İSTANBUL - Türkiye'deki ekonomik krizin "Şahsım ekonomisi"nin ürünü olduğunu belirten yazar Temel Demirer, "Felaketin sorumlusu, iflas eden rejimdir" dedi.
Türkiye uzun bir süredir ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla boğuşuyor. 2002 yılında demokrasi ve adalet söylemleri üzerinden iktidara gelen AKP, özellikle 15 Temmuz 2016’daki askeri kalkışma sonrası devreye soktuğu uygulamalarla ülkeyi uçurumun kenarına sürükledi. Kürt sorunundaki çözümsüzlük ise ekonomik krizin en önemli nedenlerinden biri olarak duruyor. Kriz gün geçtikçe derinleşirken, "Faiz indirimi yapmayacağım" diyen AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada, 3, 6, 9 ve 12 aylık vadeleri açıkladı. Bu vadeler uzmanlar tarafından "örtülü faiz" olarak tanımlanırken, bunun krize çözüm olmayacağı değerlendirmesi yapıldı.
Yazar Temel Demirer, Türkiye'de yaşanan ekonomik krizin nedenlerini ve bu krizden çıkışın rol ve modellerine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’deki ekonomik kriz gün geçtikçe derinleşirken “faiz artırımı yapmayacağım” diyen Erdoğan, geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada 3, 6, 9 ve 12 aylık vadeleri açıkladı. Erdoğan örtülü bir şekilde faiz artırımına mı gitti?
Orta yerde “Kapitalist devlet budur” dedirten bir felaketle yüz yüzeyiz. Felaketin sorumlusu, iflas eden rejim! Kim ne derse desin, fiyaskolarıyla maruf çöken bir yönetim var iktidarda.
Elbette, kuşkusuz. Ancak öncelikle bir şeyin altını çizmem gerek: Daha önceleri “Tarihin sıkıştığı” bir kesitten geçtiğimizden söz etmiştim. Tespitim hâlâ geçerli. Orta yerde “Kapitalist devlet budur” dedirten bir felaketle yüz yüzeyiz. Felaketin sorumlusu, iflas eden rejim! Kim ne derse desin, fiyaskolarıyla maruf çöken bir yönetim var iktidarda. Bunu Antonio Gramsci’nin ifadesiyle, “Zırh içindeki ölü” olarak tanımlamak mümkün. Evet, evet yaşanmakta olan felaket, mevcut rejimin “doğasında” var.
Nasıl?
Gayet basit: Janet Jacopson’un “Dark Ages Ahead/ Önümüzdeki Karanlık Çağlar (2005)” başlıklı yapıtında dikkat çektiği üzere, kapitalist toplumun kendisini destekleyen ve yeniden üreten kurumları hızla yıpranıyor. Devlet yönetimi (kamu alanları -vergi sistemi- para sistemleri, demokrasi, adalet) hızla aşınıyor, verimliliğini kaybediyor. Aile, kişisel özel alanlar hızla zayıflıyor, hatta yok olmaya başlıyor. Kentler betonlaşmaktan, tarım çökerken, kente sığınanların getirdiği aşırı (belediye hizmetlerinin kapasitesini aşan) nüfus yoğunluğundan, trafikten ve gelir dağılımındaki hızlı bozulmadan (lümpenleşmeden, mafyalaşmadan) dolayı kentler yaşanmaz hâle geliyor. Eğitim -özellikle akademik eğitim-, ticarileşerek dejenere oluyor, okuma alışkanlığı geriliyor; bilimsel metodoloji, akılcılığa yönelik saldırılar, teolojik baskı altında sulanıyor, zayıflıyor. Tarih bilinci zayıflarken, “gelecek” kavramının içi boşalıyor.
Kapitalist toplumun bir karanlık çağa girmekte olduğunu düşündüren Jacopson’u kaygılandıran tüm gelişmeleri, AKP Türkiye’sinde, siyasal İslâm rejiminin uygulamalarında kolaylıkla ve fazlasıyla görebiliyoruz. Diğer bir deyişle siyasal İslâmın rejimi toplumu, hızla bir çöküşe doğru sürüklüyor. Örneğin 23 Aralık 2021 tarihi itibariyle Merkez Bankası’nın net rezervleri eksi 50 milyar dolarken; “şahsım” ekonomisinin örtülü faizi, kral ne kadar çıplak olduğunu ortaya koymasının yanında; “Kur korumalı TL vadeli mevduat ürünü” uygulamasıyla fatura yine yurttaşa çıkarılıp; “Mevduat-kur farkı hazineden” ödenirken; fatura emekçiler ödetilerek, had safhadaki güvensizlik ortamında emekçilerin, ekonomin geleceği belirsizliğe mahkûm ediliyor.
Erdoğan son ekonomik kriz sırasında “nas” hükümlerine göre hareket edeceğini defalarca vurguladı. Bu, içinde bulunan krizi çözebilir mi?
George Orwell’in, “Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu,” saptamasıyla müsemma serbest piyasa ekonomisi talanı, “nas” mas demagojileriyle gölgelenemez. “Nas” mas operasyonuyla karar(tıl)an gelecek(sizlik)te hazinenin açıklarını kapatmak için vergiler yüksel(til)ecek, hayat pahalılığı artacak, ücretler aşağı çekilecek.
Birilerini daha zengin edip, yoksulları daha da perişan ettikleri görülmüyor mu?
Aslında soru(n) ne faiz ne de döviz kuru da değil; asli mesele kapitalist ücretli kölelik talanının krizi. Eşyayı kendi adıyla çağırıp, böyle tarif etmeliyiz. Çünkü “Aldatma çağında gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir,” George Orwell’in işaret ettiği gibi! Verili güzergâhta sistem açısından “mükemmel fırtına” biçimleniyor.
Doların ateşini iktidar nasıl bir yöntem ile düşürdü ya da düşürebildi mi?
Kapitalizm soru(n) çözmez; sadece öteler, bastırır; hepsi o kadar. Coğrafyamızdaki “zırh içindeki ölü” rejimi baskıları yoğunlaştıran narko-ekonomisi ile bir takım soru(n)ları erteliyor. Bunu herkes görüyor.
Düşürmedi; sadece öteledi; hem de soru(n)ların yarı çapını genişleterek. Kapitalizm soru(n) çözmez; sadece öteler, bastırır; hepsi o kadar. Coğrafyamızdaki “zırh içindeki ölü” rejimi baskıları yoğunlaştıran narko-ekonomisi ile bir takım soru(n)ları erteliyor. Bunu herkes görüyor. Lakin bu “çözüm” falan değil. Tam tersi çözümsüzlükleri büyüten bir “delirum/ çıldırma” hâli…
Bu konuda birkaç şeyin altını çizmekte yarar var. İsviçre merkezli Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim’inin raporuna göre, 193 ülke arasında organize suç oranlarının yüksek olduğu 12’inci ülke konumunda Türkiye var. Suç örgütlerinin Avrupa ve Ortadoğu’da uyuşturucu satışında oynadığı rolün altını çizen El Pais gazetesinin ifadesiyle “Yeni kokain rotası!” Gazeteci-yazar Timur Soykan, suç ilişkilerinin artışında hükümetin varlık barışıyla ilişkisine işaret edip, “Kara parayı getiriyorsunuz, kimse size sormuyor” diyor. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in, mafya-siyaset-güvenlik sarmalına ilişkin iddiaları da işin cabası.
Gerçekten de Peker’in ifşaatına ilişkin olarak sorumlular düzeyinde bir suskunluğun yaşandığı Türkiye’de Erdoğan, Adalet Bakanı, yandaş basın, Demirören Grubu, Ziraat Bankası susuyor. Savcılar harekete geçemiyor. Meclis’te inceleme komisyonu kurulmasına AKP ve MHP birlikte karşı çıkıyor. Bunlar bir şeyler anlatmıyor mu? Mafya dedikoduları, ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk ve bu yüzden artan intihar vakalarıyla mülhem coğrafyamıza ilişkin olarak aktarayım: Kara parayı yıkama adaları vardı. MAN Adası, Kıbrıs Adası, Ceyman Adası, Seychelles Adaları gibi. Şimdi Türkiye’yi “Kara Para Yıkama Hamamı Ülkesi” yaptılar. Size ipucu vereyim. “Varlık Barışı nedir? Niçin ilan edilir? Ne zaman başladı? Son 12 yılda 7 kez Varlık Barışı ilan etme ihtiyacı neden duyuldu?” sorusunu dillendiren Necati Doğru haksız mı? Kapkara bir şeyler olurken; buna “ateşi düşürmek” deseler de; bir şeyler kavrulup yanarak aydınlatıyor hakikâtleri.
Doların bu düşüşünün kısa süreli olacağı yönünde yorumlar da yapılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aksi mümkün mü? Kaldı ki tedrici müdahaleler ile acı gerçekleri perdelemek mümkün mü? Bankalar üç yılda 73 milyar liralık tahsili gecikmiş alacağını satarken; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Haziran 2021 verilerine göre İstanbul’un yüzde 80’i kredi borçlusu ve 2021’nin ilk üç ayında 500 bin kişi daha bankalara borçlandı. 34.5 milyon kişinin 899 milyar lira borcu var. 2021’in Eylül’ünde 9 bin 608 esnaf daha iflas etti. Üç ayda kepenk indiren esnaf sayısındaki artış yüzde 63’e ulaşmışken; Prof. Dr. Mustafa Özer, “Ortada ‘ekonomiyi uçuran’, iş, aş, refah ve istikrar yaratan bir büyüme yok” diyor ve ekliyor Prof. Dr. Ümit Özlale de: “Cumhurbaşkanı’nın ekonomiyle ilgili her konuşması Türkiye’nin dış borcunu 112 milyar TL artırdı!”
Bir çöküşten söz etmek abartı falan değil. 3 yılda 10 bin milyoner ve 13 bin iş insanının ülkeyi terk ettiğini söyleyen Milletvekili Prof. Dr. Fethi Açıkel, “Yurtdışına göç eden gençlerin sayısı da yüzde 70 arttı,” derken; Türkiye’nin büyük bir stagflasyon tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyen ekonomist Evren Devrim Zelyut, “Vatandaşın cebinde parası kalmadı, alım gücü bitti. Büyük bir ekonomik durgunluk yaşayacağız” diye uyarıyor.
Şaka değil. AKP iktidarı döneminde intiharlar 60 bine dayandı. İşini ve aşını kaybettikleri için canlarına kıyanların sayısı 2021’in ilk beş ayında 150’yi aştı. Milli Savunma Bakanlığı’na göre, TSK’nin 2021 için belirlenen başlangıç ödeneğinin üç katından fazlası yıl ortası itibarıyla harcandığı belirtildi. Dolayısıyla Charles Dickens’in, “Otlar öyle büyük hızla çoğalıp yayılıyor ki, yoksulluk da öyle!” diye betimledikleri bir hâl yaşanıyor ve bu tarihi sıkıştırarak daha da ağırlaşacak…
Peki Türkiye’deki krizin ana kaynağı sizce nedir?
Gelir eşitsizliğinde 11 yılın en kötü seviyesi görüldü. Açlık sınırı 18 yılda 6 kat arttı ve gelir adaletsizliği makası açıldı.
Elbette kapitalist sermaye birikim modeli rejimi! Coğrafyamızda toplam gelirin yüzde 47’si nüfusun en zengin yüzde 20’sinin cebini doldururken, en yoksul yüzde 20’lik kesim gelirden yalnızca yüzde 5,9 pay alabildi. Gelir eşitsizliğinde 11 yılın en kötü seviyesi görüldü. Açlık sınırı 18 yılda 6 kat arttı ve gelir adaletsizliği makası açıldı. Ayrıca 2019-2021 kesitinde bankaların altın ve döviz hesapları 64.2 milyar dolar arttı. Bu paranın 30.1 milyar dolarını 1 milyon TL’den fazla parası olan hesaplar satın aldı. Milyoner hesaplar toplam hesaplar içinde binde 2’lik bir azınlığı oluşturuyor. Sözünü ettiğim zenginliğin yol açtığı eşitsizliğe gelince! Yine coğrafyamızda en zengin “10 kişi” ile en yoksul “10 kişi” arasındaki fark 14.6 kata çıktı. Kapitalizmsiz kriz konuşulamaz. Aksi beyhude bir gevezeliktir.
Bu krizin çözümüne ilişkin çok sayıda ekonomist ve siyasi parti, “sistem içi restorasyon, faiz artırımı, iktisadın kurallarına dönüş” şekilde çözüm modelleri sunuyor. Mevcut krizi bu öneriler çözmeye yeter mi?
Mümkün değil. Emperyalist ve işbirlikçi tekelci sermaye kamulaştırılmadan emekten yana kalıcı çözüm mümkün değil.
Öcalan, 5 ciltlik savunmasının ikincisi olan “Demokratik Uygarlık Çözümü” kitabında “Kapitalizm ekonomiyi en son küresel aşamasında zirveye çıkarttığı ‘borsa, kur ve faiz’ piyasası denilen para-kâğıt oyununa çevirerek düşmanlığını, gerçek ekonomiyle ilgisizliğini fazlasıyla ve tüm toplumun gözüne sokarcasına kanıtlamaktadır” diyor. Günümüzdeki kurun hareketlenmesine bakıldığında bu tespiti nasıl yorumluyorsunuz?
Emperyalist kapitalizmin “kupon kesen”, “asalak”, “rantiye” özelliklerinden V. İ. Lenin, ‘Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nda net biçimde ifade edip, “Para gücü üzerine kurulmuş bir toplumda, bir avuç zengin insan asalak hâlinde yaşarken emekçi yığınların yoksulluk içinde süründükleri bir toplumda gerçek fiili hiç bir özgürlük olamaz” dedi. Özetle kur oyunlarından insan(lık) ile doğanın yıkımına uzanan yelpazede işaret ettiklerinizin tümü kapitalist felakete mündemiçtir; çok önceleri Thomas Paine’in de, “Yoksulluk doğanın değil uygarlığın ürünüdür!” ifadesini kullanmıştı.
MA / Ferhat Çelik