelerin Interpol mekanizmasını kendi politik amaçları için kullanmasına yol açıyor. Bu noktada Interpol aldığı kararları kendi internet sayfasında yayınlaması şeffaflık açısından olumlu olur. Ayrıca Interpol içtihatları kamu ile paylaşılmış olur ve bu konudaki hukuki mücadeleye de yardımcı olur.   Hangi ülkeler Interpol mekanizmasını daha sıklıkla kullanıyor? Bir profil çıkarmak mümkün mü?    Türkiye gibi ırkçı ve totaliter olan devletler, yurt dışındaki demokratik muhalefeti boğmak, onları gittikleri ülkeye hapsetmek için Interpol’ü manipüle ediyor.   Dr. Deniz Arbet Nejbir: Genel olarak 194 ülke bu kanalı kullanıyor şu an itibari ile. Mesele kimin başvurduğu ya da ne kadar başvurduğu değil, neden başvurduğu. Zira Interpol’e İsviçre’den bir bildirim gelirse ve konu internet üzeri Singapur merkezli bir dolandırıcılık ise burada bir sorun yok. Aynı şekilde adli bir konuda dava açılmışsa örneğin; Yunanistan’da dolandırıcılık, hırsızlık, gasp, adam yaralama, öldürme… Bu konuda da Interpol mekanizmasına başvurmakta da hiçbir sorun yok. Eğer kişi yurt dışına kaçmışsa ya da böyle bir şüphe varsa tabii. Örneğin; İsviçre pek çok uyuşturucu davasında hapis cezası almış ve yargılama sürecinde yurtdışına kaçan birisiyle ilgili Interpol’de kırmızı bülten çıkartabiliyor.    Dediğim gibi başvuru konusunda mesele içeriğinin ne olduğu. Bu noktada Türkiye’yi ele alırsak şayet karşımıza kuruluşundan itibaren uyguladığı politikalarla ırkçı ve totaliter bir devlet profili çıkıyor. Böylesi ırkçı ve totaliter olan devletler, yurt dışındaki demokratik muhalefeti boğmak, onları gittikleri ülkeye hapsetmek için Interpol’ü manipüle ediyor.     Tam da bu noktada Türkiye’nin Interpol mekanizmasını sıklıkla kullandığını görüyoruz. Hatta yakın zamanda Türkiye’nin 50’ye yakın isimle ilgili uluslararası arama talebi “siyasi” denilerek askıya alınmıştı Interpol tarafından. Türkiye’nin Interpol mekanizmasını kullanma biçimini nasıl yorumluyorsunuz?   Hüsnü Yılmaz: Türkiye’nin bir asırlık tarihine baktığımızda insanlığa karşı işlenmiş suçlarla dolu olduğunu görürüz. Karşımızda kuruluşundan günümüze ırkçı ve faşist karaktere sahip, bir asırdan uzun bir süredir ulus-devlet olma çabasında olup ama hiçbir zaman ulus-devlet olamamış bir yapı var. Türkiye’de siyasal muhalefete aslında bir istisna yasası olan Terörle Mücadele Yasası -ki buna Demokratik Muhalefete Devlet Terörü Yasası demek daha yerinde olur - ile saldırılmakta, insanlar tutuklanıp psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Bu noktada İnterpol, Türkiye için baskı mekanizmasının ülke sınırlarının dışına taşırılması rolünü oynamaktadır.    Türkiye’de ırkçı ve tiranik olarak nitelendirebileceğimiz devlet cenderesinden geçtikten sonra kendini ülke dışına atabilmiş kişiler hakkında tamamen politik olduğu aşikâr cezalar verilip ya da davalar açılarak İnterpol’de kırmızı bülten çıkarılmaktadır.   Burada birçok amaç var; birincisi demokratik muhalefet yapan bireyleri suçlu göstermek, kriminalize etmek ve sığındıkları ülkelerde bu insanların tehlikeli olduğu imajını yaratmak.     Örneğin; bir müvekkilim Almanya’da helikopter eşliğinde yürütülen bir operasyonla aracından özel bir birlik tarafından gözaltına alındı. Neden böylesi bir gözaltı işlemi? diye sorunca Türkiye Cumhuriyeti “silahlı olabilir ve tehlikelidir” diye kırmızı bültene not düşmüş. Aynı müvekkil ile konuşan Alman Özel Birlik mensubu, bir mola esnasında çıkıp bu kişiden özür diliyor. Savcılık bu kişiyi 10 günden kısa bir zaman içeresinde serbest bıraktı ve yetkili mahkeme Türkiye’den gelen iade talebini işleme dahi koymadı.    İkincisi; T.C. açısından bu kişilerin seyahat özgürlüğüne müdahale söz konusu. Zira bu insanlar belirli bir politik bilince sahip. Enternasyonal bir mücadeleyi esas aldıklarını ifade eden ve buna hareket eden insanlar. Bu nedenle gittikleri ülkelerde ve imkanları el verdiği ölçüde dünyanın farklı ülkelerindeki hak ve özgürlükler için yapılan eylem ve etkinliklere katılmaktadırlar. Bu noktada İnterpol, bu insanlar üzerinde Demokles’in kılıcı gibi tepeden, keyfi bir şekilde uluslararası bir mekanizma suiistimal edilerek sallandırılıyor.    Bir diğer nokta ise T.C.’nin geleneksel olarak muhaliflere insani ve demokratik değerleri savunanlara olan kini ve nefreti var. Bununda sebebi korkudur diyebiliriz. T.C. dış politikasında da iç politikasında olduğu gibi tarihi korkularına mahkûm agresif bir devlet.    Türkiye’nin Interpol’ü bu denli aktif bir biçimde kullanması, aynı zamanda aranan kişilere bulundukları ülkelerde Interpol mekanizması üzerinden dolaylı bir baskı oluşturmak şeklinde yorumlanabilir mi?   Dr. Deniz Arbet Nejbir: Evet. Biliyorsunuz 11 Eylül olayları sonrası “terör” tanımı genişletildi. Türk devleti de kendi anti-hukuk ya da düşman hukuku temeline dayanan anlayışını ve pratiklerini kendi egemen ulusal hukukunun birer tezahürü olarak sunmakta ve Avrupa devletlerine kendi mantığını, kendi baskı mekanizmalarını kabul ettirme arayışında. Yakın zamanda yayınlanan SETA raporlarını buna örnek verilebiliriz. Zira farklı muhalif gazetelerden kopyalanmış fotoğraf ve haberler ile Avrupa ülkelerinin periyodik olarak yayınladıkları polis faaliyet raporlarından alıntılarla yola çıkılarak kendilerince bir ‘istihbarat’ çalışması yapmışlar. Tamamen gerçek dışı, yalan, iftira ve yanlış bilgiler ile insanlar suçlamış ve hedef gösterilmiş. Ama geri planda Avrupa ülkelerine verilen mesaj şu; “Bakın sınırlarınızda ne tür örgütlü ve tehlikeli faaliyetler var”. Böylece Avrupa’da bulundukları ülkelerin yasaları çerçevesinde kurulmuş sivil toplum kuruluşları ve/veya çalışmaları, bu tür raporlar ile farklı bir biçimde yansıtılmaya çalışılmaktadır. İşte tam da bu noktada İnterpol, Türkiye’nin kendi antidemokratik istisna yasalarını, düşman hukukunu muhalif kesimleri kendi sınırları dışında da suçlu, kriminal olarak sunmak ve yaşam alanlarını daraltmak için bir araç olarak kullanılıyor.     Yakın zamanda Norveç ve diğer bazı ülkeler, Türkiye tarafından arandığı için bazı muhalifleri, özellikle de Kürt siyasetçileri tutuklayarak Türkiye’ye iade etti. Söz konusu ülkeler hak ihlali eleştirilerine Interpol’ü adres göstererek yanıt vermeyi tercih etti. Sizin yorumunuz nedir?      Avrupa’da mülteci statüsü hakkını kazanan müvekkillerimiz adına başvurduğumuz dosyalarda, Türkiye’nin bu insanların kırmızı bültenden çıkarılmaması için çeşitli taktikler geliştirerek bu süreci uzattığını gördük.    Hüsnü Yılmaz: Bu konuda öncelikle demokrasi ve insan haklarına bağlı her bireyin, başta da hukukçuların özeleştiri vermesi gerekiyor. Zira bu durum hukuki mücadelede ne kadar eksik olduğumuzu göstermektedir. Eğer ırkçı ve totaliter bir devlete, Norveç gibi bir ülkeden muhalif birisi iade edilebiliyorsa bu Türk devletinin demokratik mücadeleye bir darbesi ve diğer devletlerin hukuk sistemlerine kendi baskıcı, gerici anti-hukukunu dayatması ve kabul ettirmesi anlamına gelir. Bu durum aslında genel anlamıyla iki ülkede insan hakları mücadelesi açısından bir yenilgidir. Norveç açısından ayrıca kendi kısmi demokrasisine vurulan bir darbedir.   Bu ülkelerin Interpol mazeretine gelince kırmızı bülten ile aranan birini gözaltına alınca ilk işlem genelde tekrar Interpol’e durumu sormak oluyor. Ama bu noktada bir tuhaflık var. Zira bazı durumlarda kırmızı bülten ile aranan insanlar bir iki saat ya da birkaç gün tutulup serbest bırakılıyor iken, bazen de iade işlemi yani sınır dışı etme işlemi başlıyor. Maalesef iade davalarında genel prensip tutukluluk hali. Avrupa İade Sözleşmesi de bu prensibe dayanıyor.    Tutukluluk durumu ile bu kararı çıkartan ülkeye kısa bir süre verilir. Örneğin; İsviçre’de bu süre 14 gündür. Eğer bu süreç içerisinde söz konusu kişinin tutuklanmasını talep eden ülke resmi olarak iade başvurusunda bulunursa dosya açılır, aksi taktirde kişi serbest bırakılır.    Türk devleti baskı mekanizmasını diri tutmak ve kendisi ile çelişmemek adına neredeyse istisnasız bir şekilde resmi başvuru yapıyor. İade davası açılınca bu süreç bir yıla kadar uzayabiliyor. Burada önemli olan nokta ilk kararın çoğunlukla hukuki bir merciden değil, siyasi bir merkezden çıkıyor olması. Mesela İsviçre’de iade başvurusunun yapıldığı, soruşturulduğu ve ilk kararın alındığı mercii Adalet Bakanlığı’dır. Yani tamamen hükümetin emrinde olan bir mercii. Buradan çıkan karara itiraz ise mahkemeye yapılıyor. Fakat iade talebinin işleme konulması ve ilk kararın nasıl olacağı Adalet Bakanlığı’nın kimlerin kontrolünde olduğuna bağlı. Örneğin; İsviçre’de Christophe Blocher gibi sağcı bir politikacının -ki kendisi Türk devletine Lozan Antlaşmasının masasını hediye eden birisidir- emrindeki Adalet Bakanlığından çıkacak karar, başka bir sol iktidarınkinden çok farklı olabiliyor. Burada konjonktürler ve karşılıklı çıkarlar da önemli rol oynuyor tabii.   Bu konuda devletlerin mazeretleri tabi ki kabul edilemez. Mazeretler yerine uluslararası insan hakları normlarının uygulanır olması için siyasi aktörler ve sivil toplum örgütleri ile yakın ilişkiler kurmak önemli.    Hukuki olarak İltica Yasasını çok iyi kullanmak gerekiyor. Zira iade taleplerinin önündeki en önemli engel kişinin siyasi mülteci statüsü almasıdır. Bu statü Türk devletinin, adli vakalar hariç iade talebinin önünü kapatır. BM’nin 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesinde bu durum bizzat belirtiliyor ve Avrupa devletlerinin iç hukuku da buna göre düzenlenmiş. Interpol 2014’te mülteci statüsü hakkını elde etmiş insanları kırmızı bültene almayacağını ve eğer kendilerine başvuru yapılırsa, başvurucunun listeden çıkarabileceğini beyan etti. Fakat bu süreç çok fazla etkili işlemiyor. Zira müvekkillerimizin davalarından edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki İnterpol bu beyana bağlı olmakta zorlanıyor. Avrupa’da mülteci statüsü hakkını kazanan müvekkillerimiz adına başvurduğumuz dosyalarda, Türkiye’nin bu insanların kırmızı bültenden çıkarılmaması için çeşitli taktikler geliştirerek bu süreci uzattığını gördük.  Mesela Interpol’e müvekkilimizin dava dosyasını göndereceğini ve bunun için 6 aylık bir zaman dilimine ihtiyacı olduğunu bildiriyor. Böylesi durumlarda Interpol en az 6 ay boyunca mülteci konumunda olan kişiyi yasaya rağmen hala listesinde tutuyor.    Başka durumlarda UMB kişinin herhangi bir kaydı olup olmadığı sorusuna blokaj isteyerek mülteci statüsü olan müvekkillerimizin yasadan yararlanmasını engellemeye çalışıyor. Blokaj talebi ile Türkiye Interpol’e söz konusu kişi için bilgi vermiyor. Bu tür durumlarda davaları Interpol’ün üst kurulana götürmede ısrar ediyoruz. Şu ana kadar bunu 10 davada başardık. Bu davaların hepsinde Türkiye’nin hem Interpol hukukunu hem de müvekkilimizin en temel insan haklarının çiğnediğini belgeleri ile ortaya koyup, müvekkillerimizi Interpol’ün Üst Kurul kararı ile listeden çıkarmayı başardık.   Son olarak mülteci olmayanlar için de İnterpol’e yapılan bildirimlerin politik amaçlı ve politik hedefleri temel aldığını ispatlamak kırmızı bültenin kaldırılmasına yol açabilir. Zira hem İnterpol mekanizmasında hem de iade dosyalarında temel olan yapılan devlet başvurularının politik amaç gütmemesidir.     Interpol’ün çalışma ve karar alma biçimi, özellikle şeffaflık konusunda zaman zaman eleştiriliyor. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?        kırmızı bültenler ön bir inceleme olmadan hazırlanmamalı ve yayınlanmamalı, özellikle bunu isteyen Türk devleti gibi kendi halkına dininden, siyasi düşüncesinden, milliyetinden dolayı düşman, muhalif ve azınlıklarına karşı soykırımcı, suçlu bir devlet olduğu sürece   Dr. Deniz Arbet Nejbir: Interpol maalesef şeffaf bir kurum değil. Tam bir Rus bebeği Matruşka gibi. Zira her dosyada, her talepte yeni bir şey öğreniyoruz. “Bu nedir?” diye sorunca muammalı cevaplar alıyoruz. Bir başka cevapta muamma kısmen kalkıyor, ama yerini bir başka muamma alıyor.   Bunlara rağmen Interpol, Türk devletinin var olan sistemi suiistimal ettiği, kendi politik amaçları doğrultusunda kullandığının farkında aslında. Zira şu ana kadar vakfımız Mezopotamya Adalet Gözlemevi, yaklaşık 100 başvuru yaptı ve bunların yüzde 90’ında olumlu sonuç aldık. Yüzde onluk kalan başvurular ya devam ediyor ya da UMB blokajına uğramış durumda. Bu engelleri aşmak mümkün ve aşıyoruz zamanla. Şu ana kadar Rojava’dan, Avrupa’nın pek çok şehrinden, hatta Japonya’dan müvekkillerimiz oldu.   Belirttiğim başvurularımızdaki pozitif tabloya rağmen bizler bu sonuçtan memnun değiliz. Neden derseniz, Interpol hala hesap vermiyor ve şeffaf davranmıyor. Mesela yukarıda bahsettiğim Alman Özel Birliği’nce gözaltına alınan kişinin kırmızı bülteni elimizde. İade dosyasına konuldu. Fakat Interpol bugün itibariyle ‘bende kaydı yok’ diyor. Peki “Bu kırmızı bültene bakın ve ne zaman, kimin başvurusuyla ve neden kaldırdınız?” diye sorunca tek söyleyebildikleri: “Bu konuda başka bilgi veremeyiz”.   Bahsettiğim 100 yakın başvurunun belki otuzunda bu durum söz konusu. Buna rağmen başvurularda, özellikle kişi mülteci statüsü almışsa kırmızı bültenler biz başvurunca siliniyor. En azından bu insanlar seyahat özgürlüklerine kavuşuyorlar. Fakat biz ısrarla aynı soruyu sormaya devam ediyoruz, zira Interpol bu konuda şeffaf davranmak zorunda ve Türk devletinin bu türden, kendisini alet ettiği sindirme politikası ile yüzleşmesi gerekiyor. Kanımızca kırmızı bültenler ön bir inceleme olmadan hazırlanmamalı ve yayınlanmamalı, özellikle bunu isteyen Türk devleti gibi kendi halkına dininden, siyasi düşüncesinden, milliyetinden dolayı düşman, muhalif ve azınlıklarına karşı soykırımcı, suçlu bir devlet olduğu sürece.   Interpol ile ilgili diğer bir sorun ise şu: Türkiye’deki Ulusal Merkez Büro bazı dosyalarda blokaj hakkını kullanıyor. Bu durumlarda yetkili olan Interpol’ün Kontrol Komisyonu başvurularımızı belli dosyalarda ciddiye aldı ve bizim talebimiz ile bu blokaj konusunu tartışıyor. Verdiğimiz bilgiler ışığında çok iyi kararlar elde ettik şu ana kadar. Hem blokaj hem de kırmızı bülten kalktı.    Ama Interpol’ün Kontrol Komisyonu’nu benzer davalarda, ki 100 davadan birkaçı şu anda bu durumda, belirtmediği gerekçelerden ötürü blokajın nedenlerini incelemiyor. Defalarca yazıyoruz ve şu ana kadar tek aldığımız cevap: “Başka bilgi veremeyiz. UMB üzerinde yaptırım hakkımız yok. Türkiye’ye bu konu ile ilgili başvurabilirsiniz”.    Bizim ısrarımız devam ediyor ve yeniden yeni bilgiler ışığında tekrar başvuruyor ve blokajın da politik nedenlerden olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Ocak sonunda böylesi bir davamız bir yıllık bir ısrar ve hukuki mücadeleden sonra Komisyon’da görüldü ve başvurumuzun kabul edileceğine inancımız tam. Gerekçeli karar birkaç aya elimizde olur sanırım.   Son olarak beş davada Interpol, “Bende bu kişiler hakkında kayıt yok” dedi ama verdiği bu cevabı teyit eden ıslak imzalı ve mühürlü belgeyi bize yollamadı. Yaptığımız itirazlara son olarak “Her başvuruda vermek zorunda değilim” yanıtını verdi. Gülünç bir durum maalesef, zira Interpol gibi bir kurumun “Bende kaydı yok. Ama ispatını belge ile teyit etmem” demesi hukuki hiçbir mantığa sığmaz. Bu dosyalardaki ısrarlarımız sonuç verdi ve gerekli belgeleri ıslak imzalı ve mühürlü haliyle alıp, ilgili başvurucularımıza ilettik.    Biraz da Vakfınızın çalışmalarından konuşursak şayet, neler yapıyor vakfınız? Biraz Mezopotamya İnsan Hakları Gözlem Vakfı’nı anlatabilir misiniz?    Dr. Deniz Arbet Nejbir: Uluslararası insan hakları hukuku, Uluslararası Ceza Hukuku ve insancıl hukuk, savaş hukuku üzerine çalışıyoruz. Şuan itibariyle daha çok Ortadoğu üzerinde ve daha çok da Kürdistan ve Kürdistan’daki yaşanan hak ihlallerine yoğunlaştık. Sadece gönüllü bir temelde kendi imkanlarımızı seferber ederek başladık bu çalışmaya. Ümidimiz ilerde Ortadoğu’daki halklara uluslararası hukuk mekanizmaları konusunda belli kapıları aralamak, başvurular yapmak ve insancıl hukuk normlarının kabulü için mücadele etmek. Zira bu konular şu ana kadar çok işlenmedi ve verilen mücadeleler bunların eksikliğini yaşadığı gibi, bu eksiklikten kaynaklı ciddi darbeler alıyorlar. Interpol mekanizması da bu çalışmaların bir parçası. Kadromuzun hem akademik hem de avukatlardan oluşması avantajlarını kullanarak çok önemli sonuçlar aldık. Şu an Interpol hukuku ve Interpol kırmızı bülteninde yer alan insanları bu listeden çıkarma konusunda dünyadaki ender kurumlardan birisiyiz.    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler, İnterpol gibi uluslararası mekanizmaların daha aktif kullanılması konusunda çalışmalar yapıyoruz. Özellikle az önce de söylediğim gibi uluslararası hukuk ve ilgili mekanizmaların etkili kullanılması konusunda eğitim seminerleri düzenliyor ve aynı zamanda yaşanan hak ihlallerini bu mekanizmalara taşıyoruz. Bu noktada kişi veya kurumlar vakfımıza başvurduğunda yaşadıkları hak ihlalleri ile ilgili bu mekanizmalara başvuruyoruz. Bu nedenle nerede olursa olsun ya da hangi dili konuşuyorsa konuşsun haklarının ihlal edildiğini düşünen kim varsa bize internet sitemizde (mojust.org) bulunan iletişim adresleri aracılığıyla ulaşabilir. İsteyen Kürtçe, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca veya diğer Avrupa dillerinin yanı sıra farklı birçok Ortadoğu dillerinden bizimle iletişime geçebilir.   Tabii sadece hukuk danışmanlığı ya da pratik hukuk prosedürler ile sınırlı değil çalışmalarımız. Mevcut uluslararası hukuk, insancıl hukuk, savaş hukuku vs. gibi alanların daha nasıl etkili, kapsayıcı ve sonuç alıcı olacağı yurttaşların bundan daha nasıl etkili bir biçimden faydalanabileceği mekanizmaların geliştirilmesi konusunda da farklı akademik, sosyolojik çalışmalar da yapıyoruz. Yani bir nevi mevcut hukuk sisteminin gelişimi ve kapsayıcılığı konusunda da aktif çalışmalar yapıyoruz.     MA / Rüştü Demirkaya