'Efrin savaşıyla birlikte yayılan milliyetçilik erkekliği kutsuyor'

img

İZMİR – 8 Mart kapsamında düzenlenen “OHAL’de kadın olmak” konulu panelde konuşan Prof. Dr. Nilgün Toker, Efrin operasyonuyla birlikte yayılan milliyetçiliğin erkeği kutsadığını söyledi.

Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) İzmir İl koordinasyon Kurulu (İKK) Kadın Çalışma Grubu, 8 Mart sebebiyle Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde “OHAL’de Kadın Olmak” konulu panel düzenledi.

Moderatörlüğünü Elif Eda Doğan’ın yaptığı söyleşiye “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attıkları için ihraç edilen akademisyenler Prof. Dr. Nilgün Toker Kılıç ve Araştırma Görevlisi Dilek Karabulut konuşmacı olarak katıldı. Doğan’ın açılış konuşmasının ardından Prof. Dr. Toker konuştu.

KHK ile işinden ihraç edildiği zaman ekonomik açıdan ilk defa kadın olmakla ilgili bir sorunla karşı karşıya geldiğini ifade eden Toker, OHAL koşullarının, olağan koşullarda sahip olunan her türlü sınır ve dezavantajları artıran bir uygulama olduğuna değindi. Toker, OHAL’de tamamen mücadele, direnç ve hukuksal haklarının ellerinden alınmak istendiğini kaydetti. Her türlü olağanüstü koşulun ilk ve en şiddetli etkisini kadın ve çocukların yaşadığını dile getiren Toker, buna karşı Barış İmzacılarının yüzde 63’ünün kadın olduğuna dikkat çekti. Akademilerdeki kadın akademisyenlerin erkeklere oranı 7’de 1 olduğunu söyleyen Toker, bunlardan 5’te 1’inin ihraç edildiğini belirtti.

‘TOPLUM MİLLİYETÇİLİK VE MUHAFAZAKARLIK KALIPLARINA SOKULMAK İSTENİYOR’

Kadınların Türkiye’de dışlama mekanizmalarıyla mücadele ettiğini dile getiren Toker, Türkiye’de kurumsal kimlik denince akıllara erkeklerin geldiği ifadelerinde bulundu. 8 Mart mücadelesi konusunda son derece feminist mücadele veren üniversitelerden geldiklerini vurgulayan Toker, şu an öyle bir mücadelenin olmadığını aktardı. Toker, “Tarihsel olarak da, hukuksal statü olarak da OHAL, aslında savaş durumunda ilan edilen bir şeydir. Aslında Türkiye’de OHAL’in ilanı gizli bir savaşın olduğuna işaret etmiştir. Ve açık olarak daha sonra bir savaş durumu yaratıldı” şeklinde konuştu.

Türkiye’de savaş ve çatışma ortamı ilan edildiği gün toplumun milliyetçilik ve muhafazakarlık kalıplarına sokulmaya çalışıldığını belirten Toker, Efrin savaşı ile birlikte yayılan milliyetçiliğin erkeği kutsadığını söyledi. Toker, şöyle devam etti: “Savaş ve çatışma koşulları bu iki ideolojiyi tartışılmaz, dogmatik bir yapı haline getirir. Efrin savaşıyla beraber Türkiye’de milliyetçilik dalgasının ne kadar hızlı yayıldığını ve milliyetçilik dalgasını fark etmeden yayan kesimlerin olduğunu görüyoruz. Ve muhalif kesimlere karşı en ağır saldırı en fazla bu milliyetçi ideolojiden gelir. Çünkü milliyetçi ideolojinin esası öncü ideolojidir. Yani bir milletin ne olmasına ilişkin bir tarif yapar ve bu tarif genellikle yüksek bir erkeklik tarifidir. Bir tür erkeliğin kutsanmasıdır” dedi.

‘KENDİ ÜLKEMİZDE VATANSIZ KALDIK’

OHAL koşulları ve savaş politikaları nedeniyle milliyetçiliğin en büyük etkisini yine kadınların üzerinde gösterdiğini belirten Toker, kadın değerlerinin en ilkel değerlere geriletildiğini kaydetti. İhraç edilen akademisyenlere atıfta bulunan Toker, kendi ülkelerinde vatansız kaldıklarını ifade etti. Toker, “Hiçbir sosyal ve siyasal hakka sahip olmayan bir takım canlılar olarak geziniyoruz. Bizim çalışma hakkımız yok, seyahat hakkımız yok. En temel haklarımızdan yoksunuz. Bu işte kendi ülkesinde vatansız kalma halidir aslında. Bu sadece bizim için geçerli değil çok geniş kesimler için de geçerli.”

‘ATAERKİL SİSTEM ERKEKLERE DE ZARAR VERİYOR’

Toker’in sonrasında söz alan Araştırma Görevlisi Karabulut ise, OHAL öncesinde de olağan bir süreç yaşamadıkları ifadelerinde bulundu. Karabulut, OHAL’de bütün istatistiklerin kadına yönelik şiddetin arttığını gösterdiğini söyledi. OHAL’de kadın karşıtı eylem ve politikaları doğal karşıladıklarını belirten Karabulut, ataerkil sistemin erkeklere de zarar verdiğini anlattı. Karabulut, “Sürekli çalışmak zorundalar, ailelerine bakmak zorundalar, askerlik yapmak zorundalar ve daha bir sürü zorunlukları var. Fakat bunlar hep böyle kahramanlık öyküsü. Kadınlar haklarını daha çok bedeni üzerinde savunabiliyor. Örneğin ‘Benim bedenim, benim kararım’ diyerek. Aslında bu sistemin kendisi de erkeklerin bedenleri ile ilgili daha iyi olmaları gerektiğine yönelik bir dil yaratıyor ama ben hiçbir erkeğin, ‘Benim kararım, ben de böyleyim’ diye bir pankartı taşıdığını hiç görmedim” şeklinde konuştu.

‘ERKEKLER DE MEVCUT SİSTEM İÇİNDE MAĞDUR’

Erkeklerin, mevcut sistemin içerisinde aslında mağdur olduğunu fark etmediğini dile getiren Karabulut, kadınların farkında olmak konusunda erkeklerden daha ilerde olduklarını aktardı. Kadınların birbirlerine mağduriyetlerini anlattıklarını söyleyen Karabulut, bu durumun kadınları güçlendirdiğini kaydetti. Karabulut, “Mağduriyet politikası üzerinde dayanışma eşit bilinçli değil diye düşünüyorum. Yani bir insan mağdur olan bir insanla dayanışma yaptığı zaman, karşısındakinin seni zaten mağdur olarak görmek istiyor” dedi.

Söyleşi OMM Ritim Grubu’nun müzik gösterisi ve “Yarım” filminin gösteriminden sonra sona erdi.