İSTANBUL - CHP PM üyesi Müslim Sarı, cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi iç gündemlerle uğraşmanın partiyi temel sorunlardan uzaklaştırdığını söyledi. Sarı, demokratikleşme ve Kürt sorunu için bir yol haritasına ihtiyaç olduğunu belirtti.
Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesine dair yürütülen tartışmalar, Meclis açılışının yapıldığı 1 Ekim'den bu yana tüm ülkenin başlıca gündemi. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, 1 Ekim sonrası 3 kez İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüştü. Heyet, 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme sonrası "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nı kamuoyuna açıkladı. Tüm çevrelerden destek gören çağrı halen temel gündem olmayı sürdürürken, görüşme trafiği de devam ediyor.
Bu süreçte heyet ile 2 kez görüşen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürece destek verdiklerini açıkladı. Ancak ana muhalefetin sürece hangi aşamada ve ne şekilde destek sunacağı, yine Kürt sorununun çözümü ve ülkenin demokratikleşmesine dair yol haritasının ne olduğu belirsizliğini koruyor. Çeşitli çevrelerden ana muhalefet partisine sadece kendi iç sorunlarıyla uğraştığı eleştirileri de öne çıkıyor.
CHP Parti Meclisi (PM) üyesi Müslim Sarı, son süreçte yaşanan tartışmaları ve partinin bu noktadaki pozisyonu Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.
Ekim ayı başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışması sonrası yeni bir süreç başladı. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi bir defa bu bir süreç mi, önce onu bir tartışmak lazım. Orta yerde bir süreç var mı? Bunu tam bilmiyoruz. Sadece konuyla ilgili bir takım görüşmeler var. Ama içeriğini bilmiyoruz. Amacının ne olduğunu bilmiyoruz. Nereye kadar gideceğini bilmiyoruz. Bu mekanizmanın içinde kimlerin bulunduğunu, bu diyalog çerçevesinin içinde kimlerin yer aldığına ilişkin de tam kanaatimiz yok. Fakat yeni bir durum var.
Nedir bu yeni durum?
Kimilerine göre bu, yeni bir paradigma. Kimilerine göre devlet aklının geldiği yeni bir yer. Kimilerine göre Türkiye'nin demokratikleşme sürecine önemli bir katkı. Kimilerine göre iktidar partisinin kendi siyasal ajandası içine koyduğu bir şey.
Siz bu “yeniyi” nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu yeni durumun, yeni bir geçişe işaret ettiğini söyleyebilirim. Kürt meselesi bağlamında paranoyadan, bir özgüvene geçiş süreci diye tanımlayabilirim. Bunu da şu bağlamda söylüyorum; Şimdi imparatorluk ardılı bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bölünme paranoyasının geçmişten beri olduğunu değerlendiriyorum. Yani 1699 Karlofça Anlaşması’ndan beri sürekli toprak kaybeden bir devletin ‘herkes bizi arkamızdan vuruyor, arkamızdan hançerliyor’ gibi geçmişte acı tecrübeleri var. Dolayısıyla devletin kodlarında ‘herkes bizi arkadan vuruyor, herkes bizi arkadan hançerliyor’ diye bir korku halinin olduğunu genel olarak kabul ediyorum. Cumhuriyet döneminde de bu vardı. Ama şimdi geldiğimiz noktada, paranoyadan özgüvene doğru bir geçiş var.
Bu özgüven devlet açısından mı? Devletin bu tarihsel “bölünme” paranoyasını aştığını mı söylüyorsunuz?
Devlet açısından bir özgüven tabi. Bölünmeyle ilgili tartışmalara devletin daha özgüvenli bir şekilde bakabileceği bir zemini inşa etmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu aşamaya nasıl gelindi, hangi koşullar bunu sağladı?
Bir defa mevcut durumun sürdürülebilirliğiyle ilgili ciddi bir tartışma vardı. Yani bölgesel, küresel konjonktür de buna çok alan açtı. Suriye denkleminin başka bir yere doğru gitmesi ve bir anda başka bir alana açılması, bölgedeki İsrail politikaları, İran'a orta ve uzun vadede yapılacak bir takım müdahaleler, Ortadoğu'daki gelişmeler, Türkiye'nin de kendine göre bir konsolidasyon yapmasını zorunlu kıldı. Hükümet çevrelerine baktığımız zaman; daha çok küresel ve bölgesel gelişmelere karşı "iç cepheyi sağlam tutulması" biçiminde değerlendiriliyor. Bunu sadece bir konjonktürel sebep olarak görmek yerine, Türkiye'deki mevcut durumun da sürdürülebilirliği açısından önemli soru işaretlerinin olduğunu gördük bu sürecin içinde.
Sözünü ettiğiniz sürdürülebilirlik konusunu biraz daha açar mısınız?
Sorunların teşhis edilmesi ve doğru yönde analizler yapılabilmesi için Kürt meselesiyle ilgili bir ilintinin olduğunu kabul etmek gerekir. Sorunun bölünme korkusundan özgüvenli bir alana taşınmasını değerli buluyorum.
Kendilerini bir şekilde dışlanmış ve ötekileştirilmiş hisseden geniş toplumsal kesimler varsa, bunların aidiyet ilişkileri sarsılmışsa, kendilerini bir devlete yeterince ait hissetmiyorlarsa, böyle bir duygu hali oluşmuşsa, bu duygu hali de çok sürdürülebilir değildir. Yani Türkiye'de bugün iktisadi sorunlardan tutun bütün sosyolojik sorunlara kadar, bu sorunların hepsinin teşhis edilmesi, yönlendirilmesi ve doğru yönde analizler yapılabilmesi için Kürtlerle ilgili ve Kürt meselesiyle ilgili de bir ilintinin olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla hem bu içsel sebepler hem bu konjonktürel sebepler hem de dışsal sebepler böyle bir durumu önümüze getirdi. Şimdi ben devletin, yani mekanizmaların bunu doğru bir şekilde algıladıklarını görüyorum. Ve bir yerden bir yere doğru bir geçişi işaret ediyor. Ben bunu, paranoya ve bölünme korkusundan Kürt meselesine ilişkin özgüvenli bir siyasal çizgiye doğru özgüvenli bir alana doğru taşınması süreci olarak görüyorum. Bu bakımdan değerli buluyorum.
2013-2015 yıllarında da bir süreç vardı. MHP ve partiniz, o dönem karşıt bir pozisyondaydı. Bugün sürece destek noktasında. Şuan nasıl bir tablo söz konusu?
2013-2015’te yaşanan sürecin acı ve olumsuz yanlarının hükümete daha ihtiyatlı bir siyasal çizgide bu meseleye yaklaşma alanı açtığını görüyorum. Ama şimdi o dönemin hatıralarını anımsatmayan yeni yollar ve yöntemlerin ne olduğu konusu net değil. Ekim'de başlamış, üzerinden 6 ay geçmiş. Biz içeriğini hala bilmiyoruz. Neyin tartışıldığını da hala bilmiyoruz. Şuana kadar elimizde somut olarak bir tek Öcalan’ın çağrısı var. Ama mesela bu çağrının nasıl yerine getirileceği, yol haritasının ne olduğu, Türkiye'de bu sürecin nasıl ilerletileceğine ilişkin elimizde hiçbir veri yok. Süreç derinleşerek ilerleyecekse, her şeyden önce parlamentoda tartışılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Partinizde ve kimi çevrelerde, bu sürecin sonunda Erdoğan’ın yeniden seçilmesini sağlayacak koşulların yaratılacağına dair kaygılar var. Tartışmalar da bu noktadan tutuluyor, buraya indirgeniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kaygılar tamamen haksız değil. Karşımızda pragmatik bir iktidar var. İhtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Kazanımları daha da arttıracak, katkılarda bulunmak gerekiyor.
Değerlendirme yapan arkadaşların tamamen haksız olduğunu değerlendirmiyorum. Yani neticede karşımızda son derece pragmatik bir siyasal iktidar var. Her koşulda ve her şartta güncel gelişmeleri kendi lehlerini yazabilecek, kendilerini konsolide edebilecek şekilde kullanmak isteyen bir iktidar var. Dolayısıyla bir takım kaygılar oluştu bu açıdan. Yani AKP burada işte yeniden Kürtleri mi kullanıyor? Kendi siyasal ajandasının bir parçası gibi mi görüyor? Kürtler kritik bir pozisyonda. Hem yerel seçimlerde bunu gördük hem onun öncesinde bunu gördük. Dolayısıyla Kürtlerin son dönemde AKP'ye karşı da ciddi mesafelendiğini görüyoruz. Ve ön bir seçim gündemi gelebilir Türkiye'nin önüne. Yani bir kaç sene sonra bir seçim olacak. Seçimde AKP'nin yıpranmış bir iktidar olarak çok zorlandığını da göreceğiz. Dolayısıyla Kürtlerin desteğini isteyebilir. Bu kaygı var muhalefette.
Yani ben bu kaygıyı, tamamen anlamsız bir kaygı olarak değerlendirmiyorum. Ama bunun buraya indirgenmesini de doğru bulmamak gerekiyor. İhtiyatlı yaklaşmak ve izlemek gerekiyor. Ama bunu da buraya endeksleyerek, bu sürecin kazanımlarını yok saymamak gerekir. Hatta bu kazanımları daha da arttıracak, katkılarda bulunmak gerekir. Yani korkuyla ve kaygıyla hareket etmek yerine ne şekilde bu sürece katkı sağlayabiliriz diye değerlendirmek gerekir.
Bu sürece en büyük katkıyı sağlayabilecek partilerin başında ana muhalefet olması nedeniye CHP gelmiyor mu?
Cumhuriyeti kuran bir partinin, cumhuriyetin ikinci yüzyılını konuştuğumuz bir dönemde, içinde olmadığı ve desteklemediği bir sürecin Türkiye'de başarılı olacağını ben öngörmüyorum. Yani dolayısıyla CHP, ihtiyatlı davranarak bu hükümete ilişkin kaygılarını değerlendirerek ve görerek, bunları yok saymadan ama kendi tarihsel rolünü de bu süreç içinde oynamayı bilmelidir. CHP'nin içinde olmadığı hiçbir sürecin, özellikle Kürt meselesi bakımından kurucu iradenin desteklemediği ve yer almadığı hiçbir siyasal çözümün Türkiye'de bir yere gideceğini düşünmem. Başarılı olacağını da düşünmem.
CHP'nin bu sürecin dışında tutulmaya çalışıldığını düşünüyor musunuz?
CHP'nin içinde olduğu, parlamentonun aktif olarak içinde olduğu bir mekanizma işlemeli. Bu sürecin gerçek sahibinin kimi olduğunun netleşmesi gerekir.
MHP'nin CHP’yi dışlayan, sürecin içinde olmasını istemeyen bazı yaklaşımlarına şahit olduk, görüyoruz. Cumhur İttifakı'nın da CHP’yi sürecin dışına doğru itmeye çalıştığını görüyorum. Her ne kadar ortada bir siyasal irade varsa da, bu siyasal iradenin sahibinin kim olduğu net değil. Şimdi mesela bence bu sürecin en önemli problem alanlarından biri bu. Yani Devlet Bahçeli'yle başlamış bir süreç. Ama cumhurbaşkanın bu sürece biraz çekinceli baktığını görüyorum. Bir ayağı içeride, bir ayağı dışarıda. Hem sürecin içinde, süreci sahip çıkarmış gibi görünüyor ama çok da böyle can siperhane savunan gibi görünmeyen, sürecin sanki gerçek sahibi değilmiş gibi bir durum var. Bir defa bunu en önemli handikaplardan biri olarak görüyorum. İkincisi; CHP’yi bu süreçten dışlamanın da yine bir handikap olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. CHP’nin içinde olduğu şeffaf, parlamentonun aktif olarak içinde olduğu bir mekanizma işlemeli. Bu sürecin gerçek sahibinin kim olduğunun netleşmesi gerekir. Yani bu MHP mi midir? AKP midir? İkisi birlikte midir? İkisinin üstünde mi bir irade midir? Yani bunlar da çok tartışılıyor.
Şeffaflık vurgusunu, iktidar/devlet açısında sürecin “sahibinin” belli olmaması noktasında mı yapıyorsunuz?
Bunu bir handikap olarak görüyorum. Yani ben bu sürecin gerçek sahibinin AKP olduğundan çok emin değilim. Yani bir süreç başlıyor, ama ya hele bir ilerlesin bir görelim (iktidara işaret ediyor). Yani burada bir takım riskler varsa hem bu riskleri almayalım, hem de buradan olumlu şeyler çıkarsa da bunun ödülünden faydalanalım. Hükümetten böyle bir ikircikli tavır görüyorum. MHP'nin sürece çok angaje olduğunu görüyorum. Ama şimdi burada AKP ve MHP'nin üzerinde ayrı bir siyasal irade var mıdır? Adına devlet dediğimiz, yani mesela bu bir hükümet projesi midir? Bu bir devlet projesi midir? Bence bu çok şeffaf değil.
CHP’nin sürecin dışında kaldığına dönük eleştiriler var. Partinizin “tarihsel rolünü” oynayamamasının tek nedeni, iktidarın bu yönlü müdahalesi mi? CHP’den kaynaklı yönlerinin olduğunu düşünüyor musunuz?
CHP’ye bakacak olursak; Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarının partiye bu dönemde çok fazla bir şey kattığına inanmayanlardanım. Yani bu tartışmanın erken bir tartışma olduğunu düşünüyorum. CHP'nin cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden yürüttüğü tartışmanın partiyi biraz siyasetsizleşme alanına doğru ittiğini görüyorum.
Bu kadar kendi iç gündemiyle uğraşması CHP'yi Kürt sorunu gibi Türkiye’nin temel sorunlarından uzaklaştırmıyor mu?
Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları bu dönemde partiye fazla bir şey katmıyor. CHP'nin siyaseti daha çok konuşması, alanlarda yeni şeyler söylemesi ve yeni projeler üretmesi gerekir.
Evet. Bunu, bizim kendimizi siyasetsizleşme alanına doğru çekmek olarak değerlendiriyorum. Fakat yalnız Kürt sorunu değil, ekonomik sorunlar, dış politika gibi Türkiye’nin çok büyük problemleri var. Hepsinin iç içe geçtiği bir tarihsel kavşaktayken, CHP’nin siyaseti daha çok konuşması, alanlarda yeni şeyler söylemesi, yeni projeler üretmesi, bunları toplumla buluşturması gerekir. Şimdi böyle bir zamanda sadece meseleyi bir ‘cumhurbaşkanı adayı kim olacak’ tartışmasına endekslememiz ve yürütmemizin bizi biraz bu süreçlerin dışında tuttuğunu söyleyebilirim bir özeleştiri yapacak olursak. Partinin bir an önce buradan çıkması gerekiyor.
CHP yerel seçimlerde birinci parti oldu önemli kazanımlar elde etti. Psikolojik bir üstünlüğü de yakaladığı bir yerde, sonrasında iktidarla “normalleşme” adımı gelişti. Ancak şimdi kendi iç gündemlerine sıkışmış bir CHP var. Sizce partiniz seçimlerden sonraki süreci doğru yönetebildi mi?
Yerel yönetim seçimlerinden sonra ortaya çıkan siyasal sonucun aslında kümülatif muhalefete ve özel olarak da CHP’ye geniş bir siyasal çerçeve açtığına inananlardanım. Seçimi kaybetmiş ve sendeleyen bir AKP var. Psikolojik üstünlüğün muhalefete ve özellikle CHP’ye geçtiği böylesi bir siyasal konjonktür oluşmuştu. Ancak CHP’nin bu siyasal konjonktürü çok iyi değerlendiremediğine inanlardanım. Mesela erken seçim talebini ilk günden itibaren gündeme getirmemiz gerekirken, AKP'ye siyasal stratejisini, siyasal oyunlarını oluşturmasına olanak verebilecek zamanı vermememiz gerektiğine inananlardanım. Biz normalleşme ile AKP istediği zamanı vermiş olduk. Aradan bir yıla yakın bir zaman geçti, hiçbir şeyin normal olmadığını gördük. Dolayısıyla gelmiş olduğumuz nokta CHP’nin müstakbel cumhurbaşkanı adaylarından Sayın İmamoğlu'nun her geçen gün etrafındaki davalarla sıkıştırıldığını, hukuksuz bir şekilde oyunun dışına doğru itildiğini, hükümetin bunu pervasız bir biçimde yapabileceğini gördük. Normalleşme kime yaradı? Normalleşmeden kim ne elde etti? CHP’nin kazanımları ne oldu? AKP'nin kazanımları ne oldu? Kim bu işten karlı çıktı? Bunları tartışmak lazım. Ben şimdi sevinerek görüyorum; normalleşme sürecini savunan parti yöneticilerimizin de bunun aslında doğru olmadığını ve bunun bize bir şey kazandırmadığını sürecin sonunda gördü.
Partinizin yönetimindeki belediyelere son dönemlerde bir yönelim söz konusu. Partiniz neden bu kadar hedefte?
AKP’nin siyasal bir stratejisi var. Belli bir zamanda yapılacak seçimlerde, kendisini en çok zorlayacak parti olarak CHP’nin kendi iç sorunlarını tartışan, politika üretemeyen, siyasetsiz bir alana sıkışmış, sadece insanları tartışan, büyük meselelerin içine girememiş, onunla ilgili söz söyleyemeyen, siyaset üretemeyen bir parti pozisyonuna çekmek. CHP’yi buraya çekmek istiyor. Kamuoyunda da ‘bunlardan bize bir hayır yok’ algısını oluşturmak istiyor.
CHP de biraz buna alan açmıyor mu?
Biz de buna biraz alan açıyoruz. Yani neticede AKP'nin siyasal stratejisi bu ama biz de bunu görüp, buna doğru bir pozisyon almıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine uzun bir zaman var. Niye biz adayları tartışalım? Neden bu tartışmayı öne çekelim? Karşı tarafa koz veriyoruz diye düşünüyorum.
Kürt sorununun çözümüne dair tartışmalara dönersek; CHP'nin çözüme dair genel tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP sıradan bir parti değil. Bir defa ana muhalefet partisi ve seçimden birinci çıkmış bir parti. Yani oy değeri olarak karşılığı olan bir parti. Kurucu parti. Bir de cumhuriyetin yüzüncü yılı sona erip ikinci yüzyılına girerken, en büyük potansiyele sahip bir parti. Şimdi cumhuriyetin birinci yüzyılından kalan sorunlar varsa, ikinci yüzyılında bunları çözme iddiasının da en çok CHP’ye yakıştığına inanıyorum. CHP'nin sosyal demokrat olarak da bir tarihsel pozisyonu var. Bu bakımdan, etnik sorunlara ve demokrasiyle ilgili sorunlara daha duyarlı bir parti olması beklenir. Bu işin ana omurgasının ve sürükleyici partisinin CHP olması gerektiğini düşünüyorum. ‘Ben içinde miyim, dışında mıyım’ tedirginliğini hissetmeden, o mütereddit yapısından farklı olarak bu işin ana unsurunun CHP olduğunu düşünüyorum. Daha önceki dönemlerde bu konu ile ilgili hazırladığı raporlar var. Yani CHP zaman zaman bu süreçlerde yer almış, müdahale etmiş. Ben öncü olmasını beklerim.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kürt sorunu ile ilgili bir demokratikleşme paketi üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Bu çalışma ne aşamada ve bir demokratikleşme paketinin içinde ne olmalıdır size göre?
Bu çok boyutlu bir şey ama müsaadenizle bunun ayrıntılarına çok girmeyeyim. Çünkü parti bir çalışma yürütüyor bu konuyla ilgili. Meseleyle ilgili tartışmaları, henüz Bahçeli’nin Ekim ayında başlattığı süreç başlamadan önce değerlendiriyorduk. Seçim sonrası, Türkiye’nin temel meselelerine ilişkin projeler, raporlar ve politikalar üretmeliyiz diye parti içinde tartışmalar başlatmıştık. Yani ekonomi bu alanlardan biriydi, dış politika bu alanlardan biriydi, güvenlik politikaları, Kürt meselesi bu alanlardan biriydi. Yine bununla ilgili heyetlerin kurulmasını da tartışmıştık.
Bu heyetler konunun aktörleriyle bir araya gelsin, değerlendirmeleri alalım, tartışalım ve bu sürecin sonucunda bir politika önerisi ve bir yol haritası çıksın diye. Sadece Kürtlerin taleplerine indirgemeden, daha geniş bir çerçevede ele alan, bunu bir demokratikleşme meselesi gibi gören, vatandaşlıkla ilgili tartışmalardan tutun da dile ilişkin tartışmalara kadar, tanınmayla ilgili tartışmalara kadar, kayyımlar ve hukuka kadar. Kürt meselesi ve demokratikleşme süreci birbiriyle paralel ve birbirinden ayrılamaz. Bu iki süreci içeren bir yol haritasının çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu zemin de tam da bu yol haritasını üretmek açısından uygundur. Yani hem Cumhur İttifakı'nın aldığı pozisyon hem Kürt siyasal aktörlerinin aldığı pozisyon hem muhalefet partilerinin aldığı pozisyon. Neredeyse yüzde 85-90 konsensüs var.
Bu süreçte tartışılan konulardan birisi de hukuksal güvence. Bu konuda neler söylersiniz?
Bu süreç karşılıklı güvenle yürüyen bir süreç. Neticede alınmış bir inisiyatif var ama bunun içeriğini bilmiyoruz. Aslında tarafların da bunu çok bildiklerini düşünmüyorum. Öcalan’ın çağrı yapıp yapmayacağına dair şüpheler vardı ilk başta. Şimdi bir çağrı yapıldı, eksiklikleri tartışılabilir. Ama bu çağrı bir güven yaratıyor şimdilik. Yani sonuç alıyoruz demek. Şimdi SDG’nin Suriye geçici hükümetiyle yapmış olduğu anlaşmasını da bu sürecin bir parçası olarak görüyorum. Orada da bir sonuç alınıyor. Eksiklerini, yanlışlarını, yetersizliklerini tartışabiliriz ama bir somut adım var. Şimdi somut adımlar oluştukça, bu somut adımların neler olacağını daha rahat tartışabiliriz. Mesela sizin sorunuzdaki gibi işte güvenceler olmalı mı, olmamalı mı? Bu güvenceler nasıl olmalı? Bu güvenceler kimlere olmalı? Bundan sonraki adımlar ne olmalı? Şimdi bu sürecin somut şekilde tartışılması lazım önümüzdeki süreçte.
Bu çağrı bir güven yaratıyor şimdilik. Yani sonuç alıyoruz demek. Eksiklerini, yanlışlarını, yetersizliklerini tartışabiliriz ama bir somut adım var. Kimse bir siyasal sonuç elde etmeye kalkmasın.
Ama şu bizim önümüze gelirse bundan tereddüt duyarım. Yani bütün bunların hiçbirisini konuşmadan, hadi oturup anayasayı konuşalım demek gibi. İşte Mehmet Uçum’un "Yeni bir anayasaya kavuşması artık kaçınılamaz bir gerekliliktir" deyip, önümüze bir anayasa gelecekse o zaman ilk başta sorduğun soruya döneriz. Yani muhalefetin, özellikle CHP’nin kaygıları. Bu AKP'nin siyasi ajandasının parçası mıdır? Bunun parçasına kurban edemeyecek kadar değerli bir iştir bu. Kimse bir siyasal sonuç elde etmeye kalkmasın. Uçum’un açıklamalarına bakıyoruz, sürekli "milli" diyor. "Milli yargı" diyor. Ben "milli yargı" diye bir şey duymadım. "Milli yargı" nedir? Yargı yargıdır. Dolayısıyla buradan hareketle "Bir süreç var. Bu süreçte de hadi gelin anayasayı konuşalım hemen" denilirse, bu süreci iğdiş etmiş oluruz.
İktidarın böyle bir hesabı olabilir, ancak ülkede demokratikleşme sorunu var. Bunun mevcut anayasayla da bağı var. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açmak için iktidarın bagajından bağımsız olarak muhalefetin bu konuda ne yapması gerekiyor?
Türkiye bir anayasayı tartışmasın demiyorum. Ama bütün bu süreçleri tüketmeden, ‘hadi anayasayı konuşalım’ dediğiniz zaman şüpheyle bakarım diyorum. Yani Kürtler bakımından değil. Türkiye'de demokrasiyi isteyen güçler bakımından da değil. Ama iktidar bakımından ben bu işe şüpheli bakarım. Çünkü ben şunu görüyorum; Türkiye'de iktidarın kendini en rahat hissettiği bir zamanda ve zeminde seçim yapılacak. Bu seçim 2027’den önce olmayacak. 2027’ye giderken iktidar, Kürtleri bir şekilde ikna edip, 2026’da bir anayasa değişikliği referandumuna götürürse bu işi, o zaman doğru bakmayız.
Kürt siyasal hareketi, süreci bahsettiğiniz kaygılara indirgemiyor. Aksine bu durumu bir demokratikleşme meselesi olarak ele alıyor. Açıklamalar da bu yönde. Kürt siyasal hareketinin iktidarın bu "hesabına" düşebileceğini düşünüyor musunuz?
Ben Kürt siyasi hareketinin çok tarihi ve kritik bir rol aldığına inanıyorum. Konjonktür koşullar ve şartlar böyle bir rol getirdi. Türkiye'nin demokratikleşmesi çok önemli bir sorun. Demokrasi, demokratikleşme sürecinin derinleşmesi çok önemli bir tarihsel görev. Bu tarihsel görev Kürtler olmadan olmaz. Her şeyi Kürtlere bırakmıyorum. Yani hepsini Kürtler yapsın demiyorum. Ama Kürtler toplumsal muhalefetin önemli, demokratik çerçevenin önemli yapıları olarak, ‘Bizim sorunumuz ve problemlerimiz başka. Türkiye'deki demokrasiyi artık çok önemsemiyoruz" noktasına gelmemeli. Ya da bundan vazgeçmemeli. Kürtler kendi haklarını ve kendi taleplerini demokratik zeminlerde ifade ederken, aynı zamanda Türkiye'nin temel demokratik sorunlarına ilişkin yaklaşımlarından vazgeçmemeli. Yani faydacı bir yana doğru gitmemeli. Çünkü bu onların tarihsel rollerini oynamalarına engel olur. Ben Kürt hareketi açısından bunu bir risk olarak görüyorum. Yani olmasını istemem.
Türkiye'nin demokrasi sorunu var. Kürt sorunu da bu demokrasi sorununun önemli bir parçasıdır. Kürt sorununu çözmeden demokrasi sorununu çözemeyiz.
Ben, CHP’nin alması gereken pozisyonu, kamunun, devletin, Cumhur İttifakı'nın alması gereken pozisyonu belirtirken; Kürtlerin de alması gereken pozisyona ilişkin düşüncelerimi bu vesileyle söylemiş oluyorum. Çünkü Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından bütün ilerici güçlerin bir arada durmaya ihtiyacı var. Türkiye'nin demokrasi sorunu var. Kürt sorunu da bu demokrasi sorununun önemli bir parçasıdır. Kürt sorununu çözmeden demokrasi sorununu çözemeyiz. Demokratikleşmeden Kürt sorununda ilerleyemeyiz. İkisinin de birbirini besleyen süreçler olduğu gerçeğinden kopmamalı hiçbirimiz.
Birçok kesim, sürecin karşılıklı adımlarla ilerleyeceği görüşünde. Abdullah Öcalan çağrıyla ilk adımı atmış oldu. Sizce demokratikleşmenin önünün açılması için devletin hangi adımları atması gerekir?
Ben tartışmaların ne olduğunu bilmiyorum. Bundan sonraki süreçte içeriklerin ve adımların ne olduğunu da bilmiyorum. Muhtemelen bir yol haritası gelecek önümüze. Yani muhtemelen bu yol haritalarını birileri konuşuyor. Heyetteki arkadaşlar bunlara hakim mi bilmiyorum. Yani Cumhur İttifakı konuşuyor muhtemelen. Ama yol haritası ne? Bunu bilmiyoruz. İnanın bu konuyla içeriğe sahip değiliz biz. Eğer içeriğe sahip olabilirsek, bu konuda fikrimizi belirtebiliriz. Önce bu yol haritasının oluşması lazım. Çok samimi ve içten bir biçimde takvime bağlanmış, atılacak adımların oluştuğu, güven arttırıcı önlemlerin alındığı gibi. Yani devletin ve Türkiye’deki siyasal partilere düşen görevlerin de belirlendiği bir yol haritası üretmek lazım. Ama ortada tek somut şey Öcalan’ın çağrısı ve Suriye’deki anlaşma var.
QSD ve Şam geçici hükümeti arasındaki anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz, bunun Türkiye’ye olası yansımaları ne olur?
Suriye'deki anlaşmayı olumlu görenlerdenim. Türkiye'nin güvenlik kaygılarının giderilmesi açısından son derece önemli. Suriye'nin, yani oradaki Kürt unsurların entegrasyonu, Suriye'de kendilerini ifade edebilmeleri, Kürtlerin Suriye halkının ayrılmaz parçalarından biri olduğunun teyit edilmesi önemli bir şey. Türkiye'nin güvenlik kaygıları giderilmeden, Türkiye'deki sürecin sağlıklı ilerleyemeyeceğini düşünüyorum. İkisini birbirlerine bağlı görüyorum. Türkiye'deki süreç ayrı Suriye'deki süreç ayrı değil. Tam tersi aslında Suriye'deki kaygılar biraz Türkiye'deki süreci harekete geçirdi. Ama biraz zamana ihtiyaç var. Burada en önemli konu, Suriye geçici hükümetinin oluşturacağı anayasanın ve kuracağı sistemin Suriye'deki halkları hem etnisite olarak hem mezhebi olarak ne kadar kucaklayacağıdır. Suriye'deki rejimin meşru olabilmesi için önemli bir şey. Yani hem batı nezdinde hem oradaki halklar nezdinde hem komşu ülkelerin nezdinde kapsayıcı, kucaklayıcı, herkesin içinde yer aldığı bir sistemin kurulmasıyla birebir ilişkili. Çünkü soru işaretleri var, kaygılar var. Daha düne kadar katliamlar oldu.
Sık sık çözüm için Meclis zeminine işaret ediyorsunuz. CHP, Meclis zemininde nasıl bir rol oynamalı?
Sorunun samimi ve şeffaf bir şekilde ele alınması lazım. Elbette bazı süreçler arkada pişecek. Ama ana unsurların parlamentoya getirilmesi sürecin ilerlemesi açısından önemli.
Bir defa bu sorunun samimi ve şeffaf bir şekilde ele alınması lazım. Bu sorun konusunda katkı sağlayabilecek olan bütün tarafların; CHP, CHP’nin dışındaki muhalefetin, iktidarın, Kürt hareketinin önemli aktörlerinin hepsinin şeffaf biçimde konuyu tartışabilir hale getirmesi gerekiyor. Ben burada parlamento zeminini çok önemsiyorum. Elbette bazı süreçler arkada pişecek. Yani ben demiyorum ki, her şeyi hemen getirelim, parlamentoda tartışalım. Bu işin doğasına aykırı. Neticede arkada yürütülen müzakereler var. Ama ana unsurların, yani belli bir olgunluğa geldikten sonra ana unsurların parlamentoya getirilmesi, tartışılması sürecin ilerlemesi açısından önemli.
Mesela yol haritasını konuşabilmeliyiz. Ne yapacağız? Hükümet ne yapmak istiyor? Nasıl bir pozisyon almak istiyor? Bu sorunla ilişkin önerisi nedir? Dönecek muhalefete diyecek "Siz nasıl katkı verirsiniz? Siz ne diyorsunuz? Gelin oturalım, konuşalım, komisyonlar kuralım, tartışalım" demeli. Kamuoyu desteği çok önemli. Türkiye'de yaşayan bütün halklar, Kürtler, Türkler, başka unsurlar bu sürece destek veriyorsa, süreç ilerleyebilir.
Kamuoyu desteğinin önemli olduğuna işaret ettiniz. Süreç ilerlerse eğer CHP kendi tabanını nasıl ikna edecek, bunu tartışıyor musunuz? Ya da tabanınız çözüme ikna mı?
Ben CHP tabanının barıştan uzak, barışa karşı çıkan bir taban olduğunu düşünmüyorum. Yani elbette CHP’nin ikna edilmesi gereken taban unsurları olabilir. Başka partilerde de öyle. Aynı şey bence -ki daha büyük sorun- MHP'de var. Ben muhafazakar dünyada da ikna edilmesi gereken insanlar olduğunu düşünüyorum. Mesele şu; Biz ne söylüyoruz? Ne öneriyoruz? Bunu şeffaf biçimde nasıl tartışıyoruz? Yani yöntem de önemli. Şeffaf biçimde tartışabiliyor muyuz? Vatandaşın gözünün önünde, kapalı kapılar ardında olmadan.
Ben Türkiye'nin, Türkiye'de yaşayan herkesin ferasetine inanıyorum. Bakın bu topraklar önemli topraklar, medeniyetin doğduğu topraklar. Dolayısıyla bir bir akıl var burada. Yani bir toplumsal akıl var, bir devlet aklı var. Dolayısıyla ben bu meselenin çözülebileceğini düşünüyorum. Ama doğru yöntemle ilerlemesi gerekir. Bir çağrı yapıldı. Şimdi bundan sonra ne olacak? Hiçbirimiz bilmiyoruz. Ben muhalefetin bu işe destek vereceğini, katkı sağlayacağına inanıyorum.
MA / Diren Yurtsever