Av. Akipa: ‘Jin jiyan azadî’ sistemde derin çatlaklar yarattı

  • kadın
  • 09:12 10 Aralık 2022
  • |
img
AMED - Kürt kadın kurum ve temsilcilerine yönelik baskının arkasında iktidarın korkusu olduğunu belirten Av. Suzan Akipa, “Jin, jiyan, azadî felsefesi sistemde en derin çatlakları yaratmış durumda” dedi. 
 
AKP iktidarının kadın mücadelesine yönelik saldırıları sürerken, kadın hakları alanında çalışma yürüten aktivistler de hedef haline getiriliyor. Kadın kırımı, tecavüz ve çocuk istismarına karşı failleri cezasız bırakan erkek yargı, diğer yandan bu suçlara karşı mücadele eden, söz ve eylem üreten kadınları kıskaca almış durumda. Son olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve haklarında gözaltı kararı çıkartılan 50 kadından Figen Aras, Figen Ekti, Mekiye Ormancı, Didar Çeşme, Bedia Akkaya, Hatice Güngör, Hülya Kınağu ve Gülistan Dehşet tutuklanırken, 13 kadın hakkında da ev hapsi verilerek sokak mücadelesinden uzak tutulmak istendi. 
 
Jineolojî Dergisi Yayın Kurulu Üyesi ve Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Amed Şube Yöneticisi avukat Suzan Akipa, Kürt kadın mücadelesi yürütenlere yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonlarına ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı. 
 
Avukat Suzan Akipa
 
 Kürt kadınlarının sosyal, siyasal ve kültürel faaliyet alanları uzunca bir süredir siyasi, idari ve yargı kıskacına alınmış görünüyor. Gözaltı, tutuklama ve baskılarda özelikle bazı kadınlar hedef seçilmiş gibi. Örneğin, Ayşe Gökkan, Figen Aras gibi kadınlar sürekli aynı uygulamalarla karşı karşıya. Neden aynı kişiler sürekli hedef alınıyor? 
 
Mevcut sömürgeci faşist sistemde, deneyimlediğimiz ve gördüğümüz üzere aynı isimler defalarca ısrarla uzun yıllara varan sürelerde sürekli yargı eliyle susturulmaya, cezalandırılmaya çalışılıyor. Fakat en nihayetinde varlık olarak bütün kadınların bu sistemin ve yargının hedefinde olduğunu ve potansiyel hedef olduğunu görebiliyoruz. Şunu belirtmek gerekiyor, bugün Kürt kadınları sadece cins mücadelesi yürütmüyor. Cins mücadelesini aşan bir yerde mücadelelerini büyütüyorlar. Bugün kadınlar kültürel, sosyal, ekonomik, ekoloji, parlamento, hukuk ve diğer bütün alanlarda aslında kadın rengini, Kürt kadın kimliğini yansıtmaya çalışıyorlar. Başta Kürt kadınları olmak üzere kadınların diğer bütün alanlardaki mücadeleleri ve sözleri büyüdükçe egemenler tarafından hedef haline getirildiğini görebiliyoruz. Bugün kadınlar ekonomiyi örgütledikleri için ekonomi alanına ve kadın kimliğine karşı bir saldırı hali var. Yine aynı şekilde kadın gazeteciler de hakikate ulaşma ama aynı zamanda hakikati özgür bir perspektifle inşa etme, topluma, kadınlara, haklara ulaştırma noktasında ciddi emek sarf ediyorlar. Ciddi bir irade de gösteriyorlar. Bugün Kürt kadın gazeteciler üzerindeki baskılar da yine parlamento da ki kadın vekillere, kadın hukukçulara veya kadın siyasetçilerden bağımsız bir saldırı hali değil.
 
Ayşe Gökkan, Figen Aras veya Nagihan Akarsel gibi isimlerin neden özellikle hedef haline gelmesi meselesi önemli. Ayşe Gökkan, önceki dönem TJA’nın Dönem Sözcülüğünü yapıyordu. Aslında siyasi iktidar hem yargı eliyle hem de diğer bütün gayrimeşru araçlarıyla bu yandaş medyası, yargısı veya bütün tecavüzcü erkekler eliyle ya da bakanlıklar, müdürlükler eliyle de olabilir. Bütün kadınlar zaten sistemin hedefine oturtulmuş ve kriminalize edilmiş durumda. Ama bazı isimler özellikle hedef alınıyor. Ayşe’nin kurucu öznesi ve temsiliyet gücü bu anlamda önemlidir. Ayşe Gökkan’a verilen ceza en nihayetinde kadın örgütüne verilen cezadır. Bizler de bu şekilde okuyoruz. Bugün ‘Ayşe benim irademdir’ diyen herkes Ayşe’ye verilen cezayı kendine verilmiş bir ceza olarak görüyor ve mücadelesini sahiplenmek için çok ciddi irade gösteriyor. Ya da Figen Aras, bugün kadınların bir hafızasıdır. Bu şiddet yönelimi, yargı ve cezalandırma pratiği aslında bu hafızaya yönelmiş bir şiddet olarak görülebilir. Bu anlamıyla sahiplenmek, hem irademizi hem de hafızamızı sahiplenmektir.
 
Bu yönlü özel bir çaba mı var? 
 
Evet, iktidar bilerek ve isteyerek kadın kurumlarının örgütlü gücünü, kadın iradesini, kimliğini yani kadına dair ne varsa kendi açısından bir hedef haline getirmiş durumda. Çünkü kadınlar aynı zamanda bir varlık olarak şiddetle karşı karşıya. Kadınların mücadelesi de bu yönlü sadece salt klasik bir eşitlik mücadelesinin ötesinde varlık mücadelesi de yürütüyorlar diyebiliriz. 
 
 
Gözaltı ve tutuklama gerekçeleri ne kadar tutarlı ya da ileri sürülen “suçlamaları” nasıl yorumluyorsunuz? 
 
 
Karşımızda kadınların örgütlü gücünü hapsetmeye yeminli ve ne yolla olursa olsun bu kadınları gerekçesiz susturmaya çalışan bir sistem var.
 
Gözaltı ve tutuklama gerekçeleri var mıdır? Bunu da sorgulamak gerekiyor. Karşımızda kadınların örgütlü gücünü hapsetmeye yeminli ve ne yolla olursa olsun bu kadınları gerekçesiz susturmaya çalışan bir sistem var. Kendilerince uydurmuş oldukları bazı gerekçeler tabii ki dosyalarda var. İftiracı tanıkların beyanları gibi tamamen yalan, iftira niteliğinde benzer soyut ifadeler üzerinden kadın müvekkillerimiz ve yoldaşlarımızın tutuklandığını görüyoruz. Temel olarak kadınların gençlerin ve aslında yargının hedefinde olan tek tek bütün bireylerin dosyalarına baktığımız zaman kadınların ifade ve örgütlenme özgürlüğünün engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Her ne kadar uygulanmasa da iç hukukta kanunlarla, yönetmeliklerle, tüzüklerle, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan bütün demokratik haklarını kullanan kadınların bu haklarının kriminalize edildiğini ve bir suç delili olarak değerlendirildiğini ve kendileri açısından da bir cezalandırma pratiğine dönüştüğünü görebiliyoruz. 
 
Kadın katilleri, tecavüz sanıkları ve istismar suçluları işleyen ve suçları sabit olmasına rağmen çok kısa sürede serbest kalıyor veya hiç tutuklanmıyor. Ancak bu tür suçlara karşı mücadele veren kadınlar ağır ceza ve baskılarla karşı karşıya. Bu politikanın ve yargı pratiğinin arkasındaki fikriyat nedir? 
 
Sadece 21’inci yüzyıl açısından değil, insanların geldiği bugün itibariyle 5 bin yıldan fazla bir sistem gerçeğiyle karşı karşıyayız. Biz zaten bu sistemi tecavüzcü, doğa talancı, çocuk istismarcı ve faşist sistem olarak tanımlıyoruz. Haliyle kendi varlık gerekçesi tecavüzden, savaştan, kaostan beslenen bir sistem var. Dolayısıyla tecavüz ve istismar faillerini yargılaması demek kendini yargılaması ve kendi varlık gerekçesini mahkum etmesi anlamına geliyor. Bundan beslenen bir sistem de kendi eliyle karşısında örgütlü bir güç olmadığı bir sürece kendini yargılamayacağına göre böylesi bir sistemden böylesi suçluların yargılanmasını beklemek çok masumca kalıyor. Baktığımız zaman tecavüz failleri veya istismar faillerinin çok kısa sürede hemen serbest kaldıklarını veya kısmi olarak tutuklandıklarını görüyoruz. Kısmi olarak ceza almaları ya da tutuklanmaları yargıçların veya Adalet Bakanlıklarının cezalandırma yöntemi değil. Bu kadınların hem sanal medyalarda başlatmış oldukları kampanyalar, alanlarda, sokaklarda, fabrikalarda direnişler yine müdafi koltuklarında kürsülerinde savunma yapan kadın avukatların yargıçları ve iktidarı bu suçluları cezalandırmak için verdikleri mücadelelerdir. Yargıçlar, savcılar veya diğer kurumlar kendi kendilerine ya da dosya da herkesin görebildiği delilleri gerekçe göstererek tutuklamıyorlar. Kadınların mücadelesi ve yükselen sesi yine kadın hukukçuların özgürlükçü savunmaları alanlardaki ve sokaklardaki kadın direnişi böylesi bir sonucu doğuruyor ve umut da veriyor diyebiliriz. 
 
Kürt kadınının “jin, jiyan, azadî” sloganında vücut bulan mücadelesi devlet, iktidar ve erkek anlayışını korkuttuğu söylenebilir mi? Büyüyerek dünyaya yayılan bu mücadelenin öncüleri yargı eliyle engellenmek mi isteniyor? 
 
 
Bugün “Jin, jiyan, azadî”  sloganın sistemi bu kadar korkutuyor oluşu bir hakikati taşıdığıyla da ilgilidir. Bu anlamıyla “Jin, jiyan, azadî” sloganı ve felsefesi sistemde en derin çatlakları yaratmış durumdadır.
 
“Jin, jiyan, azadî” sloganı iktidarı, ataerkiyi, erkeği, ulus devlet aklını korkutmuş ve kaygılandırmış durumdadır. Evet, biz 21’inci yüzyılda artık kadın kırımına varacak kadın cinayetleri, siyasi soykırım operasyonları, ekolojik tahribatları görüyoruz. Bir bütün olarak kadınları, Kürtleri veya ezilen bütün kimlikleri yok etmeyle karşı karşıya gelen ve savaştan beslenen bir sistem görüyoruz. Bu sistemin bu kadar saldırıyor oluşu, onun sadece güçlü olduğu anlamına gelmiyor. Aslında korktuğu, telaş ettiği ve bu korkusunu saldırarak göstermeye çalıştığı anlamına geliyor. Jineoloji atölyelerimizde “Jin, jiyan, azadî”nin neden bu kadar önemi olduğu ve kadınlara ne verdiği üzerine tartışmalar yürütüyoruz. Kadının hem yaşamla hem özgürlükle bağını kuran bir yerden söz üretiyor. Ve sadece bir slogan olmanın ötesinde aslında bir direniş biçimini ve bir felsefeye varmış durumda. Kadının yaşamla ve özgürlükle bağının kurulduğu bu slogan tarihi de çok köklü sadece Rojhilat’tan başlayan bir slogan değil. Çok eski kazılarda bile kadına ait olanın yaşama ait olduğu, yaşama ait olanın da özgürlüğe ait olduğu vurguları çıkıyor. Ve bugün hem Rojhilat Devriminden başlayan ve bütün dünyaya yayılan kadın ve toplum mücadelesinde de görüldüğü üzere kadın yaşamı kuruyor, örgütlüyor ve özgürlüğü üreten bir yerden de sesini yükseltiyor.
 
Bugün “Jin, jiyan, azadî” sloganın sistemi bu kadar korkutuyor oluşu bir hakikati taşıdığıyla da ilgilidir. Çünkü sistem kendisini var eden o zeminin aslında hakikati saklayan zemin olduğunu biliyor. O hakikatin ortaya çıkması, örgütlenmesi ve büyümesi demek, sistemin yok olması anlamına geliyor. Bu anlamıyla “Jin, jiyan, azadî” sloganı ve felsefesi sistemde en derin çatlakları yaratmış durumdadır. “Jin, jiyan, azadî”  sloganın benimseyen, örgütleyen bütün kadınların da hedef haline gelmesi aynı zamanda bu mücadeleyi geriletme politikası olarak da görülebilir. Nagihan’la başlayan ve son olarak TJA’ya yapılan operasyonla devam eden yaşamın bütün alanlarında ince ince bazen kaba sürekli yoğunlaşan bu şiddet sarmalı bunu gösteriyor. “Jin, jiyan, azadî” sloganı yargı eliyle engellenmek, kriminalize edilmek, suç unsuru olarak kabul edilmek isteniyor. Ama kadınların da toplumların da gücü bu kriminalize politikalarından çok daha büyük.
 
 Bir kadın hukukçu olarak, yargıdaki bu pratikle mücadele ederken ne tür ayrımcılık, baskı ve zorluklarla karşılaşıyorsunuz ve bunlara karşı nasıl mücadele ediyorsunuz? 
 
Biz kadın hukukçular ve sanık kürsüsünde yargılanan kadın arkadaşlarla olan ilişkimiz salt avukatlık kanunundan kaynaklanan bir vekâlet ilişkisi değil. Aslında o direnişi orada sahiplenmek, onun kurduğu sözü ve mücadele biçimini ortaklaşma olarak görüyoruz. Haliyle sanık kürsüsünde yargılanan yargılayan akıl ile savunma kürsüsünde savunma yapan avukata olan pratikleri az buçuk gösteriyor. Şunu ısrarla ifade etmek gerekiyor, bizler çoklu kimliklerimizden dolayı çoklu saldırılara maruz kalıyoruz, haliyle çoklu savunma, özsavunma geliştirmek gibi bir zorunluluğumuz ve sorumluğumuz var. Mahkemelerde, adliyelerde kadınları yargılayan aklın kadın avukatlara nasıl davrandığını kestirmek çok zor olmasa gerek. Duruşma salonlarında o kadınların yargılanması aynı zamanda kadın avukatların da yargılanması anlamına geliyor.
 
Kadın mücadelesini yürüten kurum ve kişilere yönelik aralıksız ve çok yaygın bir şekilde süren baskılara rağmen kadın mücadelesi durmadan büyüyor. Kadınlar her türlü riske rağmen durmuyor ve geri adım atmıyor. Kadın hakları savunucusu bir hukukçu olarak bu direnci nasıl yorumluyorsunuz ve neye bağlıyorsunuz?
 
Bu kadar şiddetin arttığı, katmerleştiği bir ortamda kadınların mücadelesi bence demokratik bir yönetimin kendisi oluyor. Bugün Kürt kadınlar, 21’inci yüzyılın kadın yüzyılı olacağı iddiasıyla yola çıktı. Tarihe baktığımız zaman nasıl ki 19’uncu yüzyılda işçi hakları hareketi, 20’nci yüzyılda gençlik hareketleri yansımışsa 21’inci yüzyılda da kadın kimliği, rengi ve mücadelesi yansıyacak. Ve yansıyor da bunu görüyoruz. Bugün Rojhilat’ta, Kürdistan’da, Rojava’da, Şili’de, Latin Amerika’da, Avrupa ve Ortadoğu’da bütün toplumsal mücadeleye öncülük eden kadınların ne kadar güçlü olduklarını görebiliyoruz. Bu anlamıyla saldırılar her ne kadar artarsa artsın bu mücadelenin de büyüyeceğini söyleyebiliriz. Çünkü kadınlar şuradan da söz kuruyor; her gün artık çetelesini bile tutulamadığı kadın katletme geleneği var. İsimlerin değiştiği ama failin aynı zihniyetten beslendiği bir süreci yaşıyoruz. Hatta artık isimler bile değişmiyor. İpek Er’i katleden Musa Orhan’dı birkaç gün önce Diyarbakır’da Meryem Sevim’i katleden kişi de Musa Sevim’di. Artık isimler bile maalesef çoğu olayda değişmiyor. Ve kadınlar mücadele yürütürken bu katledilen kadınlar şahsında bütün katledilen yönümüzü kendileri açısından bir mücadele gerekçesine ve isyanına dönüştürdüğü için bu katliamlar, şiddet sarmalı karşısında direnişin de büyüdüğünü söyleyebiliriz.  
 
SUZAN AKİPA KİMDİR?
 
Avukat ve Jineolojî Dergisi Yayın Kurulu üyesi olan Suzan Akipa, kadın alanında hukuki ve akademik çalışmalar yürütüyor. Aynı zamanda Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Amed Şubesi Yöneticisi olan Akipa, hak ihlallerine karşı mücadele veriyor. 
 
Babası Agit Akipa 1992 yılında Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı Çukurlu köyünde gözaltına alındıktan sonra katledildi. 
 
MA / Eylem Akdağ