Erdemirci: 26 yıl önceki ruhla yeni sürece sahip çıkılmalı 2025-02-13 09:04:53 AMED - Uluslararası komployu cezaevinde karşılayan ve 30 yılın ardından tahliye edilen Fesih Erdemirci, "Öcalan'ın fiziki özgürlüğü olmadan bir şey olmaz. 15 Şubat’ta nasıl herkes onun etrafında kenetlendiyse yine öyle bir seferberlikle bu süreç sahiplenmeli" dedi.  İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük 15 Şubat 1999 gerçekleşen uluslararası komploya karşı en büyük tepkinin ortaya çıktığı yer cezaevleri oldu. Birçok tutsak, "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemleriyle bedenlerini ateşe vererek, komployu protesto etti. "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemlerinde en az 66 kişi yaralandı, 53 kişi yaşamını yitirdi. Eylemler, sonraki süreçte de devam etti. Tutsaklar, komployu ve devam eden tecridi saç kazıtma, görüşlere çıkmama, açlık grevleri gibi eylemlerle protesto etti.    Fesih Erdemirci de komplo sürecini cezaevinde karşılayan tutsaklardan biri. Erdemirci, 1992 yılının Şubat ayında Mûş’un Gimgim (Varto) ilçesinde henüz 25 yaşındayken tutuklandı. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılandı ve “Devletin birlik ve bütünlüğünü bozma” iddiasıyla müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Erdemirci, sırasıyla Diyarbakır, Bartın, Kandıra, Bandırma, Akhisar cezaevlerinde kaldı. Erdemirci, en son Kırkağaç K Tipi Cezaevi’nde götürüldü. 30 yıllık tutsaklığın ardından 2021 yılının Nisan ayında tahliye edildi. Erdemirci ile komplo süreci ve sonrasında yaşananları konuştuk.    9 Ekim 1998'de Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasıyla startı verilen ve 15 Şubat'a kadar devam eden süreçte cezaevlerinde neler yaşandı. Özellikle 15 Şubat'tan nasıl haberdar oldunuz?    Uzun zamana yayılan bir komplo süreci vardı. Özellikle Önderliği (Öcalan) yakalama, olduğu yerden çıkarma, suikast girişimleri çok yoğundu. Dolayısıyla 1995’ten sonra komplonun ayak seslerini duyuyorduk. Bartın Cezaevi'ndeydik ve imkanlarımız çerçevesinde dışarıdaki gelişmeleri izleyebiliyorduk. Med TV’yi içeriye alabildik. Yine radyo da vardı. Haberleri ve gelişmeleri dinleyebiliyorduk, parti yayınlarını alabiliyorduk. Şubat’ın 14’ünde bir program vardı. Birden programın akışı değişti, telefonlar geldi. Anladık ki kötü bir şeyler var. Bir ara ‘Hollanda’ya iniyor’ dediler. Televizyon da oraya gitti. Halk da oraya akmaya başladı. Hollanda uçağın inişine izin vermemişti. Ertesi güne kadar bağlantı kurulamadı. Biz o gece sabaha kadar yatmadık. Sabah en son Başbakan Ecevit açıklama yaptı. Kenya’da yakalandığını, bir uçakla Türkiye’ye getirildiğini söyledi. İşte komplonun en son aşamasının, Önderliğin esir edildiği aşamasını o zaman öğrendik. Bizim için yaşamımızın en zor günüydü.   Haberi duyar duymaz tutsakların ilk tepkisi ne oldu?      Havalandırmalara çıkıp slogan attık. Gardiyanlar gitti, bir hafta içeriye gelmediler. Arkadaşlar 'Karanlığa küfretmek yerine, karanlığı aydınlatalım' şiarıyla fedai eylemlere başladı.    Kabullenmemiz çok zor oldu. Çıktık havalandırmalara slogan attık. Bizim Bartın Cezaevi’nde bütün gardiyanlar koridoru boşaltıp, gittiler. Tepkimizden korkup, bir hafta içeri girmediler, ne sayıma geldiler ne başka bir şeye geldiler. Önderliğin etrafında bir komplo çemberi oluşturuluyordu. Konuşmaları dinleyince bir şeyler hissedebiliyorduk. O zaman “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri başlatıldı. Siyasal sürece müdahale etme, Önderliğe karşı duyarlılık geliştirme anlamında bir durum gelişti. Halit Oral arkadaşın ilk eylemi oluştuktan sonra, Aynur Artan arkadaşla devam eden bir süreç başladı. Parti müdahale etti, “Arkadaşlar kendini yakmasın” dedi. Ama arkadaşlar, “Karanlığa küfretmek yerine, karanlığı aydınlatalım” şiarıyla cezaevinde peş peşe fedai eylemler geliştirdiler. Eylemler, “Önderlik için biz de cezaevlerinde bir şeyler yapabiliriz. Bizim hayat felsefemiz mekan, zaman tanımaz. Hangi mekanda olursak olalım, mücadele etme iradesini kendimizde geliştirebiliriz. Bu irade ve güçle sürecin rengini, ahengini değiştirebiliriz" anlayışıyla gelişti.    Bartın Cezaevi’nde 3 tutsağın eylemi vardı. Eylemler nasıl gelişti?   Bartın Cezaevi’nde kendini ilk yakan Murat Kaya arkadaştı. Kaya arkadaşa yetiştik. Şehit düşmeden kurtarabildik, fakat çok kötü yanmıştı. Ankara’ya tedaviye gönderildi. Doktorlar iyi bakmadı. Mumya gibi sarmışlardı. En son cezaevine getirildi. Her tarafı sargı içindeydi. Biz ona toz kapmayan özel bir oda ayırdık. Kendimiz tedavi edip, iyileştirdik. Parmakları kopmuştu, karnında büyük yanıklar vardı, iyileşmiş, artık kabuk bağlamıştı. Burnu, ağzı yanmıştı. Oradan tahliye oldu.   Bir diğer arkadaş Ali Aydın arkadaştı. 19 yaşında genç bir arkadaştı. Ali arkadaşı fark ettiğimiz için hepimiz onu takip ediyorduk. Nöbet tutmaya başladık. Bir gün çok önemli bir haber vardı. Med TV’yi açmıştık. Herkesin dikkati televizyonda olduğu için o fırsattan yaralanan Ali arkadaş, yatakhane bölümüne geçmiş, arkadaşlar fark etmemişti. Yatakhanenin arkasında 2 kapıyla içeriye girilen lavabo bölümü var. İçeriye girmiş, kapının arkasına bankları yerleştirmiş, içerideki bütün suları boşaltmıştı. Cezaevinde sular birkaç saat gelirdi, sonra birkaç saat kesilirdi. Biz bidonları doldururduk. Sürekli hazır bulunurdu. Hepsini boşaltmış. Vücudunu naylonla, bir sürü yanıcı maddeyle sarmalamış. Bir baktık slogan sesi geliyor. Herkes oraya koştu. Orada kapıları açıncaya kadar alev yükseldi. Bedeni tutuşmuş, duman içeri dolmuş. Birinci kapıyı zor açtık, ikinci tuvalet kapısı hiç açılmıyordu. Tuvaletlerin üst bölümünde zayıf bir insanın geçebileceği kadar aralık vardı. Zayıf arkadaş kapıyı açtı. Çok kötü yanmış, konuşamaz hale gelmiş ama sesi çıktığı kadarıyla hala slogan atıyordu. Yani pişmanlık, acı duymadan ziyade, hala kararlı bir şekilde dili döndüğünce slogan atıyordu. Bir şekilde ateşi söndürdük. Bir an önce hastaneye yetiştirmek istiyorduk. Arkadaşın şahadete ulaşacağı kaygısı vardı. Hastaneye götürürken, cezaevi kapısında şehit düştü.     Bartın Cezaevi'nde 3 arkadaş eylem yaptı; Murat Kaya, Ali Aydın ve Yavuz Güzel. Bir bedenin cayır cayır yanması dünyanın en zor işidir. Büyük bir inanç, direnç ve bağlılık gerektiren bir şeydir.    Çok duyarlı, direngen, yerinde duramayan bir arkadaştı. Bazen bizlere bile kızardı. Ona okuma-yazmayı cezaevinde öğrettik. Ona öğretenlerden biri bendim. En son bana bir mektup yazdı. “Ben okuma yazmayı öğrendim, ilk mektubu sana yazdım” dedi. Mektubunda, “Okuma yazmayı öğrendim, devrimciliğin birçok yerini öğrendim, artık ölümden korkmamayı öğrendim. Ölüm bizim için ne ki?” demişti. O kendi el yazısıyla yazdığı mektup hala yanımda. Bu arkadaşın Önderlik sevgisi, Önderliği kendinde hissetme çok derindir. İnsanı o eyleme götürtecek şey de odur. Önderliğin bir sözüne, kendini feda edebilecek bir arkadaş, Önderliği zor durumda kaldığında “Ben ne yapabilirim?” diye düşünen bir arkadaştı. Belki öyle yapmasaydı, başka türlü mücadele etseydi, Önderliğe daha fazla yararlı olurdu. Buna da inanıyoruz.   Bir diğer arkadaş Yavuz Güzel arkadaştı. Sema Yüce arkadaşın eylemini duyduktan sonra ısrarla Giresun’dan Çanakkale Cezaevi’ne sevk istiyor. Çıkmayınca –ağabeyi Deniz Güzel’le aynı cezaevindeydik- bizim kaldığımız cezaevine geldi. Çok genç, duyarlı, sevilen bir arkadaştı. Çok sert eleştiren, yanlışlara karşı tavizsiz olan bir arkadaştı. Ateş gibiydi fakat herkesi sever, değer verirdi. Bir 27 Kasım gününü birkaç gün geç kutladık. O an imkân yoktu, 29 Kasım’da kutladık. Kutlamada illa “Ben hizmet eden arkadaşların içinde yer alacağım” dedi. O gün kutlama bitene kadar, gece 11-12’ye kadar hizmet etti. Sonra bir baktık slogan sesi geliyor. O da o günü seçmiş. “Ben önderlik için bu eylemi yapıyorum” diye bir mektup bırakmıştı. Slogan sesine arkadaşlar erken yetişmişti. Çok nazik bir bedeni vardı. Gece bir buçuk, 2 sıralarıydı. Arkadaşlar onu çıkarıp, uzatmıştı. Israrla su istemişti ama su veremiyorduk. Bir arkadaş süngerle dudağına sürüyordu. Su verirsek şahadetine sebep olabilirdik o anda. Sonra ambulansla Bartın’daki bir hastaneye götürülüyor, oradan da Ankara’ya gönderiliyor. Haber geldi “iyiye gidiyor” diye sonra doktorlar aniden sıvı veriyor. O sıvıdan sonra vücut aniden kast katı kesiliyor ve şahadete ulaşıyor. O arkadaşın da temel özelliği Sema Yüce arkadaşın hayranı olmasıydı. Önderliği katıksız severdi.    "Önderliğe nasıl bağlı kalınır, bu halka nasıl hizmet edilir, insani değerler nasıl savunulur” en iyi onlardan öğrendik. Bartın’da bu 3 arkadaştı. Ondan sonra günlük nöbet değiştirerek, herkes birbirinin nöbetini tutmaya başladı. Sonra artık parti de, en son çok sert mesajlar gönderdi. Bir bedenin cayır cayır yanması dünyanın en zor işidir. Büyük bir irade gerektiriyor, büyük bir direnç, inanç ve bağlılık gerektiren bir şeydir. Büyük fedailerin başarabileceği bir şeydir. Bu duygunun temeli inançtır, bir şeye inanarak, bağlanarak, onu arş seviyesinde severek bağlanmadır.    Abdullah Öcalan cezaevine götürüldükten sonra kendisine hiç mektup yazdınız mı? Herhangi bir yanıt aldınız mı?    Hepimiz mektup yazardık. Bir defasında gönderdiğim mektubu, iadeli taahhütlü göndermiştim. Oraya gider, orada imzalanır, geri gelir. Onun İmralı’dan bana gelmesi bile bende büyük bir heyecan yarattı. Başkan okumuş mu bilmiyorum ama o iade kâğıdının gelmesi bile bende büyük bir heyecan yarattı. "İmralı’dan bana mektup gelmiş" dedim arkadaşlar. O duygu insanı ayakta tutan duygu. Mektupta ne yazacağımızı bilmiyorduk. Bazen içinden geldiği gibi yazamıyorsun. Karşında Önderlik var. Önderliğe yazınca “başkanım” diyorsun, tıkanıyorsun. En son bulunduğum ortamdaki arkadaşları tanıttığım bir mektup yazdım, kendimi tanıttım. Bir başka mektubumda televizyonda seyrettiğimiz bir programı yazdım. Daha sonra Kandıra’da kendimi tanıtan bir mektup daha yazdım. Avukat görüşünde o mektuptan bahsetmişti. Bu beni çok sevindirmişti. “Bu arkadaş bana mektup yazmış, selam söyleyin” demişti. Selam insana çok büyük heyecan veriyor. Anlatılmaz bir heyecan.   Kürt sorununun çözümüne dair mutlak tecridin ardından Abdullah Öcalan ile yeni görüşmeler başlatıldı. Uzun yıllar cezaevinde kalmış ve birçok sürece tanıklık etmiş birisi olarak; yeni sürece dair neler söylersiniz?     Başkana yönelik tecrit bambaşka bir amaçla yapıldı. Başkanın sürece müdahalesi cezaevinde de olsa bambaşka bir etki yaratıyor. Önderliği tecrit etme, tamamen fikirlerinin dışarıya yansımasını engellemek amacıyla yapılıyor. Tecrit; Önderliği bizden, halktan, insanlıktan koparma, düşünsel yapısının insanlığa ulaşmasına engelleme amaçlıydı. Bunu bir yere kadar sürdürüp mücadeleyi bitirmeyi amaçladılar. Tecridi uzun süre uyguladılar. Ama baktılar ki bu mücadele bitmiyor, devam ediyor. Dolayısıyla çözüm kendini dayatıyor. İmralı’ya gitmek zorunda kaldılar. Bu görüşmelerin öyle boşuna gelişmediğini hepimiz biliyoruz. Belli bir mücadelenin sonucudur. Önderliğin temel kaygısı, bu mücadelenin geldiği aşamada bir çözüme ulaşmamasıdır. Onun için Önderlik bir imkan yaratıldığı andan itibaren mücadelenin çözüme evrilmesi için her şeyi yapıyor. Bu politikayı da öyle bir şekilde yapıyor ki herkes onu konuşmak zorunda kalıyor. Şu anda bütün tartışma programlarına bakın Önderlik, Kürt sorunu ve çözüm konuşuluyor.        Ortadoğu'daki gelişmeler üzerine bize muhtaç oldular. Önderlik paradigması komployu boşa çıkardı. Bu süreç bu şekliyle çözüme doğru giderse, Önderliğin söylediği çerçeveye odaklanılırsa komplo tamamen boşa çıkarılacak.   Özellikle uluslararası alanda yeni gelişen bir durum var. 3’üncü Dünya Savaşı deniyor. “Ortadoğu’da sınırlar yeniden belirlenecek” deniyor. Bu değişen sınırların içerisinde Kürtler de olacak. Kürtler azımsanmayacak bir güce sahipler. Bizden en çok korktukları şey de; birlik olma, ortak hareket etme inancı. Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda bize muhtaç oldular. Bunu en iyi fark eden, gören Devlet Bahçeli. Bu açıdan baktığımız zaman çözüm süreci her şekliyle kendini dayatıyor. Ama bu süreç diğer seferlerde olduğu gibi tersine de dönebilir. O açıdan komplo boşa çıkarıldı. Dile getirseler de getirmeseler de, bunu önleyenin Önderlik olduğu artık herkes tarafından anlaşılmış. Komployu Önderlik boşa çıkardı. Bu hareket büyüdü, nerede bir Kürt varsa orada mücadelenin geliştiğini gördüler ve bunu bitiremeyeceklerini anladılar. Komplo esas öyle de boşa çıkarıldı. Yani gövde parçalanmadı. Komplo Önderliğin paradigmasıyla da boşa çıkarıldı. Komplonun tamamen boşa çıkarılması bu süreçle bağlantılıdır. Bu süreç bu şekliyle çözüme doğru giderse, Önderliğin söylediği çerçeveye odaklanılırsa, komplo tamamen boşa çıkarılacak. Sadece Kürt halkı için değil, bu ülkede yaşayan tüm halklar için de en iyi durum bu olacak. Yani komplonun büyük bir bölümü zaten boşa çıkarılmıştı, tamamı bu şekilde boşa çıkarılacak.   Çözüm noktasında hangi adımların atılması gerekir?    Bu savaşın bir kısır döngü oluşturduğu, savaşla bir yere varılamayacağı ve bunun bitirilmesine yönelik sinyaller var. Bir halkın üzerine “yok etme” politikasıyla gidersen o da savaşır. Savaşı, savaşanlar durdurabilir. Söz hakkı onlarındır, onlar yapabilir. Başkan ilk görüşmede, “Tecrit devam ediyor, imkanlar oluşmamış” dedi. İşte tecrit kalkar, imkan oluşursa barış olur. Fiziki özgürlük olmadan bir şey olmayacağı aşikardır. İlk defa Kürtler bir isyanı yenilmeden bitiriyorlar ve kazanmaya doğru gidiyorlar. 15 Şubat’ta Önderlik yakalandığında nasıl ki herkes onun etrafında kenetlendi, yine öyle bir seferberlikle bu süreç sahiplenilirse, kimse önünde duramaz. Kaygılarımızın hepsi bir tarafa bırakılmalıdır. Ayaklanacak en temel şey bu mücadele, halkımızın ve çocuklarımızın geleceğidir. Bu açıdan kendi geleceğimizi kurmak için, şu anda elden ne geliyorsa herkesin onu yapması gerekiyor. O yönde eksiklik var. Bu dönemde kaygılara yer yok. Diğer yandan bazı ezberlerden kurtulmak gerekiyor. Yaratıcı eylemler geliştirilebilir. Her insan kendi yüreğine, vicdanına şunu anlatmalıdır; Vicdani olarak ben sürecin yenilgisini nasıl kaldırabilirim? Şöyle düşünelim; Önderlik çıktı, geldi. Bunun heyecanı ne kadar büyük? Önderliğin çıkması demek çözümün gelmesi demektir, çözüm gücünün oluşması demektir. Bu çok anlam verici bir şeydir. Bizim vicdanımız yenilgiyi ne kadar kaldırabilir, onu hesaplamamız lazım. Ona göre tutum geliştirmemiz gerekiyor. Herkes kendinde bunu geliştirmeli.   MA / Rukiye Payiz Adıgüzel