Sarıkaya: Abdullah Öcalan küresel mücadelenin temellerini ördü

img
HABER MERKEZİ - Kürdistan'daki devrimi tehdit olarak gören güçlerin uluslararası komployu devreye koyduğunu belirten siyasetçi Mustafa Sarıkaya, Abdullah Öcalan’ın küresel komploya karşı küresel mücadelenin temellerini ördüğünü söyledi. 
 
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) öncülük ettiği ve küresel güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesinin ilk adımı olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplo 26'ncı yılında. Abdullah Öcalan’ın tespitiyle Büyük Ortadoğu Projesi'nin başlangıcı olan komplo sonrası Ortadoğu'da yeni bir düzenin inşası başladı. Küresel güçlerin yeni düzen inşası sonrası Ortadoğu savaş merkezine dönüştü. Yaşanan savaş, çatışma ve krizlere karşı Demokratik Ulus paradigmasını geliştiren Abdullah Öcalan’ın  hiçbir uyarısı dikkate alınmazken, Kürt kazanımlarını ortadan kaldırma temelinde birleşen güçlerin bu planları Ortadoğu’yu enkaz haline getirdi. 
 
Kürt siyasetçi Mustafa Sarıkaya ile uluslararası komploya giden süreci, küresel güçlerin amaçlarını, Gladio’nun rolünü ve Ortadoğu’ya yansımalarını konuştuk. 
 
Sarıkaya, kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu'da Abdullah Öcalan ve PKK’ye karşı birleştiğine işaret etti. Sarıkaya, küresel ölçekteki komploya karşı Abdullah Öcalan’ın da küresel mücadelenin temellerini ördüğünü söyledi. 
 
 
 Abdullah Öcalan, uluslararası komplonun Ortadoğu’ya ilk müdahalenin başlangıcı olduğunu, bunun aynı zamanda ABD öncülüklü Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olduğu tespitinde bulunmuştu. Ne tür hesaplar yapıldı, nasıl bir sürecin başlangıcı oldu? 
 
Başta Kürtler açısından ve bölge açısından büyük sonuçları olan, uluslararası sistemin Kürt halkına son yüzyılda reva gördüğü politikaların sürdürülmesinin, hem de çok acımasızca sürdürülmesinin bir parçası olduğu daha iyi anlaşılıyor. Bu vesileyle Kürt halkının başına getirilen bu “kara günü” bir kez daha şiddetle kınıyorum. Rêber Apo’ya dönük geliştirilen komplo, herhangi bir dönemde gelişmedi. Öyle küçük hesaplarla da gündeme gelen bir konu değildi. Sonraki yıllar bunun şifrelerini daha iyi çözdü. Özellikle 1989-1990’lı yıllarda dünya yeni bir döneme uyandı. Neredeyse 70 yılı aşkın bir süreçte çift kutuplu bir dünyadan bahsediliyordu. Dünya o denge üzerinden siyasal bir sistem oluşturmuştu. Aynı zamanda askeri dengede oluşturulmuştu. Bir tarafının öncülüğünü ABD yapıyordu ki bunun etrafında batılı güçler ve birçok gücün biriktiği bir ittifaktı. Aynı zamanda Sovyetlerin öncülük yaptığı bir blok vardı. Dünyanın tüm coğrafyalarında, tüm kıtalarında buna denk gelen siyasal denge, askeri denge söz konusuydu. 
 
 
 Birinci Irak müdahalesi, 90’ların başında ABD’nin öncülük ettiği bir koalisyonla yapıldı. O andan itibaren bir anlamda yeni dünyanın nasıl şekilleneceği ve bu dünyayı şekillendirmeye dönük adımların kimler tarafından ve neye dönük atılacağının ipuçları ortaya çıktı.
 
Bir tarafın yıkılmasından sonra yeni bir dünya gerçekliğiyle karşılaşıldı. O andan itibaren birçok tartışmada başladı, değişik doktrinler geliştirildi, değişik teori ve tespitler vardı. Dünyanın tek kutba doğru gideceği, bunun öncülüğünü ABD imparatorluğunun yapacağı tarzında tartışmalar vardı. Ama dünya böyle bir gerçekliği ifade etmiyordu. Nitekim sonraki süreçte çok farklı bir gerçeklikle karşılaştık. Bu tabii beraberinde şunun da fitilini ateşledi; yeni dünya nasıl oluşacak? O süreçten itibaren bir büyük bir kaos ve krizin de ilk adımları atıldı. Nitekim yeni dünyanın siyasal sistemini şekillendirmek isteyen güçlerin, yeni stratejiler üzerinden çok tartıştıkları da biliniyor. Bu konuda Titan kuruluşundan tutun devletlerin esas aklı denilen yapıların stratejik tartışmalarına kadar uzanan bir sürece tanıklık ettik. Özellikle birinci Irak müdahalesi, biliyorsunuz 90’ların başında ABD’nin öncülük ettiği bir koalisyonla yapıldı. O andan itibaren bir anlamda yeni dünyanın nasıl şekilleneceği ve bu dünyayı şekillendirmeye dönük adımların kimler tarafından ve neye dönük atılacağının ipuçları ortaya çıktı.
 
Bu aynı zamanda Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı mıydı? 
 
Bir anlamda, bunun öncülüğünü Amerika yaptı, bu kendisiyle birlikte bir dünya savaşını ifade etti. Rêber Apo ilk kez bu tanımlamayı kullandı. Birinci Körfez müdahalesini, Irak müdahalesini 3’üncü Dünya Savaşı’nın farklı yol yöntemlerle, strateji ve taktiklerle başladığını ifade etti. Neredeyse 26 yıl sonradan bakıyoruz, bugün bir sürü veri ortaya çıktı. Hep şunu söyleye geldik aslında, komployu örenler, sanırım komplo sonrası 20-30 yılı hesaplayarak bazı adımlar attılar. Çünkü kapitalist modernite, kendi sürecinde son yüz yıl içerisinde iki büyük savaş yaşadı ve bu iki büyük savaşta da toplumların, muhalefetin geliştirdiği devrimci demokratik karşı koyuşlarla büyük sonuçlar aldığı iki savaştı. Birinci Dünya Savaşı’nda büyük Ekim Devrimi gerçekleşti, İkinci Dünya Savaşı konjektöründe ve ortamında da bir sürü demokratik devrimin gerçekleştiğini, işte bir Çin Devrimi bunun başında geliyor, yine birçok irili ufaklı ülkede muhalefetin, devrimci hareketlerin öncülük yaptığı devrimler gerçekleşti. Bu tecrübe onlarda mevcuttu, sabitti. 
 
Dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı konjektöründe ve ortamında, yeni büyük devrimlerin ortaya çıkabileceğini öngördüler. Tam da bu konjektörde Üçüncü Dünya Savaşı’nın startının verildiği coğrafya Ortadoğu. Tüm NATO Gladiosu’nun, ABD’nin, Avrupa’nın, İsrail’in, her dört sömürgeci soykırımcı devletin tüm çabalarına ve saldırılar ile her türlü kirli yöntemi kullandılar. Özellikle TC.’yi her açıdan beslediler. Bu savaşta yenilmesin, düşmesin, Kürdistan’ın üzerinde kura geldikleri statü bozulmasın diye her türlü desteği verdiler. Buna rağmen ayakta kalan, bırakalım tasfiye olmayı, gerilemeyi, giderek tüm bölgeyi etkileyebilecek bir devrimci odak haline gelmeyi başaran Kürdistan devrimi var ve bunu önderliğini yapan Rêber Apo gerçekliği var. Sanırım bu onlara şunu düşündürdü ya da bu hesabı yaptıkları anlaşılıyor. Ortadoğu savaşın merkezi oluyor, böylesine bir savaş ortamında, böylesine bir kaos ortamında, ciddi bir devrimci dinamizme sahip olan, büyük öngörüleri olan, hamleci karakteri olan Kürdistan devriminin Ortadoğu’da onların istemediği, çok aleyhte farklı tüm dünyayı etkileyebilecek sonuçlara yol açabileceğini öngördüler. Bu nedenle öncelikli noktaya da bizi yerleştirdiler. 
 
Irak ve Saddam bu stratejinin bir ucu olsa da yeniden tarih sahnesine çıkan Kürtlere karşı topyekûn bir saldırı başlatıldı… 
 
Elbette müdahalenin esas ucu, sivri ucu, saldırgan ucu, ABD’nin öncülük yaptığı koalisyon Saddam’a yöneldi, Irak’a yöneldi ama aynı zamanda büyük savaş startıydı. Üçüncü Dünya Savaşı’nın en önemli ve ilk adımlarından biriydi. Bu ortamda gelişebilecek büyük çalkantı ve kriz ortamında Rêber Apo’nun öncülük yaptığı Kürdistan özgürlük hareketinin büyük devrimsel gelişmeye yol açabileceğini öngördüler. Belki de Saddam yönelttiklerinden çok daha acımasız, çok daha kirli yöntemlerle saldırdılar. Komplonun zaten karakteri budur. Hesapları gizli örtük olan saldırılardır. Çok gizli ve örtük bir şekilde Kürdistan devrimine ve Rêber Apo’ya dönük bir komployu esas alarak geliştirdiler. Nitekim sonraki yıllar gösterdi ki Saddam’a müdahale ettikten sonra bir Başûr imkanı doğdu, öncesinde “Çekiç Güç”, 36’ncı paralel üzerinden Saddam’ı sınırlandıran bir alan Kürtlere açıldı. Saddam’ın yıkılmasından sonra da bildiğiniz gibi orada bir Kürdistan coğrafyası, siyasi statüsü şekillendi.
 
Nitekim aynı yıllarda uluslararası komplo örülmeye başlanıyor. Abdullah Öcalan’ın bu yönlü tespitleri de var. Kürtler, birbiriyle bu kadar çelişen ulus devleti bir araya getirebilecek nasıl bir tehdit oluşturdu? 
 
 
Bu kapitalist modernist güçlerin hepsi de kendi aleyhlerinde olabilecek emekten, halklardan, özgürlükten, demokrasiden, insandan, doğadan ve eşitlikten yana olan bir devrimin yol açacağı sonuçlara karşı buluştular.
 
Bu kriz ve kaos ortamında Kürdistan devriminin Rêber Apo’ya ve PKK öncülüğünde çok daha büyük gelişmelere, onların aleyhine çok büyük sarsıntılara yol açabileceğini öngördüler. Ciddi bir tehlike, en stratejik tehlike olarak gördüler ve algı böyle şekillendi. Bunun üzerine Türkiye’ye gidip görüşmeler başlattılar. Gerçekten çok parçalı bir dünyada nasıl olur ki tüm güçler adeta bir tespih tanesi gibi peşpeşe dizilip komploya ortak olabilirler sorusu, tabii ki ilginç. Onların hepsini yana getiren olgu bu. Çünkü hepsi sonuçta Sovyetler Birliği dağılmıştı, yeni bir dünya şekillenecekti, Sovyetler Birliği kendi içinde çok büyük sorunlarla karşı karşıyaydı. Bilinen cumhuriyetlerin dağılma süreci, farklı farklı odaklar ortaya çıkıyordu ama en nihayetinde yeni şekillenen dünyanın, kapitalist modernist güçler arasında olacağı belliydi. Bu kapitalist modernist güçlerin hepsi de kendi aleyhlerinde olabilecek emekten, halklardan, özgürlükten, demokrasiden, insandan, doğadan ve eşitlikten yana olan bir devrimin yol açacağı sonuçlara karşı buluştular. Evet, o dönemin kendi konjektöründe farklı çıkarlar, hesaplar kuşkusuz yine vardı ama özellikle en stratejik anlamda onların hepsini bir komploda yan yana dizen ya da ortaklaştıran temel olgunun bu olduğunu düşünüyorum. 
 
Ciddi bir tecrübeleri vardı, son iki savaşta karşılaştıkları tablonun birikimi onlarda çok fazlaydı. Ortadoğu gibi bir coğrafyada, bir anda sorunların en çok çetrefilli olduğu, kriz ve kaosların en derin yaşandığı bir yerde, büyük devrimlerin çıkma potansiyeli de çok büyüktü. Bunun subjektif boyutu da vardı. Bunun örgütsel öncülüğünü yapabilecek, ideolojik, politik, örgütsel öncülüğünü yapabilecek Rêber Apo ve hareketi vardı, hem Rêber Apo’nun tabii ki bu konuda Önderlik tarzı da dikkate alındığında, sürekli hamle yapabilen, sürekli üretebilen, tüm güç dengelerini muazzam okuyabilen, o muazzamlık içerisinde nerede, ne zaman, nasıl adım atabileceğini büyük bir cesaretle öngörüp hayata geçiren bir önderlik gerçeği idi. Bunu da tecrübeleriyle biliyorlardı. Çünkü hatırlıyorum, 78’de İran Devrimi yapılırken, CIA Ortadoğu Masası’nın PKK hakkında Türkiye’den aldığı raporlar var. İşte gelecekte çok büyük tehditler oluşturabilir gibi bir sürü madde sıralamışlar. Hatta ona karşı yapılması gerekenleri de sıralamışlar. O günden itibaren bu harekete ve Önderliğe karşı bir saldırı yürüttüler, sonuç alamadılar. Dolayısıyla böylesine bir Önderliği elimine edebilecek, devre dışı bırakacak, hatta tümden sürece öncülük yapma pozisyonundan çıkarabilecek bir komployu geliştirme ihtiyacı duydular. Bunun etrafında buluşup ve bunu geliştirdiler.
 
Abdullah Öcalan, “Savaşın bu temel doğası göz önüne getirildiğinde, bana yönelik 1998 operasyonunun neden uluslararası çapta yürütüldüğü ve NATO’nun en büyük Gladio operasyonu olduğu daha iyi anlaşılacaktır” diyor. 26 yıl sonra bakıldığında, Gladio’nun nasıl bir rolü vardı? 
 
Çok eskilere dayanıyor aslında, özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar dünya insanlığı açısından bazı yeni neticeler de ortaya çıkardı. Bu savaşın oldukça kirli yöntemlerle sürdürülmesini insanlığa kabul ettiremediler. Bu açıdan savaş hukukları denilen bazı prensipler oluşturdular BM (Birleşmiş Milletler) çatısı altında. Yine Avrupa da var, küresel ölçekte savaş hukuku denilen, bazı sınırlar koyan, sınırlar çizen bazı normlar oluşturmak zorunda kaldılar. Bunu kendinden oluşturmadılar tabii, özellikle insanlığın vicdanı vardı, Hitler deneyimi vardı, dünya bunu yaşamıştı, ondan önce Birinci Dünya Savaşı deneyimi vardı, çok hunharca, hiçbir kural ve ölçü tanımadan her şeyi önüne katan, yok eden o savaş mekanizmasına karşı bazı ölçüler getirmek zorunda kaldılar. İnsanlığın reddi etrafında bunlar gelişti. İnsanlar bunu kaldıramaz duruma geldiler. Hem oluşan bilinç hem oluşan tecrübeler ve yıkımlar… Dolayısıyla bu, küresel sistemi birtakım normlar oluşturmaya, hukuksal normlar oluşturmaya yöneltti. Yürüttükleri savaşta buna başvurmadan da sonuç alamayacaklarını biliyorlardı. 
 
Bu açıdan tüm devletler, NATO da içindedir. Gladio denilen gizli, bir anlamda savaş süreçlerinde, toplumlara yöneldiği süreçlerde, onun kirli, dünya insanlığının kabul edemeyeceği operasyonlarını yapmakla görevlendirilen, paramiliter güçler de dahil olmak üzere bizzat resmi kendi işlerinde bu tür organizasyonlara gittiler. Resmiyette kabul edilmiyor, öyle bir şey yok ama gizli, esas vurucu güç oluşturdular. Bu vurucu güç, İkinci Dünya Savaşı’nda Goebbelslerin deneyimini de aldı. Tüm savaş tarihi boyunca ortaya çıkan sonuçları da biriktirerek, psikolojik harp yöntemleri, özel savaş yöntemleri, gizli operasyonlar noktasında uzmanlaşan gizli birimler ve ekipler oluşturdular. NATO Gladiosu da böyle bir şeydir. Bunun bir devamı olarak da NATO üyesi tüm ülkelerde de bunlar oluşturuldu. Aslında şimdi anlıyoruz ki Sovyet sistemi içerisinde de öyle bir şey var. Rusya’da da var, doğu bloğu olarak tabir edilen ülkelerin de bir dönem benzer oluşumlara gittiğini anlıyoruz. Devlet denilen olgunun kendisi budur, yasal olarak kendisine bazı sınırlar koymuşsa ama böyle gizli operasyonları nasıl yürütecek? Bunların tümünde anlaşıldı ki Gladio tarzı örgütlemeleri oldu. Gladio tarzı örgütleme nedir? Resmi devlet eliyle yapamadığı operasyonları ve ihale edip onlar eliyle yapma örgütü oluyor. 
 
NATO’nun Türkiye ayağını oluşturan Gladio biriminin maaşını bile Amerika’dan aldığı tescillendiği söylendi. Başbakan bile haberinin olmadığını, zaman zaman işte Ecevit’in ifade ettiği bir birimin olduğunu, hatta kendi devlet yetkililerine bile eylem düzenleyen, algı oluşturmak, özel savaş yöntemleri üzerinden toplumu biçimlendirmek, psikolojik yöntemler üzerinden toplum algısını şekillendirme gibi operasyonlar yürüttüğünü biliyoruz. Kürdistan devriminin ilk etapta 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra klasik devlet mekanizmaların devreye girdiği, algılarının da işte ‘Klasik Kürt isyanıdır, kısa sürede de bastırırız’ biçiminde olduğu, zaman geliştikçe bunun gerilla tarzı olduğunu, ayrı bir strateji ve taktikle bu direnişin bu serhildanın geliştiğini görünce, özellikle bu aparatlar devreye girmeye başladı. Türkiye’nin de bu direnişi kıramayacağı anlaşılınca, tümden NATO Gladiosu devreye girdi. 
 
Sadece komplo sürecinde mi görevliydi? 
 
 
86’da Olağanüstü Hal ilanı var, köy koruculuğunu geliştirmeye başladılar, özel kurullar kurdular, tümden toplumu pasifize etmeye dönük, muazzam bir psikolojik harp yöntemini devreye koydular. O günden itibaren aslında NATO Gladiosu devrede.
 
Aslında komplo sürecinde değil, ilk günden itibaren, Önderlik 85-86’dan itibaren bu Gladio’nun devrede olduğunu ve Kürdistan’da özellikle soykırım rejiminin geliştirdiği operasyonların bu Gladio’nun merkezinde yönetildiğini söyledi. Nitekim hatırlarsanız daha 80’lerin ortalarında özel savaştan bahsediyoruz. Önder Apo bunun değerlendirmelerini yapıyor, buna karşı yapılması gerekenler, aynı zamanda bunların yaptıkları neler konusu üzerinde durmaya başlıyor. 86’da Olağanüstü Hal ilanı var, köy koruculuğunu geliştirmeye başladılar, özel kurullar kurdular, tümden toplumu pasifize etmeye dönük, muazzam bir psikolojik harp yöntemini devreye koydular. Burada anlaşıldı ki o günden itibaren aslında NATO Gladiosu devrede. NATO Gladiosu’nun Avrupa merkezinin denetiminde ve yönetiminde yürütüldüğü söylendi. Nitekim hem uluslararası boyutta Rêber Apo’ya ve hareketine dönük ciddi bir politika devreye girdi, aynı zamanda Kürdistan’da yürütülen savaşa da. 
 
Hem “terör örgütü” listesine alındı, o aynı zamanda Avrupa’daki tutuklamalardan tutun zamanla Avrupa’da giderek Kürdistan özgürlük hareketinin alanın daraltılmasına dönük politikalar, buna bağlı olarak Türkiye’ye her açıdan verilen destekler… Hatta bu öyle bir noktaya vardı ki bir parça onların bu konseptini delme olasılığını taşıyan Palme cinayetine kadar iş vardırıldı. NATO Gladiosu’nun bir operasyonu olduğunu herkes artık sanırım kabul ediyor. En son İsveç’in kendi istihbarat birimi de mahkemesi de bu konuda bir karara vardı. Kürt özgürlük mücadelesi onların hesabı dışındaydı, Rêber Apo fikriyatı ve ideolojisi, mücadelesi onların hesabının dışındaydı. Çok ayrı gelişmelere yol açabilecek bir ulusal özgürlük mücadelesi yürütülüyor. Dolayısıyla bu kuşatılmalı, kesinlikle TC. ayakta kalmalı, ne olursa olsun kontrol dışında bir Kürtlük, bir Kürt özgürlük arayışı olmamalı. Bu temel yaklaşım üzerinden ilk günden itibaren NATO Gladiosu devredeydi. 
 
Avrupa’yı, dünyayı bize kapatmak için, dediğiniz gibi “terörist” ilan etmek için bir başbakanı bir katletme düzeyine işi vardırdılar. İşte 87’lerden itibaren Avrupa tutuklamaları var, arkadaşlarımızın alınması, onun üzerinden özellikle PKK’yi kriminalize edebilecek her şeyi geliştirdiler. Bu işleri yürüten hem Türkiye’de Olağanüstü Hal, koruculuk, bir sürü teknik malzemenin verilmesi, bir sürü gizli operasyon teknikleri ve taktikleri noktasında Amerika’dan Avrupa’ya kadar bu ekiplerin eğitilmesi, her konuda Türk soykırım rejimine sonsuza kadar desteklediler. En son tüm bunlar başarısız olunca da yine bu işin merkezinde olan NATO Gladiosu, komployu ören, örgütleyen, geliştiren NATO Gladisou, büyük ihtimalle akıl da oraya ait. Elbette göz önünde olan aktörler var, işte Bill Clinton vardı, Avrupa devletlerinin içinde yer aldığı bir komploydu ama sonuçta bu işi büyük olasılıkla öngören, tedbir alması gerektiğini hesaplayan ve bu hesabı da devletlerin önüne koyan, bunun etrafında da uluslararası komployu ören esas gücün NATO Gladiosu olduğunu söyleyebiliriz.
 
Ancak Abdullah Öcalan’ın “Yeni Gladio anlaşılmıyor” uyarısı var… Karakteri nasıl değişti? 
 
Sovyetlerin yayılmasını engellemeye dönük, Sovyetlerin etkisinde kalan hem Avrupa ülkelerinde hem dünyanın çeşitli ülkelerindeki muhalefet hareketlerine dönük daha çok mobilize olan Gladio, Sovyetlerin yıkılmasından sonra yeni bir şeye evrildi. Daha çok yeni hegemon güç kim olacak, yeni dünya patronluğu koltuğuna kim oturacak? Yeni Dünya Savaşı şimdi çok farklı yöntemlerle yürütülüyor, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi yürütülmediğini biliyoruz. Dolayısıyla bu sürece odaklandı ve esas olarak bu görevi üstlendi. Ukrayna savaşıdır, Ortadoğu’da yürütülen süreçlerdir, hatta bugün İsrail-Filistin savaşındadır, Kürdistan’da yürütülen savaştır. Tüm dünyada yeni küresel hegemonya gücü ve dünya siyasal sisteminin şekillenmesinde aktif rol üstlendiği anlaşılıyor. Devletlerin ama özellikle NATO Gladiosu’nun böyle bir motivasyonla hareket ettiğini söyleyebiliriz.
 
 
Abdullah Öcalan, “Uluslararası komplo ile tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratmak istiyorlar” dedi. Bugün İsrail komploda işbirliği yaptığı ulus devletlerin de başına bela olmuş durumda. Buradan bakmak gerekirse, komplonun Ortadoğu açısından sonuçları neler oldu? 
 
 
Bu kadar zor bela yaşayan, çok öyle fazla imkanları olmayan, bir gerilla gücü, bir Önderlik gerçeği, zor bela ayakta kalmaya çalışan bir halk gerçekliğine dayanan bir halkı, ne oldu da tüm dünya birleşerek yok etmeye çalışıyor.
 
Rêber Apo, bu komployu bizim ele aldığımız gibi ele almadı. Doğası gereği böyle olması gerekiyordu. Gerçekten çok büyük bir saldırıydı, bir halk var, bu toprakların, bu coğrafyanın en kadim haklarından, en eski halkı, en eski kültürü ve dili, belki de birçok insanlık adına yaratım içerisinde mayası olan, payı olan bir halk, son yüzyıldır tümden soykırım kıskacına alınmış, yok edilmek istenen, 4 sömürgeci devlete adeta bir kadavra gibi teslim edilmiş bir halk, Rêber Apo ile zar zor bir çığlık ortaya çıkabildi. ‘Ben yok ediliyorum, ben çok hayasızca, çok insanlık dışı bir ortamda, bir kimlik, bir varlık yok ediliyor’ haykırışıydı. Bunun için bir şeyler yapma mücadelesiydi. Zor bela bu halkın biraz dili ortaya çıktı, özgürlük umutları yerinden yeşerdi, ‘Ben benim’ diyebildi ya da kendisi olmayı dile getirirken utanmamaya başladı. Bu kadar zor bela yaşayan, çok öyle fazla imkanları olmayan, bir gerilla gücü, bir Önderlik gerçeği, zor bela ayakta kalmaya çalışan bir halk gerçekliğine dayanan bir halkı, ne oldu da tüm dünya birleşerek yok etmeye çalışıyor. Bu basit bir şey değildi. Öyle bizim ele aldığımız gibi değil, bunun mutlaka farklı kodları vardı, nedenleri olmalıydı. Tarihsel, güncel, her boyutuyla, ideolojik, sadece dengeler bunu izah etmiyor. 
 
Bu Rêber Apo’yu apayrı bir yoğunlaşmaya götürdü. Bunun üzerindeki yoğunlaşmalar tabii ki farklı sonuçlar da ortaya çıkardı. Nitekim devlet olgusunun çözümlenmesini gündeme getirdi. Dikkat edilirse, devletlerden devlete ilişkiler üzerinden neredeyse yaşanabilecek bir karış toprağın bırakılmadığı bir dünya ile karşılaştık biz Rêber Apo gerçekliğinde. Niye bu halka bu kadar saldırı? Dünyada bir sürü millet devletleşmiştir, ulus devletleri vardır. Bu halkın bırakalım ulus devleti, kendi diliyle var oluşuna bile tahammül edilmiyor. Çünkü Rêber Apo bunun var oluşuydu. Son çaresiydi, son haykırışıydı. Bu son haykırışı ne oldu da bütün küresel sistem, kendilerini dünyanın efendileri olarak görenler boğmak istedi. Ulus devlet olgusunu, moderniteyi, yeni baştan tüm bir tarihi, tüm bir bölgeyi, Ortadoğu’yu, tüm dünyayı sorgulamak ve bu komplonun kodlarını çözmeyi gerekli kıldı. Rêber Apo, buradan hareketle ulus devletin çoğaltılmasının çözüm üretmediğini söyledi. Son yüz yıldır Ortadoğu’da bir sürü ulus devletçik oluşturuldu ve bunun sonucu hakların kırımı ve kıyameti oldu, hâlâ da bitmiyor. Bir çözüm üretmedi. Sizin hangi ülkeyi alırsanız, en azından 10-15 tane etnik grup yaşıyor, farklı farklı inanç grupları yaşıyor, bir sürü farklı kültürel renkleri var. Şimdi bunların tümünün üzerine ulus devlet tekçiliği ile bir kılıf geçirmek ve bu kılıfın içerisinde her şeyi tekleştirmek operasyonu yürütmek… Olmadı, Ortadoğu’da tam bir cinayet hali, tam bir kırım hali, tam bir kan deryası yarattı. 
 
 
İran bir taraftan işin içinde, Suriye işin içinde, Irak tam paramparça, Suudi Arabistan’da olacağı belli değil, Türkiye’de herkes diken üstünde. Herkes büyük bir savaşın tam da göbeğinde. 
 
Önder Apo’nun çözümlemelerinden sonra bunun çözüm olmadığı ortaya çıktı. Buradan hareketle Rêber Apo Filistin direniş hareketi ile İsrail vakasını ya da olayına baktı. Gerçekten bin yıllardır iç içe yaşayan, aynı coğrafyayı paylaşan iki topluluk, ne oldu da bu kadar birbirini boğazlar hale geldi. Şimdi bunların ayrı iki devlet kurmakla çözümü olabilecek mi? Rêber Apo felsefesi ve paradigmasında bunun çözüm üretmediği tümden ortaya çıktı. Büyük bir kan deryasını daha çok körükleyecek gerçekliği ortaya çıktı. Nitekim bunu çok fazla teorize etmeyi gerektiren bir durum da yok. Ortadoğu’nun son yüz yılına bakalım, hepsi bunu anlatıyor. Hikaye nedir, bir beyaz grup, ekip, sınıf bir yere çörekleniyor ve diğer tüm kimlikleri, tüm farklılıkları tekleştirme adına yok ediyor, kırımdan geçiriyor. Bu coğrafya son yüz yıldır neredeyse bir sürü kültürün, dilin ve farklı bu etnisitelerin mezarına dönüştürüldü. Şimdi Pontuslar yok mesela… Ermeniler yok, Asuriler yok, Keldaniler yok. Sadece Türkiye açısından söylüyoruz, Irak açısından tablo böyle, Mısır açısından böyle, İsrail-Filistin gerçekliğinde tablo böyle. Nitekim Rusya’da durum farklı mı? Ukrayna’da bir yılı aşkın bir süre geçti, kimse artık ne kadar insanın öldüğünü bilmiyor! Bir ülke yıkıldı, yok oldu, yüzbinlerce insan göçertildi, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Sonuçta tablo böyle şekillendi. Buradan hareketle Rêber Apo’nun İsrail-Filistin, Hamas-İsrail devlet çatışmasının yarattığı sonuçlarda büyük öngörüleri ortaya çıktı. Neredeyse son yüz yıldır sürüyor. Bu bitmeyecek, nitekim ülkeyi, tüm bölgeyi tehditle karşı karşıya getirdi. İran bir taraftan işin içinde, Suriye işin içinde, Irak tam paramparça, Suudi Arabistan’da olacağı belli değil, Türkiye’de herkes diken üstünde. Herkes büyük bir savaşın tam da göbeğinde, çaresiz bir şekilde kendi ulus devletine daha sıkı sarılarak, bu kaosu atlayacağını düşünüyor. Ama gittikçe daha çok altında kalıyorlar. Neredeyse kan banyosu yapar hale geldiler. 
 
Demokratik Ulus dışında bir çözüm var mı? 
 
 
Bunun dışında bir çözüm yok, isterse Ortadoğu’da her bir köye bir devlet kursunlar, sonuç olmayacaktır. Devlet aklı, devlet paradigması etrafında yan yana gelen güçlerin etrafında sürekli Ortadoğu ve tüm dünyanın aslında gerçekliği bağdaşmayan bir model getirecektir.
 
Rêber Apo’nun bu kriz ve kaosun, komplo ile birlikte somut olarak Kürt halkına dayatılan hareketle ortaya çıkardığı sonuç, toplumların, farklılıkların, renkliliklerin doğasına uygun bir siyasal model, bir siyasal çözüm ancak kanlı ve yıkım ortamını durdurabilir. Bu, Demokratik Ulus’ta ifadesini buldu. Ortadoğu’nun aslında objektivitesi Demokratik Ulus’tur. Nerede, hangi coğrafyasına bakarsanız bakın. Lübnan şimdi saldırı altında, Lübnan böyle bir coğrafya. Ortadoğu tüm ülkeleri böyle. Ortadoğu objektifi yapısında var olan uygun bir siyasal çözümle mümkün. Bu Demokratik Ulus’ta ve siyasal yönetim biçimde Demokratik Konfederal sistemle olabileceğini, bu yıkımlar bunu daha canlı hale getirdi. Bunun dışında bir çözüm yok, isterse Ortadoğu’da her bir köye bir devlet kursunlar, sonuç olmayacaktır. Devlet aklı, devlet paradigması, devlet aygıtı etrafında yan yana gelen güçlerin etrafında sürekli Ortadoğu ve tüm dünyanın aslında gerçekliği bağdaşmayan bir model getirecektir. Tek çözüm Demokratik Ulus’ta oluyor. Beden olarak Demokratik Ulus ama demokratik özerklik olarak kendisini yönetme hakkının olduğu, kendisine ait olan tüm haklarını o özerklik içerisinde, o ulusallık içerisinde yaşadığı model olacaktır.
 
Böylesi bir çözümü ortaya koyan Abdullah Öcalan 26 yıldır İmralı Adası’nda ağır tecrit koşullarında tutuluyor ve 43 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor… Nedir bu ısrar, komplonun sürdürülmesi midir? 
 
 Rojava Devrimi, Kobanê direnişi, özgürlük hareketinin 40 yıldır dişe diş direnişi, bir türlü yenilmeyen iradesi, Rêber Apo gerçekliğinde tüm bunlar şekil kazanıyor, ifade gücü kazanıyor. Bundan dolayı da ne olursa olsun mutlak sessizlik ve suskunluk…
 
Küresel sistemin temel paradigması ulus devlet etrafında, küresel hegemonyanın kanatları altında dizayn edilmiş bir dünya. Bu sistemin devam etmesi için, yine enerji koridorlarının güvence altına alındığı, ticaret yollarının güvence altına alındığı, İsrail’in güvenliğinin sağlandığı -Ortadoğu’yu baz alırsak- düşünülüyor. Bunun dışında bir çözümleri yok. Biz bu dünyayı neredeyse yıkımın eşiğine getirmiş olan kapitalist modernist aklın, dünyayı yönetme biçiminde demokrasiyi arayamayız, özgürlüğü arayamayız, bu onun doğasıyla çelişir. Dolayısıyla bu modelde ısrar edecektir, yeni yeni devletçikler, yeni yeni oligarşik yapıların beslenerek ayakta tutulup onların etrafında bir dengenin sağlanması ve bununla ancak kendi sistemini güvenceye alabileceği bir paradigma. Bunlar zaten tam da tecridin bu kadar katılaştırılması ve bu kadar hepsinin kör sağır dilsizi oynama nedenleridir. Bunun alternatifi olarak, belli görünürlüğü artmış, özellikle Rojava Devrimi, Kobanê direnişi, özgürlük hareketinin 40 yıldır dişe diş direnişi, bir türlü yenilmeyen iradesi, Rêber Apo gerçekliğinde tüm bunlar şekil kazanıyor, ifade gücü kazanıyor. Bundan dolayı da ne olursa olsun mutlak sessizlik ve suskunluk…
 
Bunun için götürüp İmralı’ya koydular, komplo bunun için örüldü. Tam da bunu öngördüler. Kriz-kaos giderek derinleşecek, kendi konseptlerini yeni dünyaya biçim verene kadar bu savaşı sürdürecekler. Eskisi gibi birebir, Amerika ile Ruslar, Ruslar ile Almanlar, Almanlar ile Fransızlar savaşacak değiller. Farklı yöntemlerle savaşıyorlar, hepsi çatışık halde, farklı farklı hamleler yapıyorlar ama aynı zamanda eskisi gibi savaşamıyorlar. Dolayısıyla bu savaşı uzatacaklar. 30 yılı aştı. Bu dikkate alındığında, ilk başladıkları nokta, kriz kaos ortamı derinleştikçe büyüdükçe, özgürlük hareketi ve Rêber Apo faktörü bunu büyük bir devrime dönüştürebilir. Nitekim küçük bir etki ile zindanda olmasına rağmen, dört duvar arasında 26 yıldır katı bir tecrit altında tutulmasına rağmen onun fikrilerle yol açtığı sonuçlar var. Bu Kürdistan’da, Bakur’da da Başûr’da da Rojava’da da Rojhilat’ta da muazzam bir demokrasi dinamiği var ve dünyaya haykırıyor. Çözüm modeli olarak kendisini oldukça görünür kılıyor. ‘Jin jiyan azadî’den Rojava Devrimi’ne yürütülen mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçları yaratan Rêber Apo’nun fikriyatı var. Dolayısıyla bu onları ‘ne olursa olsun konuşmamalı^’ noktasına götürüyor. Konuşmama haline rağmen bu kadar gelişmeyi yaratan bir insan, dışarıda olsa, konuşsa, çok daha büyük onların sistemsel ve küresel hamlelerini riske sokar. Korkuları çok büyük. Bu açıdan İmralı’ya sadece siyasal ve taktik olarak bir kuşatmaya almıyor, ideolojiktir, felsefedir, paradigmasaldır. 
 
Nitekim Abdullah Öcalan da buna karşı “İmralı duruşu” ile karşı durduğunu, savaşım halinde olduğunu söylüyor… 
 
 
En büyük savaş İmralı’da yaşanıyor, en büyük savaşın da en büyük kısmı aslında paradigmasaldır. Rêber Apo’ya dönük olarak saldırılar da böyledir, Rêber Apo’nun buna karşı mücadelesinin en sivil ucu da böyle gelişti.
 
En büyük savaş İmralı’da yaşanıyor, en büyük savaşın da en büyük kısmı aslında paradigmasaldır, ideolojiktir. Rêber Apo’ya dönük olarak saldırılar da böyledir, Rêber Apo’nun buna karşı mücadelesinin en sivil ucu da böyle gelişti. İmralı’ya kapatıldığı ilk günden itibaren böylesine bir mücadele yöntemiyle, politik, örgütsel, iradesel, zihinsel, her açıdan bir direniş var. Orada ideolojik bir muharebe yürütülüyor, kıran karana savaş yürütülüyor. Rêber Apo, oraya kapatılması sürecinde ‘maskeyi düşürdüm’ dedi. Bu maskeyi düşürmek, aynı zamanda büyük bir devrimin de önünü açtı. Bir sürü devrimci gücün yanılgılı, kendi içinde hasarlı yaklaşımlarını düzeltti. Bu Ortadoğu’da muazzam bir demokratik baharın, özgürlük baharının alanını açtı. Bu nedenle İmralı’ya kaskatı bir tecrit uygulanıyor. Avrupa Konseyi, CPT, BM, küresel sistemi yürüttüğü iddiasında olan sistemsel güçler, belki de Türkiye’ye ‘Aman bu dönemde konuşturtmayın’ diyorlardır. Fiilen durum da budur. Tecridin bu kadar katılaştırılması, tek bir sesin dışarıya çıkmasının önlenmesi mantığı da buraya dayanıyor. 
 
Komplo sürecinde cezaevindeydiniz. Komploya karşı ilk yanıt “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri ile cezaevlerinden verildi. Halit Oral bedenini ateşe verdi ve ateşten bir çember oluştu. İlk günde fitili ateşlenen özgürlük mücadelesi, 26 yıl sonra nasıl bir aşamaya geldi? 
 
9 Ekim 1998 uluslararası komplonun ilk fişeğinin ateşlendiği gün oluyor. Tetiğe basıldı o gün, aynı zamanda Rêber Apo’nun Suriye’yi terk etme sürecidir. Bu konuda zindandaki başta Halit Oral yoldaş olmak üzere “Güneşimizi Karartmazsınız” fedailerini büyük bir saygı ve minnetle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. İlk en derin hissiyatı onlar yaşadılar. Tehlikenin büyüklüğünü hissettiler, Rêber Apo şahsında bir halkın kaderinin tekrardan karanlığa mahkum edilmek istendiğini, zor bela bir özgürlük çığlığı ortaya çıkarıldığını, Rêber Apo şahsında bunun yok edilmek istendiğini en derin hisseden arkadaşlar oldular. Zindan cephesinde Halit Oral yoldaşın öncülüğünü yaptığı o süreç böyle başladı. Sonra tüm dünyaya yayıldı, Kürt halkının yaşadığı tüm coğrafyalarda halkımız Rêber Apo’nun şahsına yönelen bu saldırının kendisinin günü, geleceği, tarihi ve yaşamı açısından ne anlama geldiğini çok derinden hissetti ve kavradı. Komployu boşa çıkarmak için de muazzam bir direniş geliştirildi. Bu direnişler komplocuların birçok hesabını bozdu. Başka bir halk, başka bir hareket, başka bir Önderlik böylesine bir komployu boşa çıkaramazdı. Rêber Apo’nun yarattığı hareket, onun yarattığı irade, onun yarattığı özgür Kürt, bu komplonun birçok aşamasını darbeledi, ciddi zorladı, birçok politikasını ve stratejik hamlesini ön görerek darbeledi, bazı konularda boşa çıkardı. 
 
Karşı hamleler de oldu ama…
 
Tabi onların da stratejik hesapları var, mesele o kadar basit değil. Onlar da sürekli güncellediler komployu. Sonuç almak istiyorlar. Sonuç nedir; Ortadoğu’da onların hesaplarının dışında yeni bir oluşum olmamalı. Dünya savaşının merkezi sadece coğrafyasından dolayı Ortadoğu değildir. Ortadoğu aynı zamanda uygarlığın merkezidir, devletli uygarlığın merkezidir, zenginliğin merkezidir. Bugün ise büyük oranda enerji kaynaklarının merkezidir. Dünyanın alacağı şekil, biraz Ortadoğu’ya dayanıyor, Ortadoğu çözülmeden, bir siyasal statü, istedikleri sistem şekillendirilmeden, küresel sistemin şekillenme şansı fazla yok. Dolayısıyla savaşın merkezi haline geldi. Böylesine önemli bir coğrafyada, farklı alternatiflerle toplumsal hareketlere çözüm sunabilecek, demokrasi ve özgürlük alanını açabilecek, küresel hegemon güçlerin hesabının dışında bir çıkışa imza atabilecek gelişmelere izin vermek istemiyorlar. Bu açıdan onlar da sürekli bu stratejik hesaplarına uygun olarak yeni yeni taktik hamleler, yeni yeni müdahaleler yapıyorlar. 
 
Mutlak iletişimsizlik hali bu müdahalenin bir parçası mı? 
 
En sonunda bu müdahalelerini sürdürme biçimleri İmralı’da mutlak bir tecrit, mutlak bir sessizlik ve hiç kimsenin de ses çıkarmadan bunu kabul etmesi, diğer taraftan da Rêber Apo’yu elimine edecekler, kapatacaklar, bu hareketi de parça parça, gövdeyi dağıtacaklar, ihtiyaç duyduklarını alacaklar kullanacaklar, ihtiyaç duymazlarını tasfiye edecekler, KDP’leştirecekler. Hatta götürüp Avrupa’nın dehlizlerinde çürütecekler. Hesap buydu, zaten komplodan sonra bu konuda hamleler de oldu. İşte 2000’lerden sonra biliyorsunuz PKK’ye dayattıkları bir tasfiyecilik oldu. Osman Öcalan, onlar eliyle bir anlamda PKK’yi toplumcu karakterinden, özgürlükçü karakterinden, paylaşımcı karakterinden, sosyalist karakterinden uzaklaştırarak, neredeyse bu Ortadoğu hengamesinde bir sivri uç olarak kullanmak istediler. Kısaca KDP’leştirilmiş bir PKK. Dertleri bu zaten. Özgürlük hareketinin buna karşı muazzam bir direnişi oldu. Direnişi sadece askeri değil, muazzam bir ideolojik, politik, örgütsel direniş gelişti. 
 
 
Yürütülen muazzam direniş ve kocaman bir Kürt halk hareketine dönüştü. Her dört parça Kürdistan’ı etkileyen bir harekete dönüştü. Oradan da sınırları aştı, Ortadoğu’yu ve dünyayı etkilemeye başladı.
 
Rêber Apo’ya inanan, Rêber Apo’nun ruhunu almış, yaşamından, yoldaşlık hakikatinden pay almış binlerce insan da tabi muazzam bir direniş yürüttüler. Bu sonuçlar neye dönüştü, yeni paradigma temelinde yeniden şekillenen PKK oldu. Yeniden geliştirilen onun sistemi oldu, bu sistem etrafında yürütülen muazzam direniş ve kocaman bir Kürt halk hareketine dönüştü. Her dört parça Kürdistan’ı etkileyen bir harekete dönüştü. Oradan da sınırları aştı, Ortadoğu’yu ve dünyayı etkilemeye başladı. Bunu görünce tabii ki onlar da yeniden müdahalelere başladılar. Şimdi bu sefer komplo olmadı, Rêber Apo’nun yoldaşlık hakikatinden pay alanlar, O’nun ideolojik, felsefik, paradigmasal hakikatinden pay alan ve burada ısrar eden direnişçilerini yok edelim! Şimdi Rojava’da, Başûr Kürdistan’da, TC.’ye işgal ettirerek, onun önünü açarak, işte özgürlük hareketinin öncülüğünü, gerillasını imhaya dönük sonsuz destek veriyorlar. Yine KDP’yi işin içine koyarak, nasıl ki komplo sürecinde koydular, nasıl ki atılım sürecinde koydular, katılım sürecinde 84 Atılımı’nın olmaması için NATO Gladiosu KDP üzerine bir sürü mesai yaptı, bir sürü oyun çevirdi. Bu başarılamayınca en son Önder Apo’yu İmralı’ya kapatmaya, bu da başarılamayınca Rêber Apo’yu muazzam saldırı ile kuşatma, aynı zamanda Kürdistan’ın dört parçasında da Rêber Apo’nun hakikat yoldaşlığından pay alanların, paradigmasında ısrar edenlerin tasfiyesi… Şimdi böyle yürütülüyor. Bu da boşa çıkarıldı, hem özgürlük hareketinin direnişi hem Rêber Apo’nun yoldaşlarının direnişi ve halkının direnişi birçok etabını boşa çıkardı. Ama ısrarlılar, şimdi Rojava Devrimi’ne saldırı, Başûr Kürdistan’da yürütülen operasyon, Bakur’da yürütülen operasyon, Avrupa’da yürütülen operasyon, zindanlara yöneltilen operasyon, hala sonuç almaya dönüktür.
 
Dolayısıyla komplo yeni dönemde böylesine bir yöntemle devam ediyor. Tabi komploya karşı direniş de büyüdü. Rêber Apo’nun hakikati farklıdır, mücadele tarzı da farklıdır. Rêber Apo paradigması ile geliştirdiği yeni ufukla, yeni fikirlerle, zihniyet dünyasıyla madem bunu yapan küresel güçlerdi, küresel düzeyde buna karşı mücadelenin temellerini ördü. 10 Ekim 2023’te startı verilen ve birinci yılını tamamlayacak hamle süreci küresel ölçekte gelişti. Yakında 60’ın üzerinde Nobel ödüllü isimlerin açıklamaları var. Onun da ötesinde belki çok daha önemlisi, bugün Afrika kıtasından tutun Güney Amerika’ya, Avrupa’da tüm Avustralya’ya, Ortadoğu’dan tutun Asya’ya kadar herkes, gençler, kadınlar, insanlar Rêber Apo’yu merak ediyor, öğreniyor. Rêber Apo’nun kitapları ile uğraştıkça insanlar nefes alıyor. İnsanlar yeni alternatif bir dünyanın, yeni bir dünyanın mümkün olduğu arayışlarını somut olarak işte budur, bununla yapabiliriz diyen bir coşku ile yeni bir devrimci ruh yaratıyorlar. Rêber Apo şahsında Kürdistan’a ve Kürtlere bir karış yer bırakmadılar, Rêber Apo şimdi tüm dünyaya yaydı direnişi. Tüm alanlarda Önder Apo’nun özgürlüğüne dönük olarak her renkten, her kesimden insanlar haykırıyor, giderek de büyüyecek, bundan emin olabilirsiniz. Hatta Rêber Apo ‘Ben mücadeleye yeni başlıyorum’ dedi. 
 
Rêber Apo’nun en büyük hamlesi, fikirsel hamlecilik, ideolojik hamleciliktir. Madem İmralı’ya kapatırsın, zindana kapatırsın, bu halkın kaderini orada tüketmek istersin, bu halk da kendisini dünyalaştırır. Şimdi Rêber Apo’ya özgürlük hamlesi, 10 Ekim 2023’te başladı ve şimdi böyle bir karakterde yürüyor. Tabii Kürtler de dahil oluyor, giderek bu daha da büyüyecek, büyütülmeli. 
 
 “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” kampanyasına değindiniz. Dünyanın dört bir yanında eylemler var, Nobel ödüllü isimler, hukukçular girişimlerde bulunuyor, halklar özgürlük talebini yükseliyor. Kampanyanın hedefi nedir, nasıl bir aşamaya geldi?
 
 
Her Kürt için, her insan açından özgürleşeceği bir alan açıyor. Rêber Apo’nun özgürlüğü, bir kişinin şahsi özgürlüğü değildir. Onun özgürlüğü, tümden insanlık açısından özgür bir yaşam alanı açacaktır.
 
Bu sadece basit sıkıntılardan kurtulmanın hamlesi değil, tam tersine özgürlük hamlesidir. Her Kürt için, her insan açından özgürleşeceği bir alan açıyor. Rêber Apo’nun özgürlüğü, bir kişinin şahsi özgürlüğü değildir. O’nun özgürlüğü, tümden insanlık açısından, fertler ve bireyler açısından özgür bir yaşam alanı açacaktır. Aynı zamanda benim de özgürlüğüm, senin de özgürlüğün, diğerinin de özgürlüğü anlamına geliyor. Elbette özgürlük hamlesi giderek çok daha büyütmeli, büyüyecek, küresel ölçekte de ulusal ölçekte de en başta bir de biz Kürtlere düşüyor. Çünkü her birimizin aynı Rêber Apo ile farklı farklı bir ilişkimiz var. Duygu, dil, yurt, toprak sevgisi, su sevgisi, Kürdistan sevme ilişkimiz var. Bu tarihsel trajediye, yok oluşa hayır demekle kalmayan, bunu eyleme dönüştüren, öfkeye ve sevgiye dönüştüren, hatta aşka dönüştüren, bunun mücadelesini geliştiren bir insandan bahsediyoruz. Ortaya çıkardığı muazzam sonuçlar var, yenilme bir fedailik ortaya çıkardı, yenilmez bir yurtseverlik ortaya çıkardı, yenilmez bir özgürlük tutkusu ortaya çıkardı ve ısrarla demokratik bir ilişki biçimi ve kadın özgürlüğü ekseninde bir yaşam alanı açtı. 
 
Dolayısı bunların tümünün her Kürt için temel yaratıcı kuvveti, yaratıcı fikri, yaşayanı, yaşatanı Rêber Apo oluyor. Her Kürt’ün, özellikle Ortadoğu’nun bu kadar tehlikeli kriz ve kaos ortamında sürüklendiği bir ortamda, her Kürt’ün, her kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmiyor, her dört parça ve yurt dışı, zindandan dağlara kadar her tarafta çok daha büyük sahip çıkma ve özgürlük hamlesini mutlaka kısa sürede, çok zamana yaymadan sonuca götürme gibi bir görevi ve sorumluluğu, hatta hakkı vardır. Her Kürt şunu fazlasıyla hak ediyor, kendi önderliği ile özgür yaşamak. Rêber Apo’ya özgürlük diyoruz ya, işin aslı ‘ben özgür yaşamak istiyorum’ demektir. Bu dünya kimseye özgürlüğü bahşetmiyor. Çok egemen, çok erkek, çok iktidarcı, çok kırıcı, çok soykırımcı, her şeyin çıkara indirgendiği ve pazara döküldüğü, her şeyin kar esası üzerinden ele alındığı, her şeyin egemenlik üzerine ele aldığı bir dünyada özgürlüğü elde etmek kolay değil. Bedel istiyor, direniş istiyor.
 
Kampanya ikinci yılına giriyor, bir çağrınız var mı? 
 
Kölelik de özgürlük olmaz, saygı ve sevgi olmaz, her şeyi özgürlük temelinde kazanabiliriz. Kendi özgürlüğünüz için Rêber Apo’ya özgürlük diyoruz. Böylesine bir süreçte tabii ki zorlukları da olacak ama biz Kürtler bu cehennem ortamında, her tarafın kan gölüne çevrildiği bir ortamda, başka seçeneğimiz de yok. Özgürlüğümüz için ne yapılması gerekiyorsa, bu dönemde, bu anda yapılması gerekiyor. Geç kalmamak gerekiyor. Geç kalmak, Kürt’e ve Kürdistan’a büyük kaybettirir. Her Kürt kendi evinde bunu düşünmeli, şimdiye kadar zor bela biraz dünya ölçeğinde kadir kıymet bilinir hale gelmişse, bu direniş sayesinde olmuş ve bunun içinde on binlerce çocuğunun canı var, kanı var. Kürdistan’ı artık kimse eskisi gibi yok edemez. Yarın öbür gün yüzbinlerin, milyonların kanı ve canıyla bu mücadele devam edecek. Zorlukların da fırsatların da çok büyük olduğu bir ortamda, biz Rêber Apo’nun özgürlüğünü bedeli ne olursa olsun, her alanda, her yerde yükseltmek zorundayız. Kimin sözü varsa, şu anda söylemeli; kimin taşı varsa, bu anda atmalı; kimin sloganı varsa, bu süreçte atmalı. Bu, yediğimiz ekmekten, sudan, aldığımız nefesten çok daha önemli. 
 
MA / Özgür Paksoy