Ekonomist Önder: ‘TL vadeli mevduat’ uygulaması da işe yaramayacak

img
İSTANBUL - Erdoğan'ın açıkladığı “Kur korumalı TL vadeli mevduat” uygulamasını değerlendiren Ekonomist İzzettin Önder, uygulamanın bir işe yaramayacağını söyledi. 
 
Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik kriz gün geçtik derinleşirken, Aralık ayında döviz kurlarında ciddi bir artış yaşandı. Euronun 20 TL’yi, doların 18 TL’yi geçtiği dönemde, AKP iktidarı, “Kur korumalı TL vadeli mevduat” programını açıklayarak, dövizi düşüreceğini duyurdu. Döviz kurunda ciddi düşüş yaşansa da ekonomistler bu durumun uzun sürmeyeceğini belirtiyor. Erdoğan'ın “Kur korumalı TL vadeli mevduat” sistemini değerlendiren Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Görevlisi İzzettin Önder, iktidarın ekonomide attığı son adımların işe yaramayacağını belirterek doların yeniden yükseleceğini söyledi.
 
SAVAŞ BÜTÇESİ 
 
Türkiye’de ciddi bir ekonomik krizin yaşandığını ama aynı zamanda sessiz sessiz ilerleyen bir sosyal krizin de olduğunu belirten Önder, Türkiye'de yürütülen savaş politikasının ekonomiye yansıdığını kaydetti. Önder, bütçenin büyük bir payının da “güvenliğe” aktarıldığını ifade etti. Önder, “Yani savaşa değil, halka bütçe ifadesi tam da burada geçerlidir” dedi.
 
SAVAŞA DEĞİL KALKINMAYA AYRILMALI
 
Hükümet politikalarının yanı sıra “çatışma/savaş” hali nedeniyle yatırımların yapılmaması gibi durumların ekonomiyi olumsuz etkilediğini dile getiren Önder, “Türkiye çok uzun süredir bir iç çatışmanın içinde. Buradan bakıldığı zaman ‘Terörle mücadele’ gibi görünse de aslında emperyalistler güçlerin Türkiye üzerindeki bir takım oyunlarıdır. Bu oyuna alet olmamak için Türkiye'de bulunan mozaik halkların eşit bir yaşam hakkına kavuşması gerekir. Bu kardeşliği kurduğumuz zaman savaş ve çatışmalara ayrılan kaynaklar, kalkınma için kullanılır ve kriz hafifler, hatta önleyebiliriz” diye belirtti.
 
GÜNÜ KURTARMA SİYASETİ
 
Ekonomideki kötü gidişatın bir diğer nedeninin iktidarın dış politikasından kaynaklandığını dile getiren Önder, “Nereden bakarsanız bakın hükümet günü kurtarma siyaseti izliyor. Örneğin savaşa harcanan kaynaklar yatırıma harcandığı takdirde kalkınma sağlanabilir. Ülkenin doğusuna yapılan operasyonlara harcanan kaynaklar çok önemli harcamalardır. Bu harcamalarla oranın işletilmesini, tarım, sanayinin, gelişmesi sağlanabilir. Bunun yanı sıra bölge Türkiye'nin kalkınmasını hizmet edecek alanlardır. Bir GAP Projesi yapıldı. Oradaki hayvancılık ve tarım geliştirilebilir. Bunların geliştirilmesinin önünün açılması sadece bölge halkının değil tüm Türkiye'ye hizmet edebilir. Bölgenin ciddi anlamda bu savaş politikalardan arındırılarak, birlikte bir ülke kalkınması sağlanarak, haklar bütünlüğünü sağlamak gerekiyor” dedi.
 
KAYNAK İSRAFI
 
Türkiye'nin savaş politikaları yerine daha bütüncül ve demokratik politikalara ihtiyacı olduğunun altını çizen Önder, “Devam eden savaş, kaynak israfının yanı sıra bir ayrıştırmayı getiriyor. Bölge halkını, belediyeleri yerelden değil de merkezden yönetmeye kalkmak, o yöre haklarına saygısızlık olduğu gibi o yöre halkının aidiyet duygusunu da zedeler ve yararlanırsınız. Bir anlık iktidar savaşı yüzünden oradaki bir takım feodal yapıların kalıntılarıyla işbirliği yaparak oradaki haklar üzerinde bir baskı ve otorite kurma siyasi olarak doğru da gelmiyor ekonomik olarak da bundan vazgeçmek lazım. Bunlar ekonomiye yansıyor bütün bunlar olmasa kaynaklar savaşa ayrılmaz kalkınmaya ayrılır” şeklinde konuştu.
 
DÖVİZİ İKTİDAR YÜKSELTTİ
 
Türkiye'nin finans çevresi bakımından riskli bir ülke olduğuna vurgu yapan Önder, “‘Türkiye’ye borç verirsek bu parayı geri alabilir miyiz?’ kaygısı var. Bu bağlamda da faiz yükseltmek gerekir mi meselesi gündeme geldi. Erdoğan ve iktidar çevresi faiz yükseltilmesine bir şekilde karşı çıktı. Bu tepki dünya finansal çevreden gelen bir tepki değildir, spekülatörlerden, iç kaynaklardan gelen bir tepkiydi. İktidar faizi düşürürse Türkiye’ye müthiş bir para çıkışı olacak ve yeni para girişi olmayacağını sanıyordu. Dolayısıyla dövizin çok hızlı artacağını düşünerek, ‘şu anda dövize yatıralım’ dediler ve bizzat kendileri artırdılar dövizi. Bu artış spekülatif bir baskının sonucuydu” diye konuştu.
 
ENFLASYONUN ARTMASINA NEDEN OLACAK
 
Erdoğan'ın dövizi düşürmek için “alternatif” olarak sunduğu “Kur korumalı TL vadeli mevduat” uygulama hamlesinin işe yaramayacağını kaydeden Önder, “Bu uygulama 1960’da ‘Dövize Çevrilebilir Mevduat’ hesapları vardı. Bunların hikayesi o zaman başladı ve şöyle yapıldı; Almanya’ya giden vatandaşlarımız paralarını Türkiye'ye getirirken -paranızı Türk parasına çevirmeniz gerekmez- Türk vatandaşları da döviz hesabı açabiliyordu. Böylece bir fon oluşturulmaya çalışıldı. Fakat Türk parası düştükçe, Türkiye'de enflasyon olmaya başladıkça, döviz sahipleri aslında çok kazançlı çıkmaya başladılar. Bu durum enflasyonun çıkmasına sebep oldu ve buna bağlı olarak gelir dağılımı şiddetle bozdu. Şimdiki hamle de buna benziyor” dedi.
 
YOKSULDAN ZENGİNE BİR AKTARIM OLACAK
 
Dövizi düşürme hamlesinin büyük sermaye sahiplerinin yatırdığı paraların değerini koruma için verilmiş bir imtiyaz olarak yorumlayan Önder, “Oysa bu gün maaşını alan emekçinin ay sonuna kadar maaşı erirken, çünkü dolar karşısında erimeme gücü yok- dolayısıyla Türk parasını korumak için bir miktar para ödemesi için gerekecek. Bu para da vergi gelirlerinden gelecek. O vergiyi de fakirler veriyor ülkemizde. İkinci seçenek ise para basılacak o da enflasyonun yükselmesine neden olacak. Yine dar ve orta gelirli emeklilere yansıyacak. Bunun anlamı şudur; bir anlamda yoksuldan zengine doğru bir aktarım işlem yapılmış olacak” diye belirtti.
 
BÜTÇE DAHA FAZLA AÇIK VERECEK
 
Enflasyonun yükselmesiyle birlikte fiyatların yeniden artacağını aktaran Önder, döviz artışının devam edeceğini dile getirdi. Önder, “Türkiye’nin cari açığı ve borçları var,  bütün açıklar da dövizle karşılanıyor. Birde buna dövize çevrilmesini kattığımız zaman müthiş bir yük oluşmuş olacak ve devlet bütçesi daha fazla açık vermeye başlayacak. Bu politikaya karşıyım. Çünkü bu politika yerine ekonomide ve siyasette güven oluşturmak lazım. Ekonominin serbest yatırım yapabilmesi lazım. Üretim ve istihdam, icraat yapması lazım. Bu bir günde yapılacak iş değil. Bu durum halkın bir kesiminde umut yaratsa da uzun sürmeyecek ve  döviz tekrar yükselişe geçecek” diye belirtti. 
 
HALKIN AĞZINA BAL ÇALMA POLİTİKASI
 
Önder, Erdoğan’ın, "Hiçbir vatandaşımızın 'kur daha yüksek olacak' diye mevduatını Türk lirasından dövize geçirmesine ihtiyaç kalmayacak. TL mevduat geliri kur altında kalırsa aradaki fark ödenecek” şeklindeki açıklamasını şöyle değerlendirdi: “Benim param güçlü bir devletin parası karşısında güçsüzdür demek istedi. Şimdi benim param güçsüzdür demek aynı zamanda bugün bana bu farkı ödeyebilir ama yarın veya daha uzun süre vermezler. Çünkü bir ülkenin parasının güçsüz olması bir ay iki ayla çözülecek bir mesele değil. Büyük yatırımlar ve ekonominin TL’nin dövizle aynı düzeye gelmesiyle telafi edilebilir. Bunlar sadece anlık ve halkın ağzına bir bal çalmak politikasıdır. Çok belli ki hükümetin bir anda doları 18’e yükselten grubun baskısı altında almış olduğu bir karardır ve demek ki hükümet serbest değil ve öyle bir gücü yok aslında.”
 
İŞTEN ÇIKARMALAR ARTACAK
 
Türkiye'yi bir döviz krizi beklediğini ama gerçek sosyolojik bir krizinde giderek derinleştiğine vurgu yapan Önder, Türkiye’de işsizliğin resmi rakamların aksine yüzde 18’lerde olduğunu söyledi. İşsizliğin giderek artacağını öngören Önder, “Yani asgari ücretin belirlenmesi sonrası bir takım insanların işinden çıkarılmasına yol açacak. Asgari ücret fazla olduğu için değil, bu sanayi verimsiz çalıştığı için işten çıkarmalar olacak.  Devlet, paraları bulmak için para basmaya başlayacak buda enflasyona yansıyacak ve bizi eritecek. Dolayısıyla durum çok makul gelmiyor. Daha düzgün, istikrarlı, güvenilir ve ileriye doğru bir ekonomi yürüyüşü görmüyorum ben. Anlık bir karar alınıyor, buda çaresizliği gösteriyor” dedi.
 
KRİZ HALKLARIN BİRLİĞİ İLE ÇÖZÜLÜR
 
Önder, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim bu krizi mutlaka çözmemiz gerek. Buda halkların birliğiyle olur. Halklar ayrıştırılmadan herkesin temel vatandaşlık hakları sağlandığında sosyolojik olarak da kaynaşacaklardır. Şuan kimse özgür değil, ister baskı altında hisseden halklar ve gruplar olsun, isterse özgür olduğunu sanan halk grupları olsun. İkisi de aslında baskı altındadır. Bunlar bir toplumu yönetme biçimi olarak algılanıyor. Bu toplumu yönetme biçimi çok çirkin, despotik, diktatöryal bir yönetim biçimdir. Dolayısıyla bu korku altında olan birey kendine yabancılaşır hatta ülke politikalarına yabancılaşırlar.”
 
MA / Esra Solin Dal