Ali Bayramoğlu: CHP'nin tutumu yetersiz, tamamlayıcı önerilerle devreye girebilir 2025-01-11 09:03:06   İSTANBUL - Gazeteci Ali Bayramoğlu, iktidarın Kürt sorununun kültürel ve siyasal boyutlarını ötelediğine işaret ederek, "CHP'nin de tutumu yetersiz. Hükümetin planında demokrasi ve Kürt hakları yoksa, CHP buraları tamamlayacak bir öneriyle devreye girebilir" dedi.    İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun demokratik çözümüne dair mesajları gündemdeki yerini koruyor. Abdullah Öcalan, 43 aylık mutlak tecridin ardında 23 Ekim'de yeğeni olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Riha Milletvekili Ömer Öcalan ile yüz yüze görüştü. Abdullah Öcalan, bu görüşmede tecridin devam ettiğine işaret ederek, “Koşullar oluşursa, süreci çatışma ve şiddet zemininden, hukuki ve siyasi zemine çekebilecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajı verdi.    Abdullah Öcalan ile son temas ise, 28 Aralık'ta sağlandı. DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile yapılan görüşme sonrası Abdullah Öcalan’ın 7 maddelik mesajı kamuoyuyla paylaşıldı. Abdullah Öcalan, Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirilmesine vurgu yaparak, tüm siyasi çevrelerin "dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması" gerektiğini ifade etti.    2013-2015 yılları arasında yürütülen "diyalog" sürecinde kurulan Akil İnsanlar Heyeti içerisinde yer alan gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu, "yeni süreç" tartışmalarına dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.    Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim’de Meclis’in yeni yasama yılı açılışında yaptığı çıkış ve sonrasında Abdullah Öcalan ile DEM Parti heyeti arasında yapılan görüşmeler sonrası verilen mesajlar ülkenin temel gündemleri. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?   Pozitif gelişmeler olarak değerlendiriyorum. Barış istikametinde bir yol açıldı. Bu sürecin en kritik aşaması da Öcalan ile yapılan görüşme ve Öcalan’dan gelen mesajlar oldu. Böylece temenni olmanın ötesine geçip, Öcalan'ın da ‘bu paradigmaya ben de destek veriyorum’  demesiyle iki taraflı bir istikamet, bir niyet, bir açılım oluştu.        İktidar kanadı yaşanan gelişmelerin "süreç" ya da "açılım" olmadığını vurguluyor. Siz, 2013-2015 sürecinde yer aldınız. Siz bu son yaşanan gelişmeleri nasıl tarifliyorsunuz?     Tabi süreçten ne kastedildiğine bağlı. Her türlü barış teması ve diyalog dahil olmak üzere, masaya oturmak bir süreçtir. Ama biz Türkiye'deki taraflar ve kamuoyu, süreçten bir müzakereyi anlıyoruz. Hükümetin bir süreç niyeti olmadığı ortada. Fakat dediğim gibi barışa giden yollar, çatışma çözümleri mutlaka teklif formatlarla, oturup karşılıklı tarafların müzakeresiyle, bilek güreşiyle olmak durumunda değil. Bunun başka yolları da var. Yani hükümet "bu bir süreç değildir" derken kendi milliyetçi çevresini, kendi güvenlikçi tutumunu devreye sokarak, ‘Adına terör örgütü dediğim yapıyla görüşmüyorum. Öcalan'la bir alışveriş içine girmiyorum. Ben bir öneride bulunuyorum. Bu öneriye uyarlarsa bir ittifak ve bir yumuşama, bir siyaset kapısı açılır. Uyarlarsa ne ala uyulmazlarsa kendisi bilir" tarzı bir hamle yaptı. Bu bir süreç değil, bir öneriydi.   Sizin deyiminizle devlet-hükümet bu öneriyle nasıl bir "çözüm" modeli sunuyor ya da ne öneriyor?     Hükümet ve devlet tarafı, Kürt sorununun kültürel ve siyasal boyutlarını zamana havale ediyor ve öteliyor. 'Silah bırak, örgütü lağvet. silah bitince siz de siyaseten ne yaparsanız yapın' tarzı bir model.     Hükümet ve devlet tarafı, attığı bu adımı ve bunun arkasından gelecek mekanizmayı bir ittifak modeli içinde tanımlamaya çalışıyor. Kürt sorununun silahlı boyutunun dışındaki kültürel ve siyasal talepler boyutlarını çok dikkate almıyor. Bunları zamana havale eden, siyasetin önü açılır tarzı bir tavırla öteliyor ve demokrasi kelimesini kullanmıyor. İktidarın önerdiği şey; devlet ve Öcalan arasındaki bir diyalog üstüne kurulu bir model. Yani "silah bırakma çağrısı yap, örgütü lağvet, umut hakkı gibi imkanlar da devreye girsin. Bu silah işi bitsin. Silah işi bitince de önümüzdeki dönemde siz de siyaseten ne yaparsanız yapın" tarzı bir model. Bu modelde önerdiği şey ise şu: Türkler ve Kürtler ittifak yapsın. Nitekim Bahçeli de Erdoğan da "Ben Kürtlerin anadilini, bir tür Kürt varlığını sindirmeye başladım, kültürel olarak sindiriyorum" telaffuzunda bulunuyor. "Bu istikamette gelin, yeniden Kürt birlikteliği üstünden cumhuriyeti tanımlayalım. Bunun için de silah bırakın, başka alternatiflere kapıyı kapayın, siyaseti de Türkiye içerisinde yapın" diyor.     Bu bir "çözüm" mü?    Elbette bu bir çözüm modeli. Kabul edilir edilmez o ayrı bir tartışma konusu. Ama bir çözüm modeli. Ama Kürt meselesi Türkiye içinde kalsaydı, yani Rojava olmasaydı çok daha kolay tartışılabilecek bir meseleydi. Yani "silahları bırak, siyaset yap" diyorsun da, Kürtler de "bu rejimle nasıl siyaset yapacağım" gibi bir soru sorabilir. Kürt hareketi yıllar içinde ulusal sınırları aşan bir nitelik kazandı. Kürt sorunu da bölgesel nitelik kazandı. Bir çözüm demek, burayla ilgili de bir modelin ve önerinin dile gelmesi ya da uygulanması demek. Yani bir silah bırakma olacaksa buradan karşılıksız nasıl vazgeçecek Kürt örgütü? Nasıl bir uzlaşma sağlanacak? Burada tabii ne Kürt örgütü ne de Türkiye yalnız. ABD'nin orada gücü var. Trump ayın 21'inde göreve başlayacak. Bütün bunlardan sonra bir şekillenme karşımıza çıkacak.   Devletin-hükümetin önerisinden bahsettiniz, Abdullah Öcalan’ın da 7 maddelik mesajı kamuoyuna yansıdı. Bunu nasıl değerlendirdiniz?    Öcalan'ın bu öneriyi bir tür sahiplenmesi ve gördüğümüz kadarıyla ona bir tür yön vermesiyle şu aşamada bir diyalog, bir alışveriş sürecinin başladığını düşünüyorum. Türkiye'nin büyük bir paradoksu var. Türkiye'deki sağ kesimin ve devlet ideolojisinin o paradoksu şu: Demokrasi ve sorun çözme arasında bir tezat görme paradoksu durumu. Yani herhangi bir sorunu demokratik olarak çözdüğü zaman o sorunun kontrol edilemez hale geleceğini ve o sorunun içerdiği risklerin gerçek olacağını varsayan bir endişe. Bir zamanlar Çörekçi diye bir general vardı. Sosis doğramak gibi derdi. Yani sosisi bir kesersiniz, sosis biter. Ne demek bu? Devlet açısından, demokrasi bölünmeyi getirir endişesi. Bugüne kadar bütün denemeler demokrasi çerçevesinde bu sorunun çözümü istikametinde şekillendi ve formüle edildi. Bizler, yani bu işe dışarıdan bakan, el atan kamusal entelektüeller, siyasetçiler daha özgürlükçü görüşe sahip kişiler de bunun çok önemli olduğunu ve demokrasi olmadan bu sorunun çözülemeyeceğini söylüyoruz.       Demokrasinin bölünmeyi getirebileceği endişesi var. Ancak demokrasi olmadan bu sorunun çözülemeyeceğini söylüyoruz. Öcalan'ın siyaset rasyonalitesini kullandığını görüyorum.     Benim anladığım kadarıyla Öcalan, bu tür modellerle yol almak üzere pozitif bakan bir tutuma sahip. Birinci çözüm sürecinde de aynı şeyi yaşadık. Birinci çözüm sürecinde de Öcalan, Türkiye'den militanların çekilmesini sadece bir vaat karşılığında kabul etti. Somut bir şey almadan. Dolayısıyla oradaki mekanizmadan çok farklı bir şey değil. Fark ne, orada silah bırakma yoktu, militanların çekilmesi vardı. Silah bırakma ise müzakerelerde varılacak bir noktadan sonra olacaktı. O noktaya Dolmabahçe kriziyle gelemedik.   Öcalan'ın bu tür hamlelere pozitif baktığını, bu tür süreçlerin sadece ilk gün telaffuz edildiği gibi kalmayacağını, zaman içinde farklı biçimler alabileceğini, bunun Kürt hareketi için bir imkan olduğunu, bu imkanı siyaset üzerinden kullanarak alanını genişletecek, Kürt hareketinin bir araç olarak kullanılabileceğini düşünüyor.   Tabi Öcalan kimseyi görmüyor ve konuşmuyor, ama bugüne kadar tavırlarından buna bu şekilde baktığını, esas olarak kullanabileceğini düşündüm. Esas olarak siyaset rasyonalitesini kullandığını görüyorum. Devletin önermiş olduğu bu tek boyutlu dokuya Öcalan biçim kazandırabilir. DEM Parti’nin de tabi bu arada oynayacağı önemli bir rolle, belki Demirtaş’ın da oynayabileceği bir rolle birazcık daha alan genişletilebilir.   Abdullah Öcalan’ın mesajlarında sizin dikkatinizi çeken hususlar neler oldu?   Hükümet ve devletin bu modeline karşılık, Öcalan'ın mesajlarında dikkat çeken iki husus vardı. Birincisi, devletin ve hükümetin bugüne kadar ağzına almadığı demokrasi kavramıydı. Öcalan'ın devreye girmesiyle karşımıza çıkan ikinci husus, bu yeni açılımın siyasi iktidar, devlet ve Öcalan arasında bir dolaylı doğrudan görüşmeler üzerinden olmak kadar, aynı zamanda bir toplumsal ve siyasal mutabakat etrafında olması arayışını Öcalan devreye sokmuş bulunuyor. Bu nasıl çıktı karşımıza? Meclis'in altının çizilmesi ve DEM Parti’nin de ilk yaptığı işin siyasi partileri tek tek dolaşarak onlarla bu açılımı görüşmesi. Yani "iktidar verecek Kürt hareketi alacak, Kürt hareketi verecek iktidar alacağın" ötesinde bir resim karşımıza çıkıyor. Sadece demokrasi yok, daha geniş bir siyaset yelpazesi de var. Aynı zamanda demokratik imkanların da devreye girebileceği bir çerçeve var.    Meclis zemininden gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını mı anlamalıyız?   Tabii yasal düzenlemeler olabilir. Şimdi anladığım kadarıyla görüşmeler (siyasi partiler) bir nezaket ziyaretleri etrafında yapılıyor. Barış gelsin, çözüm olsun gibi. Ama bunun daha somut önerileri nasıl olacak? Muhtemelen DEM Parti heyetinin Öcalan ile ikinci görüşmesinden sonra olacaktır. Mesela bazı temel konular konusunda hemfikir olunabilir. Yani Türkiye'de çok sert bir Türklük Sözleşmesi var. Ve bu bizim anayasamıza da yasalarımıza da çok yansımış durumda. Ama esas olan burada anayasal bir düzenleme. Siyasi partilerin de buna katılması da bir tür araçtır diye düşünüyorum. Bir anayasal değişiklik olursa ve tüm siyasi partilerin de onayıyla olursa burada topyekun bir siyasi yenilenme olur.    Meclis denilince akla ilk gelen parti CHP oluyor. CHP’nin Kürt sorununun çözümüne dair tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ya da buna dair bir tavıra sahip mi?    CHP'nin Kürt meselesindeki tutumunu dünden bugüne yetersiz buluyorum. "Bu süreç iktidarın yararına olursa ben direnirim" diyerek, yeni hiçbir şey önermiyor.    Türkiye'de demokrasi eksikliğini vurgulayan ve demokratikleşme ihtiyacı olduğunu dile getiren CHP'nin Kürt meselesindeki tutumunu dünden bugüne her anlamıyla yetersiz buluyorum. Birinci çözüm sürecindeki tutumu bir tür direnç tutumuydu. Bu seferki bir direnç tutumu değil, ama tedirgin, tereddütlü ve barışa açık destek veririm diyemeyen bir yetersiz tutum. Yani iktidarın bir siyaseti var, bir siyaset öneriyor. CHP bunun karşısında ne öneriyor? Hiçbir şey. CHP, "Bu süreç iktidarın yararına olursa ben direnirim" diyerek yeni hiçbir şey önermiyor. CHP, bir kere Kürt sorununu tanımlamalı ve buradan hareketle yol almalı.   CHP çözüm noktasında nasıl bir rol oynamalı?    Hükümetin önermiş olduğu barış planında demokrasi ve Kürt hakları yoksa, CHP buraları tamamlayacak bir öneriyle, yani karşı değil tamamlayıcı bir öneriyle devreye girebilir. Ama bu siyasi parti maalesef Esad düşmeden 3 gün önce "Esad ile görüşelim" diyebilecek kadar öngörüsüz, donanımsız ve kendi endişelerine gömülmüş bir siyasi parti. Bir gün Kürt tarafından bir gün Kemalist taraftan reaksiyon verebiliyorlar. Dolayısıyla Türkiye için bunun da büyük bir problem olduğunu düşünüyorum. Umarım engel çıkarmadan bu sürecin olumlu taraflarını ele alırlar.   2013-2015 sürecindeki gibi bir sonucun yaşanmaması için bundan sonra nasıl yol alınmalı?    Bana sorsanız; ideal olarak tanımlayacağın model bu değildir. İdeal olarak tanımlayacağım model, tarafların yüz yüze gelerek konuşması ve taleplerin tatminidir. Fakat Türkiye böyle yol alamıyor. Böyle yol alabileceğe de benzemiyor. Türk tarihinin belki de en faşizan siyasi rejimlerinden birini yaşıyoruz ve bunun ana nedenlerinden bir tanesi Kürt korkusu. Yani Rojava'da ortaya çıkan durum ve Türkiye'nin bütün dış politikasını, demokratik tablonun gerilemesini gerekçelendiren bir Kürt sorunu veya buna yönelik bir politika çerçevesi var. Bu büyük bir engel. Bu model, bu engeli aşabilir. O açıdan pozitif bakmak lazım. Yeter ki bu modelin etrafını geliştirelim. Bu modelin içini dolduralım. Dolayısıyla burada bir müzakere görüntüsü vermeden bu işi kademeli götürmek birinci çözüm sürecinden aldığımız en büyük ders olmalı.   Nedir bu kademe?   Silah bırakılma konuşulsun. Bu devletle ve iktidarla konuşulsun. Bu mesele iktidar, örgüt ve Öcalan meselesidir. Ama Türkiye'de Kürt meselesini de içeren, onu da hedefleyen bir demokratikleşme nasıl gerçekleşecek? Burada Kürt meselesini öne çıkarmadan demokratikleşme de diyebilirsiniz. Ama bu meselenin ana hususlarını da vurgularsınız. Nedir bunlar? Kuvvetli bir yerel yönetimler modeli. Bu bir siyasi yetki devri olmadan bir yol alıştır. Anadil meselesinin düzenlenmesi ve Türkiye'de vatandaşlık tanımıyla ilgili bazı düzenlemelerin yapılması. Bunlar yapıldığı takdirde bir yol alınmış olur diye düşünüyorum. İşin tabii o Rojava kısmını hiç katmıyorum. Çünkü birinci çözüm süreci, ikinci çözüm süreci arasındaki temel fark burada karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin Kürt sorunu bugün bir bölgesel sorun halinde. Türkiye, örgüt ve Öcalan ötesindeki başka aktörlerin de oynadığı rolü devreye sokuyor.    Kuvvetli bir yerel yönetimler modeli, anadil düzenlemesi, vatandaşlık tanımıyla ilgili bazı düzenlemelerin yapılması halinde bir yol alınmış olur diye düşünüyorum. Tabii Rojava kısmını hiç katmıyorum.    Eğer bu istikamette ilerlenecekse Kürt hareketinin büyük bir paradigmatik değişikliğe evet diyebilmesi ve bunun kendi içindeki yollarını arayabilmesi lazım. Türkiye'nin Kürt hareketi uzun süredir şiddet yöntemi, silah yöntemiyle siyaset yöntemi arasında hem bir ilişki hem bir çelişki yaşıyor. Yani siyaset üstünden bu işin götürülmesini isteyen, talep eden büyük bir Kürt topluluğu var Türkiye'de. Tabii Türkiye'nin diğer Kürt olmayan topluluğu da buna daha yatkın. Silahın işlevini önemli ölçüde Türkiye içerisinde yitirdiğine dair bir kanaat var. Şimdi bu istikamette bir öneri olursa Kürt hareketinin bunu kabul edebilmesi, yani silahtan siyasete dönüşün risklerini, boyutlarını, derinliklerini düşünüp tartışması ve bu konuda paradigmatik bir değişim yapması gerekiyor. Bu çok önemli bir mesele.    "Silah bırakma" tartışmasından önce Kürt sorununun çözümüne dair demokratik adımların atılması gerekmez mi?    Tabii gerekiyor. Ama "önce adım at sonra silah bırak" modeli yürümüyor. Dolayısıyla burada esas olarak siyasete doğru bir geçişi hazmeden bir zihniyet lazım. Silah ne zaman bırakılır, nasıl bırakılır ayrı bir tartışma. Bir siyasi denge sorusu. Burada önemli olan bir niyetin beyanı ve yarından öbür günü olmasa bile kademeli olarak nasıl, ne şekilde silah bırakılacağının tartışılması. E tabii biraz önce söylediğim o hikaye; meclis, siyasi partiler, demokratik adımların bir yansıması olarak devrede olmalı.   MA / Diren Yurtsever