ÊLIH - Gülistan Tara’nın ömrünü özgürlük mücadelesine adadığını belirten ablası Dicle Erdem, “Gülistan’ın ardılları davasından, mücadelesinden, savunduğu gerçeklerden asla vazgeçmeyecek" dedi.
Türkiye tarafından 23 Ağustos 2024 tarihinde Federe Kürdistan Bölgesi’nin Silêmanî kentine bağlı Seyîdsadiq ilçesinde gerçekleştirilen saldırıda katledilen gazeteciler Hêro Bahadîn ve Gülistan Tara’nın ölümünün üzerinden bir yıl geçti. Gazetecilerin katledilmesi dünya basınında yer alması ve birçok basın kurumu tarafından kınanmasına rağmen Türkiye hakkında ne bir dava ne de yargılama oldu.
Özgür Basın emekçilerinin mücadelesinde yaşamaya devam eden gazetecilerden Gülistan Tara, Êlih’te 10 çocuklu ailenin 8’inci çocuğu olarak 24 Ocak 1983 tarihinde dünyaya geldi. Ömrünün büyük bir kısmını özgürlük mücadelesine adadı. Henüz 13-14 yaşlarında kendini tanımaya başlayan Gülistan Tara, hem Kürt hem de kadın kimliği üzerine yoğunlaştı, araştırma ve okumalar yaptı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da uluslararası komployla Türkiye’ye teslim edilmesinden etkilenen Gülistan Tara’nın, 25 Mayıs’ta Özgür Basın yolculuğu başladı. Naif ve yardımsever kişiliğiyle hafızalara kazınan Gülistan Tara’yı, ölümünün yıldönümü dolayısıyla ablası Dicle Erdem (44) ile konuştuk.
İLK BAŞKALDIRI AİLEDE BAŞLADI
Aileyi “toplumun en küçük yapısı” olarak nitelendiren Dicle Erdem, kardeşinin ilk isyanının aileye karşı olduğunu belirterek, ekledi: “Aramızdaki diyaloglarda, abimlerle olan diyaloglarda illa kendi kimliğini korumak, var etmek adına başkaldırısı oluyordu. Onunla 16 yaşına kadar beraber kaldık. Lise yıllarında bir aydınlanma, kendini gerçekleştirme yaşadı. Daha sonra farklı bir yol seçti ve o yolda devam etti. Kadın paradigması, Kürt özgürlük hareketinin çıkış noktasıyla başladı diyebilirim. Maalesef ki Kürdistan’da öncelikle halk sonrasında da kadınlar olarak ezilen ve sömürülen bir gerçekliğe sahiptik. Bu da Gülistan’da bir çıkış yarattı.”
ÇOCUKLUK YILLARI
Çocukluk anılarını anlatan Dicle Erdem, “Çok güzel bir çocukluk geçirdik. Müstakil, bahçesi olan şirin bir yerde yaşıyorduk. Çok oyun oynardık. Hem arkadaş hem dost, hem kardeş hem de yoldaştık birbirimize. Bu coğrafyada yaşamış olmanın gerçekleriyle ister istemez hüzünlü zamanlarımızda oldu. Henüz 11, 12 yaşlarındayken Eskişehir’e sürgün edildik. Orada çocukluğun verdiği saflıkla bir demoralize yaşadık ve zor zamanlar geçirdik. Babamın sürgünü ve Fatma ablamın cezaevi süreciyle beraber biraz daha zorlu süreçler bizi bekliyordu. Belki de ilk sorgulamaları, bu safhadan sonra başladı. Hayata ve sisteme karşı direnişi bu şekilde başladı” ifadelerini kullandı.
‘İNACI ONU AYAKTA TUTTU’
Kardeşiyle uzun süre kısa süreli telefon görüşmelerinin dışında hiç görüşmediklerini dile getiren Dicle Erdem, telefon görüşmelerinin ise hasret ve özlem dolu olduğunu söyledi. Dicle Erdem, “O inandı ve bir davaya bağlandı. Savunduğu değerler için tercihini yaptı. Her ne kadar hüzün, özlem olsa da bu gerçeklikler onu ayakta tutuyordu. Basın alanı bu mücadelenin en göz önünde olan alanıdır. Gerçeklerin açığa çıkması açısından değerli bir alan. Onun bu duruşu bizi teselli ediyordu. Bir özlemi vardı ama o bir devrim yolundaydı ve bu devrimin gerçekleşeceği günü sabırsızlıkla bekliyordu. Ama maalesef ki Türkiye devleti onu bizden aldı, katlettiler” diye belirtti.
‘ARDILARI MÜCADELEYİ SÜRDÜRÜYOR’
Gülistan’ın ve arkadaşlarının Kobanê, Şengal gibi savaş ve çatışma bölgelerindeki gerçekleri tüm çıplaklığıyla dünyaya duyurdukları için hedef alındıklarını söyleyen Dicle Erdem, şöyle devam etti: “Özelde de kadın basın çalışanlarına ciddi bir yönelim var. Çünkü gerçeklerin açığa çıkmasında ciddi bir emekleri var. Şengal katliamında Êzidî kadınların maruz kaldıklarını tüm dünyaya duyurdular. Kobanê mücadelesine tanıklık ettiler. Hayatlarının son anlarına kadar da gerçekleri duyurmaktan vazgeçmediler. Gülistan’ın ardılları davasından, mücadelesinden, savunduğu gerçeklikten asla vazgeçmeyecek. Bunu görüyor ve inanıyorum. Geride çok güzel bir miras bıraktılar ve tüm yoldaşları da o bayrağı layıkıyla dalgalandıracaktır. Onlar kalem ve kameralarıyla bu mücadelenin bir parçası oldular. Bu anlamda Gülistan ve Hêro’nun adı her yerde yaşatılacak ve yaşatılmaya devam edeceğine inanıyorum. Hem ailesi hem de yoldaşları olarak davasını her daim savunacağız.”
MA / Ozan Bayındır