Demokratik Emek Platformu: Sendikaları yeniden inşa etmeli

img
HABER MERKEZİ - Demokratik Emek Platformu, Eğitim Sen’in 11’inci Genel Kurulu’nda yaşanan gelişmelere ilişkin, “Sendikaları emeğin ve toplumun özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak yeniden inşa etmek gerekir” açıklaması yaptı. 
 
Demokratik Emek Platformu, son bir yılda Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve bağlı iş kollarında yürütülen sendikal program ve mücadele hattına dair tartışmalar ile Eğitim Sen’in 11’inci Olağan Genel Kurulu ve sonrasında yaşanan gelişmelere ilişkin yazılı açıklama yaptı. 
 
Demokratik Emek Platformu’nun açıklaması şöyle: “Öncelikle; Eğitim Sen Genel Kurulu sürecinin tüm muhataplarınca özeleştirel bir tutumla ele alınması ve önümüzdeki sürecin bu tutumun gereği olarak bir pratiğe dönüştürülmesi gerektiği açıktır. Demokratik Emek Platformu olarak; son bir yıldır çok yoğun tartışmalar, okumalar, atölyeler, çalıştaylar yaparak 2020 genel kurullar sürecini yeni bir heyecanı açığa çıkartacak, moral ve motivasyon sağlayacak, kadın örgütlülüğünü büyütecek,  içinden geçtiğimiz zorlu süreçte mücadelede kararlılığı artıracak şekilde sonlandırmayı hedeflemiştik. Bunun için de tüm siyasal ve sendikal anlayışları kapsayacak, eşitler arası ilişkiyi esas alacak demokratik bir hazırlık süreci öngörmüştük. Ortaya çıkan sonuçtan bağımsız olarak söylemek gerekirse, bunun gerçekleşmesi için de ciddi çabamız ve emeğimiz oldu. 
 
Değerlendirme, düşünce ve önerilerimizi öncelikle sınıf bileşenleriyle, siyasal anlayışlarla, kamu emekçileriyle, dostlarımızla, yoldaşlarımızla, bireylerle yüz yüze ve uygun/işlevsel platformlarda, organlarımızda paylaşmayı esas alıyor, doğru buluyoruz. Sosyal medyanın kimi zaman kendini ifade etme bir yana meramını tam anlatamamadan kaynaklı sorunları çözmekten ziyade daha da derinleştiren bir özelliğinin olduğu, kimi zaman da niyetten bağımsız olmasını umduğumuz faşizme hedef göstermeyi içeren bir araç olarak kullanıldığını düşündüğümüzden çok nadiren kullanmaktayız. 
 
DSD’NİN HEDEFİ
 
Ancak Eğitim Sen 11. Genel Kurulu sürecinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler, özellikle de DSD anlayışının Genel Kurul Delegasyonu üzerinde bir basınç oluşturmayı, Genel Kurulu anlamsızlaştırmayı, ortaya çıkacak iradenin meşruiyetini tartıştırmayı ve kamuoyunu kendi düşünce ve amaçları doğrultusunda yönlendirmeyi hedeflemesi ile oluşan sisli havanın dağıtılması için ve gerçekte neler yaşandığına dair kendi düşüncemizi ilkesel boyutta ifade etme amaçlı bu açıklamayı yapmak kamu emekçilerine, KESK’in kuruluşundan bu yana birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımıza saygımızın da bir ifadesidir. 
 
Eğitim Sen 11. Genel Kuruluna kadar gerçekleşen 9 sendikamızın Genel Kurulunda sendikal anlayışımızı ifade eden broşürümüzü dağıtmış olmamıza rağmen, yaşanan kriz sonrası adeta ilk kez yaklaşımımız öğrenilmiş, keşfedilmişçesine başlatılan tartışmayı tüm çarpıtma ve karalamalara rağmen olumlu bulduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu tartışmaların geleneksel sendikal anlayışların sorgulanmasına vesile olmasını, kapitalist sistemin yeni sermaye birikim rejiminin her yönden gelişen saldırılarına yanıt olamayan sendikal yapıların yenilenmesine yönelik somut önerilere dönüşmesini umuyoruz. Demokratik Emek Platformu olarak özellikle son birkaç yıldır bu yönlü yoğun bir tartışma, arayış ve girişimler içerisindeyiz. 
 
SORUNLARIN AŞILMASI
 
Nitekim giderek hantal bir yapıya bürünen, kendini tekrar eden, erilleşen ve bürokratikleşen anlayış ve organlarımızın yarattığı sorunlarımızın aşılması, sınıf ve kitle sendikacılığın geldiği noktada işkollarında ve KESK içerisinde var olan yapısal ve örgütsel sorunlara ilişkin 2017 kongresinde birçok işkolunda bizlerin önerisi ve diğer birçok anlayışın da ortaklaşmasıyla ‘Program ve Tüzük Kurultayı’nın karara dönüştüğünü ancak geçtiğimiz dönem içerisinde kimi dirençler nedeniyle maalesef ki hayat bulamadığını hatırlatmak isteriz. 2017 Genel Kurulların bitimiyle birlikte bu kurultayın yapılması gerektiğini defalarca dile getirmiş olmamıza rağmen Emek Hareketi ve DSD tarafından genel kurulumuzun bize yüklediği sorumluluk ihtiyaç olarak görülmemiş, ‘zor bir dönemden geçiyoruz, tüm enerjimizi çalışmalara verelim, kurultayın aciliyeti yoktur’ denilerek savuşturulmuştur. Aynı arkadaşların şimdi çıkıp da bildiri üzerine bildiri yayınlayarak ciddi yapısal sorunların olduğunu, yönetimlerde olup olmamaktan ziyade esas olarak bu sorunların tartışılmasının gerektiğini belirtmelerini hayretle izliyoruz! Bu yaklaşım en başta da sosyal medya üzerinden yürütülen tartışmaların sahiciliğine gölge düşürmektedir.
 
OYALAMA YAKLAŞIMLARI
 
Kurultay kararının boşa çıkarılması karşısında, geçen yılın başlarında, yaklaşan genel kurul nedeniyle benzer bir tartışmayı siyasal anlayışlarla toplu ya da tek tek görüşmelerde yapmaya yönelik girişimlerimiz de sonuç vermemiştir. Geride bıraktığımız bir yıl içerisinde örgütsel, yapısal ve programsal düzeyde sorunlarımıza dair kendi içerimizde gerçekleştirdiğimiz çalıştaylar sonucunda açığa çıkardığımız temel başlıklar (seçim sistemi, karar organlarımız, kadın mücadelesinin kurumsallaşması, eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık, ortak örgütlenme, esnek ve güvencesiz çalışma biçimine karşı mücadele, emeklilerin ve üniversite gençliğinin örgütlenmesi, ihraçlara dönük daha güçlü bir mücadele hattının örülmesi, güvencesizlerin örgütlenmesi, demokrasi mücadelesinin güçlendirilmesi vb.) dostlarımızla pek çok kez bir araya gelinerek paylaşılmış ve bu konularda fikir ve önerileri istenmiştir. Amacımız kongreleri temsiliyetlere sıkıştırmadan temel sorunlarımızı tabandan başlayarak çok önceden tartışmaya açmak,  kolektif bir emek ve üretimle kongrelerin önünün açılmasını sağlamak idi. Ancak yine üzülerek ifade etmek isteriz ki; her defasında genel geçer sebeplerle bir oyalama yaklaşımıyla karşılaştık ve ortak tartışma zeminlerini daha sonra gelişen pandeminin de etkisiyle gerçekleştiremedik. O dönemde bu tartışmalardan ısrarla ve nedenini anlayamadığımız kaygılarla kaçınılmasaydı eğer, bugün yönetimsel organ ve temsiliyet üzerinden açığa çıkan suni gündemlerle emekçiler meşgul edilmez, örgütlerimiz doğru bir mücadele pratiği içerisine girmiş olurlardı. 
 
Özellikle DSD ve Emek Hareketi’nden arkadaşlarımız yaşanan krizin öznesi olmamasına rağmen ısrarla sendikal mücadele anlayışlarımızın uzlaşmaz noktada olduğunu dile getirip kendilerinin sınıf mücadelesi yürüttüklerini, bizim ise ‘emek sermaye çelişkisini ve emeğin devrimci rolünü talileştiren, kültür-kimlik politikalarını esas alan, devlet-sivil toplum karşıtlığı ekseninde bir radikal demokrasi projesi tezahürüne dönüşmüş sendikal anlayış’ içinde olduğumuzu ifade etmektedirler.
 
UZLAŞMAZ TUTUM
 
Öncelikle bu açıklamanın amacı Genel Kurulda yaşanan krizin ana sebebini izaha yönelik olup sendikal mücadele anlayışımız, sınıf mücadelesine yaklaşımımız daha geniş değerlendirme konusudur. Kaldı ki, yıllardır aynı düşünce ve pratikle bu arkadaşlarımızla birlikte mücadele yürütmekteyiz. Şimdiye kadar, hatta Eğitim Sen 11. Genel Kurulu’na kadar, daha da ötesi kongrenin iki gün öncesine, yani Perşembe gününe kadar sorun olmayıp da bu dönem genel başkanlık düzeyinde bir temsiliyete sıcak bakmadığımızın ifade edilmesi sonrası soruna dönüştürülmesini, ‘uzlaşmaz tutum’ olarak değerlendirilmesini kamu emekçilerinin, demokratik kamuoyunun, sınıf bileşenlerinin takdirine bırakıyoruz. 
 
YENİ ARAYIŞLAR TARTIŞILMALI
 
Yine de sendikal mücadele anlayışımıza dair birkaç söz söylemek gerekirse; kapitalist sömürü ilişkisi; işçisi, kamu emekçisi, mevsimlik tarım işçisi, kadını, genci, işsizi, emeklisi, kısacası toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde en kılcal damarlarına kadar nüfuz ediyor. Güvencesizlik sadece iş, sosyal güvenlik, ücret vb. değil gelecek ve can güvenliği açısından da temel yaşam biçimi haline getirilmek istenmektedir. Bir avuç azınlık dışında kimsenin güvencesi kalmamıştır. Kapitalist sistem en vahşi dönemini yaşıyor dersek yanılmış olmayız. Örgütlü tek bir birey dahi bırakmamak dönemin ruhu haline gelmiş durumdadır. Böylesi bir sürece sendikaların yüzyıllık yapılarıyla ve daha çok da fordist üretim biçimine göre şekillenmiş yapılarıyla cevap olamayacakları açıktır ki zaten olamamaktadırlar. Endüstriyel kapitalizm döneminin çalışma ilişkilerine göre biçimlenmiş sendikal yapılar, gerek örgütlenme gerekse de mücadele anlayışı itibariyle yeni süreci karşılayamamakta ve sermayenin bu saldırı dalgasıyla baş edememektedirler. Bu durum sendikal harekette duraklamaya, daralmaya ve giderek bir krize yol açmaktadır. Bu sendikal anlayışı aşan yeni arayışların tartışılması gerekmektedir. 
 
YENİDEN İNŞA
 
Dolaysıyla günümüzde sendikalar salt emekçilerin iş yaşamlarında yaşadıkları sömürüye karşı mücadeledeki araçları olarak ele alınamaz. Bu dar bakışın emekçileri sisteme yedeklediği biliniyor. Sistemin çizdiği çerçevede hareket etmek sendikaları bilinçli ya da bilinçsizce sistemin organları haline getirmektedir. Gerek ülkemizde ve gerekse de dünyada bunun sayısız örneği bulunmaktadır. Bu açıdan sendikaları emeğin ve toplumun özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak yeniden inşa etmek gerekir. Sendikalar emekçileri devletçi-sınıflı sistemden koparma göreviyle bir mücadele yürütmek zorundadırlar. İşte sınıf mücadelesi tam da budur. Sınıf mücadelesini toplumsal mücadeleden koparan tüm anlayışlar eninde sonunda sistemle uzlaşır, uzlaşmaktadırlar. Gerisi laf-ı güzaftır…
 
Geleneksel sendikal anlayışlar, toplumsal mücadele ile sendikal mücadeleyi bir türlü bütünleştirememekte, dar sendikal haklar ve ücret sendikacılığından kurtulamamaktadır. Geleneksel anlayışın, tüm bu çıkmazlar karşısında on yıllardır denenen mücadele ve örgütlenme modellerini dayatması, klasik sınıf indirgemeci yöntemler dışında bir hedef koyamaması, aynı zamanda sığınmacı bir kolaycılığı da ifade etmektedir. 
 
Ülkemizde de sendikal kriz yaşanmakta ve doğru teşhis kadar doğru yönelim içine girilememesi nedeniyle kriz her geçen gün biraz daha büyümektedir. Demokratik Emek Platformu olarak en temel çıkış noktamız, arayışımız, tartışmalarımız, önermelerimiz bu tespitlere dayanmaktadır. 
 
MÜCADELENİN BÜTÜNLEŞTİRİLMESİ
 
Emek ve toplumsal mücadelenin bütünleştirilmesi amacı ve kaygımız ülkemizde çok doğal olarak temel sorunların çözümüne dair yaklaşımımıza, mücadele çizgimize yansımaktadır. Sendikalar nasıl ki, doğanın talan edilmesine, yolsuzluğa, cemaat ve tarikat örgütlenmelerine,  gericiliğe, deprem vergilerinin deprem dışında her şeye harcanmasına, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüzlere vb. sessiz kalamaz ve tavır almak zorunda iseler Kürt sorununun çözümüne, anadilinde eğitime, faşizme karşı demokrasi cephesi gibi birlikte mücadele platformlarında yer almaya da kulaklarını tıkayamaz, isteksiz davranamazlar. Kimi DSD’li arkadaşlar gibi ‘anadilde eğitimi’ söylememek için kırk dereden su getirip sonunda da ‘Türkçe dışındaki diller’ gibi tanımlamalara girişemezler, girişmemelidirler. Siyasal soykırım operasyonlarını ‘çatışmalı sürecin sonuçları’ diyerek sıradanlaştıramazlar, görmezden gelemezler. Yalnızca bir ilden 30 üyesi gözaltına alınmışken ‘sendikal gündemli başka çalışmamız var’ diyerek gönülsüzce ve son gün bir ziyaretle yetinemezler. 
 
Bu tür örnekler çoğaltılabilir, ancak bu tartışmaların sonu gelmez ve bu tartışmaların yeri yetkili organlarımızdır, kurullarımızdır. Bizler en sert tartışmalarımızı dahi işyerlerinden başlayarak Genel Kurullarımıza kadar tüm aşamalardaki organlarımızda yapmayı, sonrasında ise mücadeleyi büyütmeye hizmet edecek şekilde sonlandırmayı doğru bulmaktayız. Bu nedenle aşağıdaki hususlara ilişkin yaşananları, düşüncelerimizi, yaklaşımımızı ve tutumumuzu ifade ederek esas olarak on yıllardır oluşan kültürümüzün, birikimimizin ve hukukumuzun gereği olarak krizlerimizi, sorunlarımızı ve çözümünü de sendikal süreç içerisinde, organlarımızda arayacağımızın altını çizmek istiyoruz.
 
Eğitim Sen 11. Genel Kurulu sonrası öne çıkan bazı temel başlıklara ilişkin;
 
* Bilindiği üzere KESK ve bağlı sendikalar üç yılda bir genel kurullarını yapmaktadırlar ve son Genel Kurullar süreci 2017 yılında gerçekleştiği için 2020 yılında tüzüklerimiz gereği Genel Kurullarımızı yapma zorunluluğu bulunmakta idi. Ancak 11 Mart 2020 tarihinde resmi olarak ülkemizde de korona virüsten kaynaklı salgının baş gösterdiğinin açıklanması, sonrasında ise genelge ile tüm etkinliklerin 31 Temmuz 2020 tarihine kadar ertelendiğinin duyurulmasıyla tüm kongrelerimiz belirsiz bir tarihe kadar iptal edilmiştir. Genelge tarihinin bitimi ve 1 Haziran’da aniden ‘normalleşmeye’ geçilmesiyle birlikte çağrımızla tüm sendikalarımızda genel kurulların yapılıp yapılmaması ve tarihlendirme tartışmaları başlamıştır. Genelgeye göre 1 ay içerisinde, yani Ağustos ayı içerisinde bitirilmesi gerektiği belirtilmiş ise de yoğun tartışmalar sonrasında günümüze kadar sarkan bir takvimlendirme ortaya çıkmıştır. 
 
Bizim yaklaşımımız kısaca; pandeminin sınıfsal eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği, işsizliğin, güvencesizliğin hiç olmadığı kadar yaygınlaştığı, sağlık alanı başta olmak üzere emekçilerin özlük hakları kadar sağlıklarının da ciddi tehdit altında olduğu, pandeminin ne kadar süreceği, sonlanıp sonlanmayacağının belli olmadığı, aşının ne zaman bulunacağının muamma olduğu, mevcut haliyle sendikalarımızın ve konfederasyonumuzun oldukça atıl kaldıkları, ciddi bir mücadele programı çıkaramadıkları, alınan kararların ise yeterince hayata geçirilemediği, dolaysıyla yaz aylarının da etkisiyle vaka sayılarının görece azaldığı, dolaysıyla gerekli tedbirleri alarak kongreler sürecini hızla bitirmek gerektiği şeklindeydi. Kaldı ki siyasal partiler, barolar, odalar, TTB vb. birçok kurum da bu süreçte genel kurullarını yapmakta idi. 
 
Bu çerçevede yapılan görüşmelerde Genel Kurulların iki gün şeklinde planlanarak bitirilmesi, konuşmaların kısa tutulması, üzerinde geniş uzlaşma sağlanan önergelerin verilmesi ancak temel hususlardaki önergelerin, tüzük değişikliklerin önümüzdeki bir yıl içinde yapılacak program ve tüzük kurultayına bırakılması konularında geniş bir mutabakat sağlandı. Bu mutabakata Eğitim Sen 11. Genel Kuruluna iki gün kalana kadar DSD tam anlamıyla katılmış, bu doğrultuda hareket etmiştir. DSD grubunun açıklamalarında geri çekilmelerinin ana gerekçelerinden biri yaptığı pandemi nedeniyle Genel Kurulun ertelenmesi önerilerinin kabul edilmemesi gerekçesi doğru değildir, pandemi nedeniyle haklı kaygısı olanların duygularına hitap ederek gerçekleri ört bas etmedir. DSD’li arkadaşlar genel başkanlık dışında hiçbir yönetim formülasyonunda yer alamayacaklarını belirterek görüşmeleri terk etmelerinden hemen sonra şubeleri, arkadaşlarını arayarak pandemi nedeniyle Genel Kurulun ertelenmesi baskısı oluşturmaya çalışmışlardır. Uzun uzun açıklamalarda bulunmak yerine sadece şunu sormak isteriz: geride bırakılan 9 sendika genel kurulunda pandemi yok muydu, vaka sayıları daha az mıydı, koronavirüs salgını sadece Eğitim Sen Genel Kurulunda mı tehlikeli hale geldi?
 
Arkadaşlarımızı samimiyete davet etmeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü diğer 9 genel kurulda da tüm süreci birlikte tartışıp, delegelerimizin sağlığını korumak için hangi tedbirlerin alınması gerektiğine dair en ince ayrıntısına kadar konuşup ardından süreci birlikte örgütlerken akıllarına pandemi gelmeyip de Eğitim Sen’de gelmiş olmasının bir karşılığı yoktur. Arkadaşlarımızın artık bu gerekçeye sığınmaktan vazgeçmesini temenni ediyor, gerçekle yüzleşmeye davet ediyoruz. Biliyor ve eminiz ki, genel başkanlık talepleri karşılık bulsaydı bugün ne bu kriz yaşanacak, ne pandemi akla gelecekti!
 
*  DSD açıklamasında ‘Sendika yönetimlerinde bulunduğumuz her dönemde olduğu gibi, geçtiğimiz 3,5 yıllık dönemde de, Eğitim Sen’de bu anlayış doğrultusunda mücadele ettik. Kapitalist sömürü düzenine karşı haklarımızı, neoliberal yağmaya karşı kamunun çıkarlarını, gerici karanlığa karşı aydınlanma değerlerini, dinsel dayatmalara karşı laikliği savunan sınıf temelli bir anlayışı egemen kıldık. Gerek üyelerimiz, gerek emekçiler, gerekse toplumun geniş kesimleri arasında büyük destek bulan, Eğitim Sen’i yeniden bir umut haline getiren bu anlayış, anlaşılan o ki, Demokratik Emek Platformu’nu rahatsız etmiştir’ demektedir. Değerlendirmedeki tutarsızlık hemen göze çarpmaktadır. Sendikal anlayışlarını hakim kılmışlarsa o halde bizi niye ‘kendi görüşlerini hakim kılmakla’ suçluyorlar? Eğitim Sen’de bu mücadele anlayışı hâkim kılınmışsa sadece iki kişinin çabası ile mi hayata geçirilmiştir? Laiklik, kamuculuk eksenindeki mücadele anlayışına denk düşen eylem ve etkinliklere diğer MYK üyelerinden herhangi bir şerh düşülmüş müdür?
 
Elbette öyle bir durum yoktur. Yaklaşım ahlaki olarak da sıkıntılıdır. 3 yıl boyunca yapılan faaliyetlerin, gösterilen çabaların olumlu yanlarını kendilerine mal etmek ama genel kurulda aklanmayı, olası eleştirileri beklemeden çekip gitmenin hiçbir izahı yoktur. Bırakalım yoldaşlık hukukunda, sıradan bir arkadaşlıkta dahi böylesi bir tutumun karşılığı yoktur, bu hususta bizden bir anlayış da beklenmemelidir. 
 
Elbette bu arkadaşlarımızın mücadele anlayışına yönelik eleştirilerimiz olmuştur. Kaldı ki, kendilerinin de mücadele çizgimize yönelik defalarca eleştirileri olmuş, kimi zaman gerginliklere, ufak krizlere kadar da varmıştır. Ancak bu tür eleştirilerden kaynaklı olarak hiçbir zaman ‘biz çekiliyoruz’ demedik, demeyiz. 
 
Ülkemizde gericilik vardır, laiklik karşıtı faaliyetler hız kazanmıştır. Toplumsal ilişkiler bu çerçevede şekillendirilmek istenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden kamusal hizmetlere müdahale edilmekte, fetvalarla toplumsal ilişkilerde yeni normlar oluşturulmak istenmektedir. Hakeza özelleştirmelerle, kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasıyla sosyal devlet ortadan kaldırılmakta, kaynaklar silahlanmaya ayrılmakta, merkezi otorite daha da katı hale getirilmekte, yerel demokrasiye dair kırıntılar da ortadan kaldırılmakta, kamu kaynakları talan edilmektedir. Sendikalarımız, konfederasyonumuz bu konularda ciddi bir mücadele yürütmektedir ve yürütmelidir.
 
Ancak nasıl bir laiklik, nasıl bir kamuculuk, ‘aydınlanma değerleri’ ile resmi ideoloji ilişkisi ve daha bazı hususlarda elbette farklı bakış açılarımız vardır. Bu hususlar bu yazının kapsamını fersah fersah aşacak niteliktedir. ‘Nasıl bir laiklik, nasıl bir kamusallık ve nasıl bir bilimsellik’ başlıkları da dahil olmak üzere temel gündemlere dair dönem dönem dostlarımızla birlikte tartışmak istediğimizde ise çok olumlu yanıtlar alamadığımız en başta bu arkadaşlarımız bilmektedirler. Bugün otoriter rejimin toplumsal denetimi arttırmak için türlü bahaneler ürettiği (pandemiyle ayyuka çıktığı üzere) kadın bedeni ve emeği üzerindeki sermaye ve devlet tahakkümünün giderek arttığı bir süreçte kamusallığın özellikle de kadınlar açısından daha da kritik hale geldiği ortadadır. Yine inanç özgürlüğü temelinde yaklaştığımız laikliğe dair sahada birlikte mücadele ettiğimiz yoldaşlarımızla kavramsal düzeyde birlikte tartışma ihtiyacımızın tarafımızca dönem dönem belirtilmesinin (birbirimizi daha iyi anlamak niyetiyle olduğu açık olmasına rağmen) eleştirilerimizin bugün manipüle edilerek sanki Eğitim Sen genel kurul sürecinin tıkanmasına neden olan temel meseleymiş gibi sunulması çok açık bir şekilde DSD'nin genel kurul bileşenine yönelik sorumsuzca bir tutumudur. Yaklaşım farklılıklarımızı laiklik karşıtıymışız gibi sunmak asgari mücadele hukukunu dahi zedeler niteliktedir. İdeolojik bakış farklılıklarının tartışma zeminleri bellidir ve bundan sonra da bu zeminlerde görüşlerimizi, düşüncelerimizi ifade etmeye devam edeceğiz. 
 
Arkadaşlarımıza eleştirimiz niçin laiklik ve kamuculuk üzerinden bir mücadelenin tarif edildiğine dair değil, bütünlüklü bir mücadelenin yürütülmediğine dairdir. Toplumsal sorunlarda sadece bir alanı görüp diğer sorun alanlarına kulaklarınızı ve gözlerinizi kaparsanız orada bir sıkıntı vardır. Bunu dile getirdik, eleştirdik. Bu eleştirilerimizden dolayı Eğitim Sen genel kuruluna kadar da ‘çekilebiliriz’in iması dahi yapılmadı. Çok samimi olarak belirtmek isteriz ki, laiklik ve kamuculuğun çekilmeye gerekçe yapıldığını ilk kez Genel Kurulun birinci günü, yani cumartesi günü duyduk! Demek ki, arkadaşlarımız sadece Eğitim Sen’de böyle bir anlayışla mücadele ediyorlarmış, diğer sendikalarda böylesi bir gündemleri yokmuş! Bunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk! 
 
DSD açıklamasında, kendi yaklaşımlarını kast ederek ‘Gerek üyelerimiz, gerek emekçiler, gerekse toplumun geniş kesimleri arasında büyük destek bulan, Eğitim Sen’i yeniden bir umut haline getiren bu anlayış, anlaşılan o ki, Demokratik Emek Platformu’nu rahatsız etmiştir’ demektedirler. Birincisi, Eğitim Sen ve diğer sendikalarımız geçmişten bugüne kamu emekçilerinin umudu ve biricik gerçek temsilcisidir ve olmaya devam edecektir. Bunda işyerinde bildiri dağıtan üyemizden tutalım, şube yöneticilerimize ve her anlayıştan MYK üyesine kadar herkesin emeği, katkısı vardır. Madalyonun ikinci yüzüne gelince; Eğitim Sen’in son üç yılda üye sayısı 100 binlerden 70 binlere düşmüştür. Bu sonucun içşel ve dışsal pek çok sebebi olduğu gibi söz konusu nicel küçülmenin sorumluluğu da başta biz olmak üzere hepimizindir! 
 
Özcesi, diğer kongrelerde ayrışma gerekçesi yapılmayan ve ortak bir liste ile gidilen kongre sonuçları ortada iken yaşanan krizin asıl gerekçesinin Genel Başkanlık ısrarından/dayatmasından kaynaklandığı açıktır. 
 
* Genel Kurul sonrası tartışma başlıklarından biri de nispi temsil sistemine ilişkindir. Özellikle Emek Hareketi bu konuda eleştirilerde bulunarak cumartesi akşamı ilkin yönetime ve üst kurula isim vererek ardından gecenin ilerleyen saatlerinde divan başkanlığını arayarak seçimden çekilmesinin ana gerekçesi olarak sunmaktadır. Demokratik Emek Platformu olarak geçmişten bu yana nispi temsil sistemini mevcut durumda demokratik temsiliyeti ortaya çıkarmaya en yakın seçim yöntemi olarak görmekle beraber tabanın söz ve karar gücü haline gelmesi için sihirli değnek olarak görmemekteyiz. Bu nedenle Genel Meclis, çalışma birimleri, kadın meclisleri gibi meclis tarzında örgütlenme modelinin demokratik temsiliyetin açığa çıkarılmasında daha da önemli olduğunu düşünmekteyiz. 
 
Ne yazık ki, genel kurullarımızda bu yönde bir kararlaşma çıktığı halde Emek Hareketi altı yıldır KESK Genel Meclisinde, çalışma birimlerinde ve kadın meclisinde yer almamış, önümüzdeki dönemde de yer almayacağını ifade etmiştir. Bunun Genel Kurul kararlarını, dolaysıyla ortak irade hukukunu hiçe sayma anlamına geldiğini söylemeye bile gerek yoktur sanırız. ‘Karar da olsa biz doğru bulmuyoruz, dolaysıyla hayata geçirmeyeceğiz’ denilir ve 6 koca yıl bu noktada ısrarcı olunursa, bu kurullarda alınan kararları yerellerde uygulamada da gönülsüz davranılırsa elbette kolektif irade aşınacak, adeta koalisyon görüntüsü ortaya çıkacaktır. Emek Hareketi önümüzdeki dönemde de tavrında bir değişiklik olmadığını, ‘organlara ihraç üyeler aday olursa oy vermeyiz ama sizinle aynı yönetimlerde de yer alabiliriz’ demiştir. Sınıf mücadelesi yürüttüğünü belirten ve bu konuda kendisi dışında hiçbir anlayışın mücadele çizgisini doğru bulmayan bu arkadaşlarımızın sendikal mücadele yürüttüğü için ihraç edilen 4285 üyesinin seçilme hakkını yok sayması, kusura bakmasınlar ama devletin ihraçlar politikası karşısında uzlaşmacı bir yaklaşıma denk düşmektedir. Kendileriyle defalarca görüşülmesine rağmen tutumlarında bir değişiklik olmadığı gibi kürsülerde bu tutumlarını savunamadıklarından konuyu es geçmişlerdir. 
 
Emek Hareketi’ndeki arkadaşlarımız; kendi içine kapanan, geriye çeken, statükoda direnen, birikim rejimindeki değişiklikleri görüp buna uygun bir yapılanma tartışmasından kaçan, sorunu sadece nisbî temsile bağlayan bir tutumun içerisine girmişlerdir. Kongrelerin yapılıp yapılmaması konusunda net bir görüşün sahibi olamamışlardır. İş kollarından başlayarak komisyonların oluşması, çalışanların sorunlarını kongre gündemine taşıması önerilerimize karşılık, daha çok bunu tartıştıran bir tutumun içerisine girmişlerdir. Genel Meclis, Eş Başkanlık gibi sendikal yapısal organlara yönelik eleştiri yapmalarına, altı yıldır bu organlara katılmamalarına rağmen SES iş kolunda birkaç hafta önce gerçekleşen genel kurul sonrası görev dağılımında eş başkanlık temsiliyeti istemişlerdir! Bu tutarsızlığa rağmen eşbaşkanlıkta geldikleri noktayı olumlu buluyoruz. 
 
Eğitim-Sen Genel Kurulu öncesi Emek Hareketi yönetimde yer almak isteğini ifade etmiştir. Ancak bununla beraber nisbi temsil konusunu da gündeme getireceklerini ifade etmişlerdir. Oysa temel değişikliklerde geniş mutabakatın esas alınacağı, temel tüzük değişikliği önergelerinin bir yıl içinde yapılacak tüzük ve program kurultayına bırakıldığını bilmekte idiler. Yıllardır karşı çıktıkları nispi temsili bu dönem grupsal ihtiyaca göre savunmaları duruşları açısından şaşılacak bir şey olmasa da, tüzük ve program kurultayına bırakılması kararımızı eleştirmeleri yerinde bir eleştiri olmamıştır. Bizim nispi temsili savunmamızda bir değişiklik yoktur ve kurultayda temel gündemlerden biri olacaktır. Öte yandan Emek Hareketinin kongre divanına sunulan çarşaf listeye isim bildirmiş olmasına rağmen, gece saat on ikide listeden çekilmesinin emek ve demokrasi mücadelesine katkı sunmadığını yoldaşlığın gereği olarak ifade etmek isteriz.
 
* İhraç olup buna karşı aldıkları kendi grup kararlarının bütün bir KESK’e dayatılmasının kabul edilmemesi sonrasında bir yılı aşkın süre konfederasyon binamızın işgal edilmesi, Konfederasyon ve bazı sendika yöneticilerinin afişe edilerek hakaret ve tehdit edilmesi gibi açık tüzüksel ve ortak hukuka yönelik suçlar karşısında diğer tüm diyalog, sorunu çözme girişimleri tükenince hemen tüm siyasal anlayışlar disiplin kurullarının işletilmesi gerektiğine dair bir mutabakat oluştuğu hatırlanacaktır. Yine yönetim bileşeni siyasal anlayışlar disiplin kurullarında ne karar çıkarsa arkasında durulması konusunda da hem fikir olmuşlardır. Disiplin kurullarında gerçekleşen suç fiilleri nedeniyle ihraç edilmeleri kararı çıkmıştı. Tüzüklerimiz gereği bunun resmiyet kazanması için genel kurula sunulması gerekmektedir. 
 
Dolaysıyla ilki BES kongresinde disiplin kurulunun ihraç kararı onaya sunulmuş ve kabul edilmiştir. Hemen öncesinde sosyal medya üzerinden ve imzaya açılmış kimi deklarasyonlarla ihraç kararının yok sayılması yönünde görüşler ifade edilmekteydi. Bunu dile getiren arkadaşlar ve çevreler çok yerinde olarak yapılanlara odaklanmayıp daha çok adı geçenlerin cezaevinde olmalarını, dolaysıyla bu ortamda ihraçlarının şık ve doğru olmayacağını ifade etmişlerdir. Demokratik Emek Platformu olarak konu sık sık gündemimize gelmiş, bir formül bulunmaya çalışılmıştır. Bu arayışımız Eğitim Sen Genel Kurulu sürecinde yoğunlaşmış, ancak anlayışlar açısından genel bir mutabakat sağlanamamıştır. Özellikle KESK’i işgal edip yürütmedeki emekçileri faşizme hedef gösteren pratiğin sahibi olan KHK’li siyasal anlayışın salonda dağıttığı bildiri sorunun çözümünü zorlaştırmış, diyalog girişimlerinin önüne geçmiştir. Kamuoyunda gelişen tepki sonrasında DSD’nin ortaya çıkan sonuçtan kendini sıyırmaya çalışmasının küçük burjuva kurnazlığına denk düştüğünü özellikle belirtmek isteriz. Disiplin Kurulu başkanlığını yapan anlayışın ‘belli bir siyasal grubun disiplin kurulu eliyle tasfiyesinin zemini haline getirilmesi de, mücadele geleneğimize uygun düşmemektedir’ demesinin başka bir izahı olamaz. 
 
Sonuç olarak; Eğitim Sen 11. Genel Kurulunda açığa çıkan ve yaşanan pratiğe dair değerlendirme ve eleştirilerimiz olmakla birlikte Demokratik Emek Platformu olarak, sorundan ve yaşanan sorunun yüklediği sorumluluktan sıyrılma, kaçma gibi bir yaklaşım içinde olmadığımızı ve olmayacağımızı belirtmek istiyoruz. Çözüm odaklı tüm çabalarımıza rağmen Eğitim Sen Genel Kurul sonucunda ortaya çıkan tablo bizim için bir yoğunlaşma konusudur. 
 
Yaşanan sürece dair bize yönelik gelen, gelebilecek asılsız suçlamalar ya da ayıbını kendilerine bıraktığımız, süreci  ‘Game Of Thrones’ gibi bir benzetmelerle tarif etme dışındaki tüm eleştirilere, değerlendirmelere değer veriyor, anlam biçiyoruz. Hiçbirimizin kolaycılığa kaçma, çekilme, altı boşaltma, güçten düşürme, meşruiyet tartışması açma, yandaş sendikaları sevindirme hakkı ve lüksü yoktur, olamaz.
 
Bununla birlikte 11. Genel Kurulun meşru iradesiyle seçilen yeni yönetimi tebrik ediyor, bu zorlu dönemde kendilerine başarılar diliyoruz. Üç yıl boyunca görev yürütecek olan bu arkadaşlara her aşamada güç ve destek vermenin, faşizme, gericiliğe karşı emek, demokrasi ve kadın özgürlük mücadelesini büyütmenin hepimizin tarihsel ve toplumsal sorumluluğu olduğunun altını çizmek istiyoruz. 
 
Gerek pandemi ve gerekse de kapitalist sistemin saldırıları artarak devam ediyor. Bu yönelim KESK’in kurucu fikri olan kollektif irade, ortak akıl, birlikte mücadele ve eşitler arası hukukla boşa çıkarılacaktır. Bu tür krizleri birbirimizi güçten düşürerek, hedef göstererek değil anlayarak, tartışarak, samimiyetle, çabayla aşacağımıza inanıyoruz.”