ANKARA - Ekonominin raydan çıkıp, devrilmek üzere olduğunu belirten iktisatçı Dr. Anıl Aba, "Kısa vadede ülkeyi ekonomik krizden hiçbir şey kurtarmaz. Orta ve uzun vadede yapısal bir dönüşümle düzlüğe nasıl çıkarız üzerine kafa yormak lazım" dedi.
Türkiye ekonomisinin yaşadığı sorunlar ağırlıklı olarak başta rezervler olmak üzere makro ekonomik göstergeler, faizler, kredi sıkışıklığı ve borç olarak sıralanıyor. Yaşanan kriz, iktidar kanadından dillendirilmediği gibi reel piyasalarla uyuşmayan açıklamalarla perdelenmeye çalışılıyor. Kurdaki endişeli gidişat karşısında iktidar, Türkiye ekonomisinin “rayına oturduğunu”, dövizdeki bu hızlı yükselmenin ise geçici olduğunu öne sürüyor.
İktisatçı Dr. Anıl Aba ile Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu konuştuk.
Ekonomide işlerin yolunda gitmediği aşikar. Birçok kesim devletin mali kriz yaşadığını belirtiyor. Siz mevcut durumu nasıl tanımlıyorsunuz?
Doğru, işler yolunda değil… Türkiye’nin ekonomik yapısı çöküşe doğru gidiyor. Bu seferki kendisini döviz krizi olarak gösteren bir borç krizi aslında. Döviz kuru, 2018 Ağustos’unda ciddi bir sıçrama yapmıştı. Biraz toparlanır gibi olduktan, hatta 6,85’te stabil bir platoya oturduktan sonra son birkaç ayda 7,5 liraya kadar geldik. Fakat esas problem, bu kez devletin maliyesinden çok özel sektörün bilançosunda. Özelleştirmeler, sözleşmeli memuriyetler falan derken devletlik pek bir şey kalmamıştı zaten.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan son dönemlerde "normalleşme adımları ile ekonomimizi rayına oturttuk" ifadelerini kullanıyor…
Yatırımlar yavaşlıyor, sıcak para çıkışı var, döviz rezervleri eriyor. Kısacası ekonomi raydan çıkmış devrilmek üzere. Ne normalleşmesi?
İşsizlik rakamlarına bakıyorsunuz, tarihi rekorlar geliyor. Dolar ve Euro yine rekor seviyelerde. Enflasyon da artık sürekli çift hanelerde seyrediyor. Büyüme oranlarında, pandemi kaynaklı daralmanın da ötesinde trend olarak bir azalış söz konusu. Yatırımlar yavaşlıyor, sıcak para çıkışı var, döviz rezervleri eriyor. Kısacası ekonomi raydan çıkmış devrilmek üzere. Ne normalleşmesi?
Ciddi kredi artışlarına rağmen arz ve talep yönlü şoklar yaşanmaya devam ediyor. Süreç nereye gider?
Pandemi bütün ekonomilere büyük darbe vurdu. Sektör olarak kazananlar, kaybedenler var. Mesela internet şirketleri kazanırken hizmet sektörü kaybetti. Dediğin gibi hem fabrikaların kapandığı, üretimin yapılamadığı yani arz yönlü bir kanal var hem de insanların alışveriş yapmadığı, AVM’lerin kapalı olduğu, gelir kayıplarının olduğu, giyim kuşam almadığı vs. gibi talep yönlü bir kanal var. Aslında bunlar son derece normal sonuçlar. Yani insanlığın başına 100 yılda bir gelen bir salgın var. Böyle büyük bir salgın başka bir üretim biçiminde olsa kimse ekonomiyi umursamaz, umursamamalıyız da zaten ama kapitalizmde nihai hedef ekonomik büyüme olduğu için şirketler, devletlerin ekonomi yönetimleri bir şekilde ekonomiyi canlı tutmaya çalışıyorlar. Üç kuruş için değer mi? Muhtemelen sonbahar ve kış aylarında geleceği öngörülen ikinci dalgayla birlikte ekonomik daralma sürecek, borçluluk artacak. Daha büyük bir patlamaya doğru gideceğiz.
Bir diğer konu ise ekonomik göstergelerin bozulduğu bir süreçte iktidarın iç ve dış borçlanma meselesi. Borçların toplumsallaştırılması gündeme gelebilir mi?
Şimdi bu sefer devletin mali yapısı önceki krizlerde olduğu kadar kötü değil. Yani bu krizin patlama noktası kamu borçluluğu değil, özel sektör borçluluğu. Büyük oranda da özel sektörün döviz cinsinden borçluluğu… Kısa vadeli borç stokunda bir artış var. Bir yıl içinde vadesi dolacak olan borçların yeniden çevrilmesi gerekiyor. Şimdiye kadar Türkiye bu borçları çevirebildi. Fakat artık giderek daha yüksek borçlanma maliyetleriyle çevirmek zorunda kalıyor. Böyle giderse de bir noktada çevirememeye başlayabilir. O zaman batan şirketler ve belki bankalar ne olacak? Yunanistan’da, Amerika’da batık şirketlerin borçları kamulaştırılarak halka ödetildi. Yani halktan zenginlere doğru bir yeniden dağıtım yapıldı. Neo-liberalizmin en jenerik özelliklerinden biridir bu. Hep söylediğimiz bir şey var: kapitalizmde kârlar özeldir, zararlar toplumsal…
Ekonomideki çalkantılı hale rağmen sermaye vergilerinin azaldığını, ÖTV ve KDV’nin sürekli arttığını gördük. Bu bağlamda mevcut ekonomi anlayışı ile toplum ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin ekonomi yönetimi, genelde arz yönlü politikalar uygulayarak pandeminin ekonomik etkilerini azaltma yolunu seçti. Amerika bile bütün yurttaşlarına koşulsuz 1200 dolarlık çekler dağıttı. Bizde çalışan ya da çalışamayanların yükünü hafifletecek önlemler almak bir yana dursun, dediğin gibi vergi artışlarıyla halkın sırtındaki vergi yükü daha da arttırıldı. Türkiye’de dolaylı vergilerin toplam gelirler içindeki payı sürekli artarken, zenginlerin ödediği vergilerin payı sürekli azalıyor. Bu bağlamda Türkiye siyasetinde pek fazla konuşulmayan bir konu olan servet vergisini daha fazla gündeme getirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bazı ülkelerde bir defalık servet vergisi tartışılıyor. Bir defalık ile başlayıp kalıcı olan bir servet vergisini sistem içinde önemli bir kazanım olarak görüyorum.
Türkiye ekonomisi için yapılan değerlendirmelerden bir tanesi de ekonominin orta gelir tuzağına düştüğü yönündeki yorumlar. Ancak kişi başı gelir 2009 seviyesine gerilemiş. Bunun sonucu ne olur?
Eğer Türkiye yapısal bir dönüşüm gerçekleştiremezse alım gücü düşmeye devam eder. Yapısal bir dönüşüm gerçekleştirse bile bir süre ‘feda’ demek zorunda kalır. Kısacası kısa vadede önümüz karanlık. Uzun vadede aydınlık olup olmayacağını siyasi mücadele belirleyecek…
Evet, dünyada tasarruf bolluğu varken, yani dolar, euro ve yen gibi para birimlerinin değerlerinin düşük olduğu yıllarda, bu sıcak para girişlerinin de etkisiyle Türkiye ekonomisi hormonlu bir büyüme dönemi yaşadı. Bu ucuz dolarları biz ne yaptık? Betona gömdük, yani inşaata yatırdık. Duble yollar, AVM’ler, rezidanslar, lüks toplu konut projeleri vesaire…
İnşaat kolay ve hızlı büyüme sağlar. Ama uzun vadede kısır bir yatırım biçimidir. İşte biz orta gelir aralığına böyle hormonlu bir büyüme ile girdik, tabii sonra da orada kaldık.
Son yıllarda ekonominin yavaşlaması ve TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesi sonucunda dolar cinsinden kişi başı gelir gerilemeye başladı. Ne olur? Eğer Türkiye yapısal bir dönüşüm gerçekleştiremezse alım gücü düşmeye devam eder. Yapısal bir dönüşüm gerçekleştirse bile bir süre ‘feda’ demek zorunda kalır. Kısacası kısa vadede önümüz karanlık. Uzun vadede aydınlık olup olmayacağını siyasi mücadele belirleyecek…
Krizin en büyük nedenlerinden biri de iktidarın içte ve dıştaki savaş harcamaları olarak gösteriliyor. Buna katılıyor musunuz?
Genelde askeri harcamalar toplam talebi arttırmak suretiyle ekonomiyi dinamik tutmaya yararlar. Keynesyen bir politikadır. Ancak böyle bir salgın varken, insanlar işe gidemezken, işsizlik rekor kırıyorken, daralan ekonomide bile enflasyon yüksek çıkıyor ve alım gücü düşüyorken İHA’lara para harcamanın topluma ne faydası var? İtalya’da halka moral olsun diye gösteri uçuşları yapıldı mesela. Bu bütçeler sağlık çalışanlarına, eğitime ve üretime ayrılabilirdi… Bu gibi sosyal harcamalar yapmak yerine savaş harcaması yapmak kısa vadede talep açığını kapatıyor ama uzun vadeli büyüme potansiyelini geriletiyor.
Kriz halinden kurtulmanın en temel yolunun risklerin düşürülmesi olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda mevcut iktidarın içte ve dıştaki Kürt politikasıyla ele alındığında Kürt sorunu ile ekonomik kriz arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir türlü çözülemeyen ya da çözülmeyen Kürt sorununun ülke ekonomisine ve risk primine olumlu katkı yaptığını söyleyemeyiz. Öte yandan Türkiye ekonomisi gerçekten büyük bir ekonomi. Dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri. Mesela küçük bir ülke olan Küba’nın şeker, tütün ve turizm odaklı bir ekonomisi var. Türkiye’nin ekonomik yapısı ise çok daha kompleks. Dolayısıyla ülkenin risk primini etkileyen faktörler de çok fazla. Kürt sorunu bunlardan biri. Ama Türkiye’nin risk priminin yüzde kaçını açıklıyor? Bilmiyorum. Matematik olarak çözmesi zor bir soru. Jeo-politika ve ekonomi arasında bir ilişki olduğu aşikar ama bu daha uzun vadeli bir bağlantı gibime geliyor. Soruyla biraz alakasız belki ama Kürt sorununun ekonomik temelli bir sorun olduğunu, ekonomi politikalarıyla çözüleceğini ve bundan ülke ekonomisinin de kazançlı çıkacağını düşünen iktisatçılar var. Ben bu görüşü eksik ve yetersiz buluyorum. Kürt sorunu öncelikle bir demokrasi sorunudur ve iktisadi kazanımlardan bağımsız bir şekilde ele alarak çözülmelidir.
Mevcut ekonomi modelinde krizden çıkışı mümkün görüyor musunuz? Görmüyorsanız hangi ekonomik model kurtarıcı olur?
Kısa vadede ülkeyi ekonomik krizden hiçbir şey kurtarmaz. Bizim orta ve uzun vadede nasıl bir yapısal dönüşüm ile düzlüğe nasıl çıkarız üzerine kafa yormak lazım.
Görmüyorum. Yok çünkü. Spesifik bir tanım yapacak olursak AKP döneminde Türkiye, tamamen dışa açık, kısa vadeli sermaye girişine bağımlı, borç artışına dayanan, inşaat odaklı bir büyüme modeli uyguladı. Bu model kısa vadede hızlı bir ekonomik büyüme ve rant yarattı. Bu rant da yandaş şirketler tarafından paylaşıldı. Biraz da partizan tabana istihdam sağlandı. Fakat bu model artık limitlerine dayandı. Hem iç talep açısından hem de finansman açısından limitlere yaklaştı. Modelin yeni rant ve istihdam yaratma alanı kalmadı. AKP’nin siyasi sıkıntısı bence buraya dayanıyor. Bundan sonra aslında esas mesele Türkiye’nin borçlarını ödeyip ödemeyeceği olacaktır. Kısa vadede ülkeyi ekonomik krizden hiçbir şey kurtarmaz. Bizim orta ve uzun vadede nasıl bir yapısal dönüşüm ile düzlüğe nasıl çıkarız üzerine kafa yormak lazım. Kastım liberal ‘yapısal reform’ paketi değil tabii. Yapısal reform dedikleri esnek işgücü piyasası, küçük devlet, sermayeye vergi teşvikleri, bireysel emeklilik falan… Bizim bunların tam tersine ihtiyacımız var. Geçenlerde Selin Sayek Böke hoca kamulaştırmadan bahsetti. Liberaller mırın kırın ettiler ama çok yerinde bir çıkıştı. CHP’nin geneli tarafından benimsenir mi bilmiyorum. Ama biz mutlaka planlama, kamuculuk, gelir ve servet dağılımını düzeltecek yeni bir vergi programı ve çevreci bir vizyon üzerinden ülkenin ekonomisini şekillendirmeliyiz.
MA / Selman Güzelyüz