İZMİR – Kooperatifçiliğin sadece ekonomik yarar sağlama amaçlı görüldüğü, politik yönünün ıskalandığını belirten Ortak Yaşam Kooperatifi kurucularından Hakan Çalışkan, kooperatiflerin yaşamı birlikte üretme potansiyeli taşıdığını söyledi.
Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA), 1923 yılından itibaren 21 Aralık tarihini ‘Dünya Kooperatifler Günü’ olarak kutlamaya başladı. 1994 yılına gelindiğinde ise ICA, Birleşmiş Milletlere kooperatiflerin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmada oynadıkları önemli rolü göz önünde bulundurarak Uluslararası Kooperatifler Günü ile ilgili yeni bir öneri götürdü. BM de bu öneri doğrultusunda Temmuz ayının ilk Cumartesi gününü Uluslararası Kooperatifler Günü olarak kutlanmasını ve her yılın temasının ortaklaşa tespit edilmesini kararlaştırıldı.
Uluslararası Kooperatifler Günü, 1995 yılından itibaren tüm dünyada bu tarihte kutlanmasına rağmen, Türkiye’de ise Türk Kooperatifçilik Kurumu, Kooperatifçilik Meslek Yüksek Okulları gibi bazı kooperatifler ve sivil toplum kuruluşları, bu günü hala 21 Aralık tarihinde kutlamayı sürdürüyor.
Ortak Yaşam Kooperatifi kurucularından Hakan Çalışkan, Türkiye'deki kooperatifçiliğe dair bakış açısı ve bu yöndeki çalışmaları değerlendirdi.
Bir kaç arkadaşıyla beraber 2003 yılında Ortak Yaşam Kooperatifi’ni kurduklarını dile getiren Çalışkan, "Rochdale öncüleri" olarak bilinen ve Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin (ICA) sonradan kooperatifçilik ilkeleri olarak benimsediği temel kuralları benimsediklerini ve çok amaçlı bir kooperatifçiliği amaçladıklarını dile getirdi.
Türkiye'de kooperatifçiliğe, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra tarımsal kalkınmayı amaçlayan politikalarla başlandığını söyleyen Çalışkan, yoksul ve savaşlardan çıkmış bir ülkenin topraklarının yeniden ekilebilir bir hale gelmesi için, toplumsal kalkınma modeli olarak bu yola başvurulduğunu belirtti.
KONUT KOOPERATİFÇİLİĞİ ÖRNEKLERİ
Çalışkan, Türkiye'de ülkenin ekonomik modellerinin yeniden kurulduğu 80'li yıllarda, konut kooperatifçiliğinin kötü örneklerinden dolayı kooperatifçiliğe olan itibarın ciddi bir şekilde zedelendiğini ifade etti.
Bu dönemde ekonomide şirketçi örgütlenme tarzı, sermaye katılımcı olan, üretimden çok kârı maksimize eden bir anlayış yerleştirilmeye çalışıldığını vurgulayan Çalışkan, “Ekonomi politikaları içerisinde kooperatifçilik önemsizleştiriliyorsa, buna bakış tarımsal üretime de yansıyor. Bu nedenle tarımsal üretimin düştüğü, ithalat rejiminin hakim olduğunu görüyoruz. Küçük tarım üreticilerinin, üretimi zayıfladıkça, o büyük halkanın hızlıca yoksullaşması da peşinden geliyor. Avrupa ve dünyanın pek çok ülkesinde başarılı kooperatif üretim örnekleri gelişmeye devam ederken, biz de tarımsal yoksullaşmayı aşabilmeyi amaçlayan yeni perspektifler henüz yeterli ilerlemeyi sağlayamadı" diye konuştu.
‘VARLIK İÇİNDE YOKSULLUK YAŞIYORUZ’
Günümüzde ise kooperatifçiliğin yerel yönetimlerin vaatlerine dönüşmüş olmasından kaynaklı yeniden popülerlik kazandığını ve bunun da toplumda bir farkındalık yarattığını söyleyen Çalışkan, şöyle devam etti: "Bu popülerliğin oluşmasında kişi başına düşen gelirin az olması, toplumun büyük bir kesiminin oldukça yoksul olması neticesinde sosyal politikaları savunan kimi siyasetçiler tarafından hayata geçirilmek isteniyor. Ege'de kooperatifçilik anlamında iyi örnekler yaratıldı. Kooperatifçilik ve kadın emeğinin sentezlenerek, kadın emeğinin istihdam edilmesi, örgütlenmesi, kadının emeğinin özyönetimini sağlayabileceği bir zeminin geliştiğini görüyoruz. Tarımsal üretimin oldukça zengin olduğu bir ülkeyiz ancak tarımın siyasetçiler tarafından geçmişten bugüne küçümsenmesinden gelen varlık içinde yoksulluk yaşıyoruz. Bu durumun siyaseten özeleştirisi verildiğinde, kooperatifler ve tarımsal üretimin artması ve popülerleşmesine yol açtı."
KRİZLER, SERMAYENİN ÜRETİM BİÇİMLERİNDEN DOĞUYOR
Çalışkan, kimi ülkelerde ekonomik krizden çıkış yolu olarak kooperatifleşmeye gidilmesi üzerinde de durdu.
Bun konuda Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinden örnekler veren Çalışkan, "Özelleştirmelerin yükselen değer olarak görüldüğü yıllarda, devletin üstünde kambur olarak görülen demir çelik endüstrisi iş kolunda üretim yapan Karabük Demir Çelik Entegre Tesisi kar etmediği için kapatılmak istendi. İşçilerin biriken maaşları bile verilmemişti. İşçiler, fabrikanın kapatılmasını mücadele ederek engellediler. İşçiler eliyle kooperatifleşmiş bir özyönetimle işletilen bu fabrikanın, emeğin örgütlenmesi adına önemli bir örnek olacağından, kısa sürede sermayenin eline geçirildi. Bunun bir benzerini de 2000'li yılların başında, Latin Amerika'daki krizde gördük. Latin ülkelerinde asgari diktatörlüğün sürdüğü, sermaye ve emek çatışmasının derinleştiği bir dönemdi. Ülkedeki diktatörlüğe ve yolsuzlukların açtığı yoksulluğa karşı işçiler kooperatifleşti. Kooperatiflerde örgütlenen emek, kendi özyönetimlerini kurdu. Eğitimden sağlığa, sanayiye varan pek çok üretim alanı bir anda kooperatifleşen bir alana dönüştü. Buradan da görüyoruz ki krizler, sermayenin üretim biçimlerinden doğuyor" ifadelerini kullandı.
‘REKABET ÜSTÜ BİR ORTAK ZENGİNLİĞİ YARATABİLİRİZ’
Kooperatifçiliği, sadece ekonomik yarar sağlama amaçlı bir araç olarak görmemek gerektiğinin altını çizen Çalışkan, "Kooperatifler politik araçlardır, böyle bakmazsanız, yaşamı birlikte üretme potansiyelini ıskalamış olursunuz. Herhangi bir ürünü ihtiyacımız olduğu için üretebiliriz ama ortak bir yaşamı birlikte üretmek bizim temel ihtiyacımız olmalı. Ortak bir yoksulluğun mağduruyuz, rekabet üstü bir ortak zenginliği yaratabiliriz" dedi.
MA / Sevda Aydın