Ekonomist Ulusoy: Dış borç toplumsal borç haline gelir

img
ANKARA – Ekonomik göstergelerin bozulduğu bir süreçte iktidarın iç ve dış borçlanma stratejisini değerlendiren Prof. Dr. Veysel Ulusoy, “Borç özel sektörün olsa da ödeyememe durumunda bu toplumsal borç haline gelmektedir. Şimdi olan da budur. Yani borcu borçla bile ödeyemiyoruz” dedi. 
 
Siyasi ve ekonomik kriz gün geçtikçe derinleşiyor. İktidarın müdahaleleriyle yeni sorunlara kapı aralanıyor. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) iktidara kapılarını açmamış olması ve Türkiye’nin aradığı swap antlaşmalarını bir türlü sağlayamaması döviz kurunu tetikliyor. Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Ulusoy, ekonomideki genel tablo ve gidişata dair sorularımızı yanıtladı.
 
TÜİK tarafından dün açıklanan düşük enflasyon ve artan fiyatlar dengesini nasıl açıklıyorsunuz? 
 
Açıklanan enflasyonun üzerinde sorgulamaların arttığı bir dönemi yaşıyoruz. 2018’den bu yana yaşanan arz şoklarına pandemiden dolayı eklenen bir talep şokunu eklediğimizde fiyatlar genel seviyesinin sokağa yansımasıyla kağıda yansıması arasında önemli açıklar oluşmaya başladı. Hatta o hale geldi ki, artık örneğin işsizlik ile enflasyonu içine alan ekonomik modellerde anlamsız, istatistiki olarak yeterli olmayan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda verilerin yanlı açıklanmasının toplumsal maliyetinin çok fazla olduğunu açıklamak isterim.
 
Bankalara bol kredi verdirtme politikası ileride ne tür sorunlara yol açar. Bankacılık sektörünü bu anlamda bekleyen bir tehlike var mıdır?
 
Finansal yatırım araçları arasında faize, dövize, değerli madenlere (altın, gümüş gibi) ve diğer alanlarda alternatifsizlikler özellikle küçük mevduat sahiplerini ve yeni yatırım yapacak kitleyi oldukça olumsuz etkilemektedir. Faizlerin negatif olduğu, dövizde bile faizin sıfır olduğu bir ortamda yatırım bilincine sahip olmayan binlerce kişinin tasarruflarını hatta aldığı kredileri ya borsaya ya da altın ve gümüşe yatırdığını görmekteyiz. Şan eseri kazanımları bir kenara bırakırsak, uzun dönemde hem bunların hem de banka kredi dengelerinin olumsuz etkileneceğini söylemek zor değildir.
 
Para basma gündeme. Böylesi bir durumda fatura kime kesilir? 
 
Hükümetin para arzını artırmasının nedeninin zorunluluktan kaynaklandığını belirtmek gerekir. Bütçe açığı ve dış ticaret açığına bir de turizm sektörü gelir açığı ve vergi gelirlerindeki düşüş eklenince geriye para basmaktan başka çare kalmadığı görülmektedir. Bunun sürdürülemeyeceği açıktır. Zira sonu enflasyonist bir baskı olur böyle durumlarda.
 
TL değer kaybettikçe döviz mevduatlarında artış görülüyor. Olumsuzlukları var mı? 
 
Her kriz döneminde halk ve firma sahipleri güvenli limanlara sığınır. Dövizde de durum böyledir. Bunun bankalarda tutulması şartıyla ekonomiye bir ek zarar getireceği fikrinde değilim. Bu süreç bir sonuç, neden değildir. Bunu tersine çevirecek politikalar esas olarak ele alınmalıdır.
 
 Ekonomide dış borç krizi ve döviz açığı devam ediyor. Bu bağlamda dış borç sorunu nereye doğru gidiyor?
 
Dış borcun ödenebilmesi durumunda sorun teşkil etmeyeceğini düşünmekle beraber, özel sektörün sınırsızca borçlanmasının toplumsal maliyeti çok fazladır. Borç özel sektörün olsa da ödeyememe durumunda bu toplumsal borç haline gelmektedir. Şimdi olan da budur. Yani borcu borçla bile ödeyemiyoruz.
 
İktidar doları 7 TL’nin altında tutmak için büyük bir enerji harcıyor. Bundan kaynaklı Merkez Bankası’nın rezervleri eriyor. Doların gidişatı ve Credit Default Swap (CSD) primindeki yükselme ne anlama geliyor?
 
Devam edemez… Zaten artık 7 liranın üstünde oluşan bir dolar değerine alışalım. Piyasaya dolar sunmakla CDS primi daha da yüksek seviyelere çıkar. Yani tersinden düşünelim. Önemli olan makro dengelerdir.
 
Türk Bankacılık Sektörü Haziran 2020 Raporuna göre bankaların net kar oranları 2019 ilk yarısı 24,9 trilyon TL iken 2020 ilk yarısı 30,9 trilyon TL olmasının sebebi nedir ve bu kadar karlı bir sektörden yabancılar neden çekiliyor? 
 
Bankacılık sektöründe karlılık önemli. Daha da önemlisi finansal piyasalara olan güvendir. Bu güven sadece piyasalara değil, siyasete olan güvenle de alakalı.
 
Euler Hermes, Küresel İflas Endeksi’ne göre 2021 yılında küresel iflaslar 2019’a oranla yüzde 35 artacak ve rekor düzeye gelecek. İflasların en çok görüleceği ülkelerin ABD, Brezilya, Çin, İngiltere, İspanya, İtalya, Belçika ve Fransa olması bekleniyor. Sizce Türkiye’de durum ne olur?
 
Her model birtakım çıkarımlara bağlı yorumlar yapabilir ama gerçek olan bir şey var ki, o da pandemi bitse de sancılı bir sürecin başlayacağını tahmin etmek zor değildir. Sadece Türkiye ekonomisinin değil, birçok ülkenin böyle bir ikinci dalgayı kaldırma gücünün zayıf olduğunu belirtmek isterim.
 
İktidarın ekonomi politikaları aynı şekilde sürdürülebilir mi ve sadece ekonomik faaliyetlerle ülke ekonomisi düze çıkar mı?
 
Ekonomideki denge bozukluklarına baktığımızda onların kısa dönemde yeniden kararlı bir yapı ortaya çıkaramayacağı açıktır. Zaten sermaye birikimi az olan ülkemizde sürecin böyle gitme lüksünün olmadığını düşünüyorum. 15-16 maddelik yapısal reformlara başlamadan, başladıktan sonra da eş-anlı sürdürmedikten sonra düzlüğe çıkmak ve büyümek konusunda pek iyimser olduğumu söyleyemem.
 
MA / Selman Güzelyüz