Jîneolojî editörü Berk: Politik cinayetlere rağmen kadınlar vazgeçmiyor, örgütleniyor

img
HABER MERKEZİ - Kürt kadınların örgütlü gücü ve mücadelesinin tekçiliğe dayalı devlet sistemini rahatsız ettiğini belirten Jîneolojî Yayın Kurulu'ndan Elif Berk, devletlerin ittifakı ile dünyanın her yerinde kadın öncülerinin katledildiği bir dönemi yaşadıklarını söyledi. 
 
Ortadoğu ve dünyada direnen tüm kadınlara mücadeleleriyle ilham olan Kürt kadınlar, 21. yüzyılda sıkışan egemen sistemlerin ise korkulu rüyası oldu. Mevcut yapısallığa müdahalede bulundukları için erkek egemen sistemin hedefinde olan Kürt kadın hareketi, özellikle son 10 yılda sayısız saldırı ve suikastlarla susturulmak istendi. Sakîne Cansız’dan Hevrîn Xelef’e, Sêvê Demîr’den Jîyan Tolhildan’a, Nagîhan Akarsel’den Emîne Kara’ya (Evin Goyi) en az 17 öncü kadın hedef alınarak katledildi. 
 
Jîneolojî Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Elif Berk, Kürt kadın mücadelesinin geldiği aşama ve bu mücadeleye dönük saldırılara ilişkin Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirmelerde bulundu. 
 
KADINLARDAN KORKUYORLAR
 
Tarihten beri devletlerin Kürt kadın mücadelesinden korktuğunu belirten Berk, Kürt halkının ise kadınlara dönük saldırılar üzerinden teslim alınmaya çalışıldığını söyledi. Berk, “Devlet dediğimiz mekanizma, erkekliğin ve iktidarın mekanizmasıdır. Kadınların yok sayılması, kapatılması veya yok edilmesiyle varlığını tesis edebilmiştir. Dolayısıyla devlet tarafından geçmişten günümüze bu mekanizmaya itiraz eden, başkaldıran her kadın varoluşsal bir tehdit olarak ele alınmış ve susturulması için çok yönlü saldırılar geliştirilmiştir. Ancak devletin, Kürt kadın mücadelesine dönük özel bir alerjisi var. Zira bu devletin fabrika ayarları tekçiliğe dayalıdır. Tek millet, tek din, her şey devlet baba için diye diye renkler solduruldu, farklı kültürler bu tekçilik içinde eritildi. Kürt kadınların mücadelesi bu tekleştirmenin işlemediği, onca katliam, sindirme ve bastırma operasyonunun sonuçsuz kaldığının ifadesi oluyor. Sadece bu bile devletin kurulduğu zeminin altını oymaya yetiyor. Rahatsızlık bundandır. Nezihe Muhiddin öncülüğünde kurulan Kadınlar Halk Fırkası (KHF), Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kurulmasına izin verilmeyen ilk siyasi partidir. Devlet aklı, mücadeleci kadın kimliğine karşı tutumunu daha kuruluş aşamasında ilan etmiştir. Tıpkı Kürt halkına karşı tutumunu ilan ettiği gibi. Kürt karşıtlığı ve kadın karşıtlığı bu devletin kurucu unsuru olmuştur. Ama bu karşıtlığın gereğini yapmak için de maşa olarak Kürtleri ve kadınları kullanmıştır. Bu yüzden asimile edilmiş, ehlileştirilmiş bir kadını, Sabiha Gökçen’i Dêrsim Katliamı’na pilot olarak göndermeleri sıradan bir hamle olarak ele almamak lazım. Aslında bu semboliktir. Ehlileştirilmiş bir kadını, ehlileştiremediği bir halkın üzerine bomba yağdırmaya gönderiyor. Bu da yetmiyor Sıdıka Avar, ‘dağ çiçeklerini’ ehlileştirmek üzere görevlendirildi. Teslim olmayan bir halkı kadın şahsında düşürmek için çokça çabalıyorlar. Teslim alamadığı bu halk ve kadınlar, sindirilen, ötekileştirilen ve takatten düşürülen bütün halklar ve kadınlar için adeta can suyu oluyor” dedi. 
 
DİRENİŞİN KADIN HALİ 
 
Tarih boyunca teslim olmayan kadınların bu yüzden iktidarların hedefinde olduğunu vurgulayan Berk, “Bu kadınlar cesaret dağıtıyor ve varoluşun erdemli hali il direnişi öğretiyor. Uyuyan hücreleri uyandırıyor. Kürt kadınlar, örgütlenme düzeyleriyle, direnme güçleriyle Zarîfelerden Evînlere kadar yürekten yüreğe geçen, akıl, sezgi ve duyguyu bütünleştiren bir köprü olmayı başardılar. Başka kadınlar için devletsiz ve erkeksiz yaşamın mümkün olduğunun delili oldular. Sabiha’nın, Sıdıka’nın karşısına Zarîfe, Sara, Nagihan, Evin gibi teslim olmayan kadınlar çıktı ve bir direniş, özgürlük çizgisi çekildi. Bu sisteme itirazı olan her kadın için bir pusula oldu. Bugün Türkiye’de toplum ve kadınlar lehine atılan hiç bir adım, kendiliğinden gelişmemiştir. Bir mücadelenin sonucudur. Bu enerji, kitleselleşmeyi ve toplumsallaşmayı başarmış Kürdistan kadın özgürlük hareketinden besleniyor. Bu bazen dolaylı olarak bazen de doğrudan oluyor” diye belirtti.
 
Türkiye’deki siyasi parti, dernek ve sivil toplum örgütlerinin Kürt kadınların mücadelesinden etkilendiğini söyleyen Berk, “Kadın kotasıyla başlayıp, eşit temsiliyete ve eşbaşkanlık sistemine ulaşan örgütlü kadın katılımı, bugün ülke  geneli için bir model oluşturmuştur. Özgün-özerk örgütlenme, kadının örgütlü gücünün bir yansıması olarak şimdi farklı alanlarda tartışılıyor ve uygulanıyor. Kadınlar, yerel yönetimlerde, belediyelerde özgün-özerk sistem esasıyla örgütlendi. Sonuçta Kurdistan’daki belediyeler, toplumcu bir yerel yönetimin nasıl olması gerektiğini uygulamayla bir model oluşturdu. Örgütlü Kürt kadın mücadelesinin her anlamda Türkiyeli kadınlar için model oluşturduğu, cesaret ve ilham kaynağı olduğu belirtilebilir. Kürt kadınların mücadeleyle elde ettiği kazanımları, oluşturduğu örgütlenme kültürünün etkisini kırmak için karşı adımlar da atılıyor. Siyasette ya da genel karar alma mekanizmalarında biçimsel kılmadan, kadınlar lehine olan yasal düzenlemeleri geri çekmeye, kadın cinayetlerini tekil olaylar olarak ele alıp erkek şiddetinin ideolojik-sistemsel yapısını görünmez kılmaya kadar birçok durumu ve yaklaşımı örnek verebiliriz” ifadelerini kullandı. 
 
SİSTEMLERİN RAHATSIZLIĞI!
 
Son dönemde öncü kadınlara yönelik gerçekleşen saldırı ve suikastlara dikkat çeken Berk, şunları söyledi: “Erkek egemen devletler kadın mücadelesinden korktukları için saldırılarını yoğunlaştırdı. Öncü Kürt kadınların sürekli hedef seçilmesini de karşı adımların bir parçası olarak ele alabiliriz. Direnen, örgütlü kadının gücü, devletin varlık temellerini sarsıyor, çünkü devlet dediğimiz şey erkek egemenliğinin kurumsallaşmış halidir. Bu direniş çizgisinin kitleselleşmesi, örgütlenmesi ve toplumsallaşması egemenleri korkutuyor. Bu kitleselleşme ve toplumsallaşma ise post modernizmle moda haline getirilip iddia edildiği gibi öncüsüz, ideolojisiz, örgütsüz gelişmiyor. Kadın hareketinin dünyada kazandığı düzeye baktığımızda bunu görüyoruz. Sistemlerin rahatını kaçıran bu gerçekliktir. Bu rahatsızlık sadece Türkiye’ye has bir rahatsızlık değildir. Dünyanın her yerinden kadın öncülerin katledildiği bir dönemi yaşıyoruz. Bunları politik kadın cinayetleri olarak adlandırmak gerekiyor.”
 
MÜCADELE SINIRLARI AŞTI 
 
Öncülerin özellikle hedef seçildiğinin altını çizen Berk, son 10 yıl içinde Emîne Kara’dan Nagihan Akarsel’e, Hevrin Xelef’ten Sakine Cansız’a onlarca Kürt kadının planlanmış suikastlarla hedef alındığını hatırlattı. Berk, “Bu durumu sadece Kürt kadın direnişini bastırmaya dönük planın parçası olarak ele almak eksik olur. Çünkü Kürt kadınların mücadelesinin hitap ettiği kesim sadece Kürt kadınlar değil, coğrafya olarak da sadece Kurdistan’la sınırlı değil. Kurdistan kadın özgürlük mücadelesinin enternasyonal ve ulus ötesi bir karakteri var. Arjantin’den Afganistan’a kadar karşılık bulan bir ideolojisi var. Buna ‘Jin, jiyani azadî’ sihirli formülü diyoruz. Dolayısıyla Kürt kadınlar üzerinden tüm kadınlara mesaj veriliyor. ‘Öncüsüz, örgütsüz, ideolojisiz ve liberal çizgi içinde kalırsanız sistemin kapıları sonuna kadar açarız, değilseniz mesajımız budur’ deniliyor. Tabi ki bu saldırıları müthiş bir korkunun sonucu olarak ele alabiliriz. Bunca politik cinayete rağmen kadınlar vazgeçmiyor. Kadınlar devletlerin koyduğu sınırlar içinde hak talep etmiyor, bunu aşıyorlar. Bu hem ideolojik olarak hem de örgütsel olarak böyle gelişiyor. Esas onları korkutan durum da budur” diye konuştu. 
 
DEVLETLERİN İTTİFAKI 
 
Kadın mücadelesine dönük gerçekleştirilen suikastların devletlerin ittifakıyla gerçekleştirildiğine işaret eden Berk, şöyle devam etti: “Birinci Paris Katliamı şüphesiz planlı, organize edilmiş bir saldırıydı. Kürt halkı ve dostları tarafından Türk istihbaratının bu katliamı örgütlediği ve Fransız istihbaratının da bundan haberdar olduğu daha ilk günden itibaren dile getirildi. Ömer Güney’in başına getirilenler bu kanıtların örtülmesi çabasıydı. Evîn Goyi, Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl’ın katledilmesi de her ne kadar yine münferit bir olay ve ırkçı bir saldırı gibi yansıtılmaya çalışılsa da bir planın sonucu olarak gerçekleşti. Birinci Paris Katliamı’nda yaşanan sürecin tekrarlanmaması için tek dayanağımız, örgütlü direnişimizle katliamların hesabını sorma irademizdir. Uluslararası güçler dediğimiz devletlerin en belirgin karakteri, ne olursa olsun sistemi korumayı amaçlamasıdır. Yani aslında devletlerin ittifakı söz konusudur. Dolayısıyla birbirlerinin suçlarını kolaylıkla örtebiliyorlar. İnsan haklarını koruma adına açtıkları uluslararası kurumlar, bugün tamamen işlevsizleşmiş haldedir. Devletler, suçları açığa çıkacağı zaman hiç tereddütsüz bütün kanun ve kuralları bir tarafa bırakırlar. Kurdistan özgürlük hareketi, bugün devletlerin bekasını en fazla tehdit eden mücadelelerden birini yürütüyor. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ile devletsiz yaşamın mümkün olduğunu iddia ediyor ve bu iddiasını yaşamsallaştırıyor. Tam da bu gerçeklik, sistemden rahatsız olan kesimlere, gençlere, kadınlara ve halklara umut aşılıyor. Rojava Devrimi’nin bunca zorluğa, savaşa, ambargoya ve özel savaş politikalarına rağmen bir umut merkezi olmayı sürdürmesi bunun ifadesidir.” 
 
MA / Zeynep Durgut