Abdullah Öcalan 37 yıldır bir muhatap arıyor 2025-01-16 11:06:41   HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, 1988 yılında Mehmet Ali Birand’a verdiği röportajda Kürt-Türk kardeşliğine dair yaptığı değerlendirmeler, demokratik çözüm için 37 yıldır bir muhatap aradığını bir kez daha ortaya koyuyor.    Temelleri Kürtlerin imha ve inkarı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, geçen yüzyılda bu konsepti sürdüre geldi. “Kürdistan sömürgedir” teziyle yola çıkarak PKK’nin kuruluşuyla Kürtlerin yeniden tarih sahnesine çıkmasını sağlayan Abdullah Öcalan, adı da varlığı da yasaklı hale getirilen Kürtlerin tanınması için yaşamını demokratik çözüme adadı. Bu çabasını 1993 yılında resmi bir zemine taşıyan Abdullah Öcalan, uluslararası komployla getirildiği İmralı Adası’nda geçen 26 yıl boyunca da ısrarla sürdürdü.    Bu çabalar, 2013 ile 2015 yılları arasında devlet heyeti ile “çözüm” adı altında yürütülen süreçte, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de açıklanan mutabakat ile tarihi bir aşamaya taşındı. İktidara geldikten sonra “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyen, ancak sonrasında “Kürt sorunu yoktur” noktasına gelen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, tutarlı bir siyaset izlemediği gibi tarihi dönüm noktasını da inkar ederek, yeniden savaş kodlarına geri döndü.    İmralı Adası’nda tecridi ağırlaştıran AKP, savaş konseptini de derinleştirdi. 2015’ten bugüne süren tecrit, 43 ay süren mutlak iletişimsizlik halinin ardından kırıldı ve Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirilebildi.    Abdullah Öcalan, tecrit ve savaş politikalarına rağmen demokratik çözümdeki ısrarını, 28 Aralık’ta gerçekleştirilen görüşmede bir kez daha ortaya koydu. İmralı Heyeti ile yaptığı görüşmede kamuoyuna gönderdiği 7 maddelik mesajının ilk maddesi ise, Türk-Kürt kardeşliği vurgusu oldu. Abdullah Öcalan, “Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır” mesajı ile Türk-Kürt kardeşliğinin önemi ve aciliyetine işaret etti.    Ancak PKK Lideri Öcalan, 1988 yılında Mehmet Ali Birand ile yaptığı röportajda da Türk-Kürt kardeşliğinin önemine vurgu yapmıştı. 1988 yılında Lübnan'daki Bekaa Vadisi'nde yapılan ve o dönem televizyonda yayınlanamayan, sadece Milliyet Gazetesinde yayınlanan röportaj, 31 Ekim 2024’te youtube üzerinden yayınlandı. Abdullah Öcalan’ın 37 yıl önce önemle üzerinde durduğu hususlara, bugün 7 maddelik mesajında yer veriyor. Bu röportaj, Abdullah Öcalan’ın 37 yıldır demokratik çözüm için “bir muhatap” aradığını bir kez daha ortaya koyuyor. Abdullah Öcalan’ı 1998 yılında Mehmet Ali Birand’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:    Abdullah Öcalan: Önemli bir sorun yaşıyoruz, bu sorunu daha anlamlı, arkasında daha güçlü bir örgüt ve direnmeyi ortaya koyabilmek, bu sorunun cevabına yaklaşırken, kendim de halkın huzuruna, kamuoyuna seslenirken, dinletebilecek önemli doğruların olduğuna ikna edebilmek için bekledim. Önemli soru işaretlerinin çıktığını siz çok açıkça belirttiniz. Ben de çok önemli doğrularımız vardır. Madem siz sordunuz, biz de bunlar için bugünü bekledik diyoruz. Çok önemli cevaplar verebilecek durumdayız.    Mehmet Ali Birand: PKK ne istiyor, şu an geldiğimiz aşama ne?    Abdullah Öcalan: PKK, gerçekten özellikle Türk-Kürt halkı ilişkilerinde çok büyük bir haksızlığın olduğu bilinciyle yola çıkan, kesinlikle Türkiye halkının varlığına saygılı olan, onun gerçekten bağımsız ve demokratik kurtuluşuna inanan ve kendisinin de en yiğit tarihten günümüze kadar değerlerinin olduğunu bilen, bunu esas alan, bundan güç alan ve bunu kendi halkı içinde de görmek isteyen, bağımsızlık ve özgürlüğün kendisi için de gerekli olduğuna inanan, iki halkın arasında güzel, doğru, halkı ilişkilerin kurulmasının halklarımıza da en yakışır bir düzen olduğuna inanan gerçekten bu temelde tüm gücünü ortaya koyan ve ancak bu düşünceye derinden bağlılıktır ki büyük direnme ortaya koyabilen ve kendisini bugüne kadar getirmesini bilen bir harekettir.    Mehmet Ali Birand: Bu hareket daha ne kadar sürecek, şu an hangi aşamadasınız ve daha ne kadar sürecek?      Kürt halkı da Türk halkının bin yıllık Anadolu’daki yoğunlaşmasında büyük emeği geçmiş ve gerçekten önemli oranda omuz omuza yaşamış, ama onun haksız, özellikle de egemenleri tarafından haksız, saldırılarında hem kullanılmış hem de daha sonra bundan büyük zarar görmüş bir halktır.   Abdullah Öcalan: Büyük haksızlık, baskı ve sömürü vardır. Ondan da öteye bizim için adımızın bile kabul edilmemesini bir siyaset olarak sürdürülmesi durumu var. Gerçekten tarihi temeli böyle değildir. Kürt halkı da Türk halkının bin yıllık Anadolu’daki yoğunlaşmasında büyük emeği geçmiş ve gerçekten önemli oranda omuz omuza yaşamış, ama onun haksız, özellikle de egemenleri tarafından haksız, saldırılarında hem kullanılmış hem de daha sonra bundan büyük zarar görmüş bir halktır. Bu büyük bir haksızlıktır. Bütün gelişmemize bu haksızlık damgasını vurmuştur. Bu haksızlık nedir, niçin bu kadar geliştirildi, nasıl kurtuluruz? Bu büyük bir sorudur ve büyük cevabımız PKK’yi oluşturmak biçiminde olmuştur. Bunu söyledim. Bundan sonrasını getirebilecek mi diyorsunuz. Büyük baskılar söz konusudur. Türkiye’nin düzenli orduları, uzun süredir bu işin peşinde oldular. Bir askeri iktidar girdi. Askeri iktidarın önemli operasyonlarının konusu olduk. Tutuklamalar, baskılar, işkenceler geliştirildi. Yüzlerce mensubumuza idam cezası verildi. Onlarcası zindanlarda, yüzlercesi dağlarda şehit düştü. Şimdi de son bir yıl içinde özel bir savaş gücü oluşturuluyor. Buna en son pişmanlık yasası ile bir sürü itirafçı, köy korucuları yasası ile sivil milisler, paralı askerlik yasası ile paralı ordu, özel timler, seçkin jandarma ve komando birlikleri, sadece askeri cephede geliştirilen ve yine her gün görülmemiş teknik donanımla, en gelişmiş silah tekniğini bunların emrine vererek, görülmemiş bir imhayı gerçekleştirmek istiyor.    Bu büyük bir haksızlıktır. Bu haksızlık devam ettikçe, bu şiddet politikası devam ettikçe, şunu açıkça belirteyim ki; büyük haksızlığa karşı büyük direnme beklenmelidir. Biz burada şiddet tutkunu değiliz, şiddete tapmıyoruz, bilakis çok büyük rahatsızlık ve acı duyuyoruz. Sorunları şiddetle çözmeden yana değiliz. Ama bunun için temel şart, karşıdakinin hiçbir hak, bir gerçeğe bile ismini vermeyi bile kabul etmeyen, temeli böyle olan bir politikada ısrar ettikçe ve bunu en kör bir şiddet politikası ile tam zafere götürmek istedikçe, bu mücadele devam edecektir. Ve en az onun şiddeti kadar biz de kendimizi korumak için, siyasal gelişmemizi sağlamak için, ulusal kimliğimizi toptan imha ettirmemek için ve gerçekten insanlığın arasına biraz şerefli bir aile olarak ve en çok da Türkiye halkının, Türk halkının karşısına eğer kardeş bir halk olarak görülmek isteniyorsa, o sıfata ulaşmak için bu mücadeleyi sürdüreceğiz.   Mehmet Ali Birand: Çoğu kimsede şöyle bir kaygı vardı. Özellikle bazı eylemlerde kadınların, çocukların öldürüldüğü söyleniyor. Acaba PKK ‘terörist’ bir örgüt mü?    Abdullah Öcalan: Kesinlikle bu sorunun kendisinin bile kabul edilmemesi gerektiğini söylüyorum. Kürdistan’daki büyük katliamlar, hem de çocuk katliamlar, Türkiye’nin çeşitli, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve daha önce de Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli dönemlerinde gerçekleştirilmiştir. Çok çeşitli halkların üzerine soykırıma varan uygulamalara gidilmiştir. Biz bundan tüm Türkiye’yi, Türkiye halkını sorumlu tutmuyoruz ama bunlar vardır. Daha düne kadar, en son Dersîm’de, halen mağaralar kadın-çocuk cesetlerinin kemikleriyle doludur. Bunu biz yapmadık. Ve en çokta hiç gelişme imkanı verilmeyen ve gerçekten en azından bir sağlık sorunu nedeniyle her gün yüzlerce çocuğun ölümünden biz rejimi sorumlu tutarız. Dilsizdir, ne kendi dilini, ne Türkçeyi konuşamıyor. Dilsiz bir insan da ölmüş demektir, ondan rejimi sorumlu tutarız. Düşüncesizdir, rejimi ondan sorumlu tutarız. Bizim için bunlar ölümdür, katliamdır. Rahatsız olduk, PKK’nin sorumluluğunda bu tip durumlar bana göre, bilgilerime göre daha çok ordu birliklerinin çocukları, kadınları siper ederek ve onların korucu diye görevlendirdiklerinin kendi çocuklarının içine gizlenerek, adeta onları bir koruyucu kalkan yaparak, yürütmek istedikleri bir saldırı ortamında bu kayıplar oldu. Gerçekten bunu bizim bir eylem anlayış olarak kabul etmiyorum. Gerçekten üzüldük. Bunun olmaması için bütün tedbirleri ve özeni göstermek için gücümüzü kullanıyoruz.    Sorumluluğu da gerçekten biz değil, bu saydığım güçlerin bu konumundan kaynaklandığını açıkça belirtmek istiyorum. Bir korucu politikası çıkarıldı ortaya. Şunu vicdanlarına seslendirmek istiyorum; kocaman ordu birlikleri bu işe koşturuldu, en gelişmiş komando birlikleri, jandarmalar, özel timler ve hepsi de on binlerce rakama varan bir sayıda geldi, beş kişilik bir birimimiz üzerine. Bu kadar acımasız, bu kadar dengesiz bir güç, halen yetmiyor da fakir fukarayı para karşılığında ve korkutarak partinin üzerine sürmeye, bunları partinin üzerine atmaya vicdanları acaba hiç sızlamadı mı? Sorumluluğun kendisinde olduğunu bilmiyorlar mı? Beş kişimizi herhangi bir yerde sıkıştırabilirler ve ordu gücü buna yeterlidir. Çok açık üstün öldürücü teknik vardır, yeterlidir. Korucular gereksiz, korucularla bir halkı birbirine kırdırma amaçlanıyor ve bu çok kötü bir politikadır. Her şeyden önce bu politikayı oluşturanlar, bu politikadan elini çekmelidirler. Çocukların, kadınların ölümü de durur, savaşın gerçekten anlamsız bir biçimde sürmesi de durur. Bunun yerine yine savaş devam etmeli ama uygarca hiç olmazsa devam etmeliyiz.    Mehmet Ali Birand: Mücadelenizin kısa vadede biteceğine mi inanıyorsunuz yoksa bu maraton mu?    Abdullah Öcalan: Mücadelemiz baştan bugüne kadar gerçekten bir maraton. Ve bu maraton koşusu sadece PKK’nin yürüyüşünde 15 yılı doldurdu. Yine kesinlikle yalnız başına bize bağlı değildir. Ben kendim görüyorsunuz, şöyle vuruldu, söyle felçli deniliyor. Sağlamım görüyorsunuz ve çok gencim. Sanıyorum sizde bunu baştan söylediniz. Bu gençlik kesinlikle bu maratonun sonsuza kadar da yürüse onda varım anlamındadır. Kendi sorumluluğum altında bu devam edecektir. Kesinlikle başarabilecek gücüm vardır. Ne kayıplar ne döneklik ne körce bir zorbalık bunu durduramaz. Kanıt; çok sınırlı olanaklardan neler yaratıldı? Tek bir sopamız olmadığı durumdan, bugün nereye geldik? Bu çok şeyi açıklıyor. Ama yine de söyleyeyim, bu maratonda bu yöntemime tapıyorum, sonuna kadar kullanacağım. Hayır, sorunların çözülüş durumuna göre, özellikle politikanın gücüne inanıyorum. Politikanın yüceltici, birçok sorunun çözümünde esas alması gereken bir metot ve hem de Türkiye’de özellikle çokça üzerine oynandığı gibi ‘politikacı mıdır, at bir köşeye, beş para etmez’ hayır kesinlikle bu görüşte değilim. Sağlam politikacılar çıkmalı, politikanın bir yücelik sanatı olduğu kabul edilmeli, sorunlara gerçekten politik yaklaşılmalı, biz de kesinlikle karşılık veririz ve bu iyi bir sonuçlanış, çözümleniş olabilir.   Mehmet Ali Birand: Karşı taraftan ne bekliyorsunuz, ne yapmasını istiyorsunuz?    Abdullah Öcalan: Karşı taraf büyük bir haksızlık konumundadır. Tarihten günümüze kadar bir mirası devraldı, onu günümüze de pek inanmasa da sürdürmek istiyor. Tarihi bir hüküm biçmiş, yut içinde erit, bu taş bu sefer yutulacağa pek benzemiyor. Bu lokma mideyi bu sefer parçalayabilir. Onun için baskı, imha, eritme politikasından vazgeçmeliler. Bunun yerine daha uygar bir tartışma, daha yine çözümleyici bir politik mücadeleye, uyduruk değil, biçimci değil, ikide bir ordu sopasını kaldırsın, hepimizi politik sahneden kaçırtsın! Böyle politikacılık olmamalı ve bizde bu oyuna gelmeyeceğiz. Politikadan çözüm bekleyen ve buna inanan, gerçekten önderler, partiler ortaya çıkarsa, onlar çözümleri bu temelde, en azından tartışmak isterlerse, biz buna büyük bir memnuniyetle karşılık veririz. Şiddet olayını hemen durdurabiliriz, kaba baskı, işkence durdurulsun, bizim en ufacık zor bir şeyimiz görülmeyecektir. Onun için adım atması gerekenler biz değiliz, biz çok zorunlu bir savunmadayız. Saldıran diğer taraftır. Dolayısıyla da çözüm oradan gelmek durumundadır.   Mehmet Ali Birand: Son soru PKK kimden destek alıyor, yoksa tek başına mı?   Abdullah Öcalan: PKK, gerçekten Kürdistan gerçeğinin ve halkının yalnızlığının bir yansımasını yaşıyor. Söylenildiği gibi, dışarıda destek alma değil, kendi gerçekliğinin ister kapitalist sistemde ister sosyalist sistemde olsun, bir tecridini yaşıyor. Kim Kürdistan gerçeğine ulaşmak istiyorsa, politik çıkarları anında zarar görüyor. Yalnızlık Kürdistan halkı açısından budur. Bir yerde bir kişi öldürür, o hemen haber konusudur. Kürdistan’da kimyasal silahlarla bir katliam olur, o hiç ciddi değerlendirmez bile, şimdi bu büyük bir eşitsizliktir, ikili ölçüdür. Dış desteğin durumunu açıkça ortaya koyar. Sırf çıkarları sarsılmasın diye, böylesine bu silahların kullanılmamasını en azından güçlerini kullanarak engelleyebilirlerdi. Bunda bile çekiniyorlar. Ne kadar yalnız olduğunu gösterir. Yine bizim nasıl yaşadığımızı bizzat gördünüz. Biz büyük çabamızla ve de gerçekten tüm dürüstlüğümüzle kendimizi burada yaşattık. Tamamen halkımızın, yurtdışı emekçilerinin çok açık olan bağışlarıyla, maddi manevi yardımlarıyla yaşadık, tamamen bu böyledir. Düşman tümüyle tecridi ve bitirmeyi dayatır, dostlar ise kendi çıkarlarından fazla taviz vermezler. Biz de bu çıkarların, bizim öz çıkarlarımıza denk olmadığını gördük.    Dolayısıyla bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizi, temelde halkımızın gücüne dayalı olarak özgürce geliştirdik, Bu konuda sağlam bir demokrasi gücü ortaya çıkardık. Bu mücadelemizin ortaya çıkar halk gerçekliğimiz Orta Çağ kalıntılarından önemli oranda kendini arındırmıştır. Ve yine Türkiye’den özellikle sınır tanımayan bir baskı sömürü ortamına karşı da dikilen bir konuma getirilmiştir. Bu bizim Türkiye halkına da yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. Kendisinin de benzer bir konuma gelmesi, halklarımız arasındaki eşit ve özgür kardeşlik ilişkilerine götüreceğine inanıyoruz. Sürekli bu inancı muhafaza ettik. Kesinlikle yurtdışında bazı güçlerin piyonu, kesinlikle kendilerinin böyle olanların iddiasıdır. Türkiye halkını sevme, ona değer verme, biz de bir ilkedir. Kökü dışarıda olan, dışarının parasıyla silah alan ve bunu haklara karşı kullanan ve kendine de şöyle şöyle Türkçüyüz diyenler, değildir. Biz onlardan 40 kat daha fazla Türkiye halkına yakınız, sevgimiz vardır, saygımız vardır. Mücadelemiz eşit ve özgür birliği de yaratacaktır.    Birand ile röportaj sonrasında yaptığı sohbette de değerlendirmelerde bulunan Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “Daha fazla kavga, kan dökülmesi istenilmiyorsa, gerçekten Türk halkı kadar bu halkın da (Kürt halkı) bu vatan için, bu topraklar için kan dökmüştür, ter dökmüştür. İstanbul’dan tutun sınırına varana kadar bunu da görmek durumunda. Dolayısıyla bu isyanın daha fazla kan dökülmeden sonuçlanmasını istiyorsak, öyle büyüklük kompleksine tutulmadan, ‘aman ben şöyle bölünürüm, parçalanırım’ demeden kendini uygarca bir tartışmaya, sorunları uygarca konuşmaya hazırlanmalıdır. Batıdaki Türkiye halkı, Türk halkı bu konuda kendini gerçekten gözden geçirmek durumundadır. Ve gerçekten biz çok mecbur olduğumuz için, yalvardığımız için değil, kendisi için daha esenlikli, daha sağlıklı bir yaşam için bunu yapmalıdır. Buna biraz da mecburdur. Yapmasa burada en çok kendi evlatlarını toprağa verecektir. Şimdi birkaç yüz bin kişi verdi, yarın çok daha fazla sayıda verecektir. Ben gerçekten istemiyorum, gerçekten insanlara acıyoruz. Hayır, bizden daha fazla gider. Bu mesele değil. Bir tek Anadolu çocuğunun gitmesi bile gerçekten acı vericidir. Biz ne diye o fukarayı vurduk. Bunu önleyecek yol, halkın kendisinin elindedir.    Türkiye’nin resmi platforma geçmeden önce, Türkiye halkına şunu söyleyeyim, hal edemeyeceğimiz hiçbir meselenin olmadığına inanıyoruz. Halkın iktidarından tutalım halkın parlamentosu, halkın yönetimi, halkın yargısını, halkını emniyetini paylaşma konusunda, özgür bir tartışmaya, özgür bir meselenin hal edilmesine sonuna kadar varız. Biraz daha fazla Türk halkının da olsa en azından bizim de ihmal edilmiş bir kardeş de olsa kendi geldiği ortam kabul edilmelidir. Resmi güçler, bu konuda ben çok tahlil geliştirdim. Sürekli tarihten alıyoruz günümüze getiriyoruz. Ben burada öyle bazı kişilerin, tüm şeylerin kaynağı bu adamlardır. Bunlarla sonuna kadar çatışarak şöyle hal ederiz veya anlaşırız, böyle bir şey yok. Kavrayış olarak, kavram olarak Türk siyasal sistemi kendini gözden geçirmelidir. Resmi siyasal sistemi, hangi bakan, başbakan, bilmem devlet başkanı tarafından temsil edilirse edilsin, Türkiye’nin yönetimi ve tabi ki kendileri açısından çok açık olan böyle bir sorun karşısında bizden belki eleştirilir. Ve bu yüzden de çok acımasızca üzerimize gelme durumları vardır. Kararlar oluşturulmuştur, idam kararlarından tutalım imhaya kadar… Ve bunu örgütlendirerek, gittikçe daha güçlü teknik bir temele büründürerek sonuna kadar sürdürmek istiyorlar. Ben buna karşı direneceğim, bu politikaya karşı… Bunun derin bir haksızlıktan kaynaklandığını bildiğim için, bunun politikasızlık olduğunu iyi bildiğim için, kaba bir zordan başka bir şey olay olmadığını bildiğim için ben de zora yükleniyorum. Gerçekten çok zayıf, çok olanaksız, çok ürkek bir şeyden, benim kendi sorumluluğumda olan bir organizasyonla neler yapabileceğini ortaya konuldu. Bunu bazıları daha fazla geliştirebilir. Ben bunun hayranı değilim.”