DİYARBAKIR - 30 yıl hapse mahkûm edilen TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın avukatı Özüm Vurgun, Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin müvekkili şahsında engizisyon mahkemelerinde yapılan “cadı avı” mantığı ile hareket ettiğini söyledi.
Tutuklu bulunan Tevgera Jinên Azad (TJA) Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan'a dün Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada hapis cezası çıktı. Görülen duruşmada, iddia makamının mahkemeye mütalaasını sunması üzerine son savunmasını yapması için söz verilen Gökkan, bir önceki duruşmada aralarında Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’in de bulunduğu avukatlarının mahkeme başkanının talimatı ile polis zoruyla salondan dışarı çıkarılarak, savunma hakkının gasp edilmesi nedeniyle hakkındaki suçlamalara ilişkin savunma yapmadı.
Sözleri tercüman aracılığıyla Kürtçe'den Türkçe'ye çevrilen Gökkan, dönem sözcüsü olduğu TJA için “Toprağa düşen, havaya düşen, suya düşen cemre” ifadesini kullanıp, ilk günden itibaren adil savunma hakkının ihlal edildiğini kaydetti. Müvekkillerine yönelik “yargı mensuplarınca kurulmuş bir kumpas” ile karşı karşıya olduklarını dile getiren avukatları da reddini istedikleri mahkeme heyetine karşı savunma yapmayacaklarını belirtti.
30 YIL CEZA
Avukatların reddini talep ettikleri mahkeme heyeti ise, Gökkan’a “örgüt üyeliği” suçlamasından 12 yıl ila 7 yıl 6 ay şeklinde iki kez olmak üzere 19 yıl, “örgüte yardım etmek”ten 7 yıl 6 ay ve “örgüt propagandası yapmak”tan 3 yıl olmak üzere toplam 30 yıl hapis cezası verip, tutukluluğunun devamı yönünde karar verdi.
Gökkan’a yöneltilen suçlamalar, yapılan yargılama ve sonucunda çıkan kararı avukatı Özüm Vurgun değerlendirdi.
Müvekkilinin yargılandığı davanın, hakkında hazırlanmış birçok dosyadan oluştuğunu belirten Vurgun, birleşen bu dosyaların ise Nusaybin Belediyesi Başkanı olduğu dönemde yaptığı çadır eylemi, katıldığı eylem, etkinlikler ile TJA Sözcüsü sıfatıyla basına yaptığı açıklamalardan oluştuğunu paylaştı.
YAPMADIĞI PAYLAŞIMDAN CEZA
Bunlarla birlikte parti üyeliğinin dahi Gökkan’a yöneltilen suçlamalara delil olarak gösterildiğini ifade eden Vurgun, “Bu dosyada iki ayrı ‘üyelik’ suçlaması, ‘örgütün hiyerarşisine dahil olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım’ suçlaması ve bir sosyal medya paylaşımı var. Fakat Ayşe Gökkan bir sosyal medya kullanıcı değil, hiçbir zaman da olmadı. Yani sadece 30 Ocak 2018’de yapıldığını bildiğimiz bu paylaşımı kendisi yapmadı. Kendisiyle ilgili yapılan bir paylaşımdan dolayı suçlandığını düşünüyoruz. Düşünüyoruz çünkü dosyada bununla alakalı bir bilgi yok, göremedik. Kendisinin yapmadığı bir paylaşımdan dolayı alt sınırdan uzaklaştırılarak verilmiş 3 yıl gibi bir ceza var. Tüm bu suçlar bakımından dosyayı değerlendirdiğimizde hiçbir şekilde indirim yapılmamış dosyada. Hep alt sınırdan uzaklaşılarak, cezada hüküm kurulmuş. İlk üyelik suçlamasında verilen hapis cezası 12 yıl. TCK’nin 62'nci maddesine göre indirim yapılması gerekirken, bu yapılmadan sürekli ceza artırımı söz konusu. Ancak gerekçeli kararda neye göre cezalandırma, hangi eylemlerinden dolayı cezalandırıldığını anlayabileceğiz” diye konuştu.
Avukat Vurgun, mahkemenin Ayşe Gökkan’a dair karar kıldığı ikinci “örgüt üyeliği” suçlamasının ise, 2017 yılında tutuklanıp, 2018’de tahliye edilmesi sonrasındaki sürece dair olduğunu aktardı.
MÜTALAA İDDİANAMENİN KOPYASI
Yasaya göre cezaevinde olan bir kişinin örgütle bağlantısı kesintiye uğradığı için suçun kesintiye uğradığını, fakat o tahliye sonrası dosyaya yeni bir delil eklenmesi halinde bunun ikinci bir üyelik suçlamasının gerekçesi yapıldığını açıklayan Vurgun, “Örgüt üyeliğinden kurulan iki ayrı hükme ilişkin gerekçeli kararda nasıl bir izahat yapılacak henüz bilmiyoruz. Ama böyle yapmış olabilirler değerlendirmesi içerisindeyiz. Fakat zaten Yargıtay’ın bu süreçle ilgili lehte verdiği birçok karar var. Böylesi bir durum önümüze çıkarsa Yargıtay’ın vermiş olduğu, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in verdiği ihlal kararları var. Bunların değerlendirmesini gerekçeli karar çıkınca yapacağız” dedi.
Ne müvekkillerinin ne de avukatları olarak kendilerinin savcılık tarafından sunulan mütalaaya karşı savunma yapmadıklarını vurgulayan Vurgun, hazırlanan mütalaaya ilişkin “Evet bir mütalaa var ama mütalaa iddianamenin toplanmış bütünüdür. Lehte bir durum söz konusu değil. Sadece iddianameler bir yerden kesilip, bir yere kopyalanmış durumda” ifadelerini kullandı.
'KADIN' TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ
Avukatı, “Ayşe Gökkan dosyasında nasıl bir yargılamaya tanıklık edildiği?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Aslında bir yargılamaya tanıklık etmedik. Ben mahkemenin, Ayşe Gökkan şahsında engizisyon mahkemelerinde yapılan ‘cadı avı’ mantığı ile hareket ettiğini düşünüyorum. Şuan muhalefete, Kürt siyasetçilere dönük siyasi yargılamaların tümü aslında kendilerince bir engizisyon mahkemesi. Hiçbir şekilde bir hukuk süreci yok. Ayşe Gökkan’ın karar duruşmasında da, birçok baro, bağımsız feminist ve dışarıdan gelen kadın kurumlarının temsilcileri vardı. Yargılama son derece sakin başladı. Fakat mahkeme başkanının kadın avukatlara, kadınlara karşı bir tahammülsüzlüğü var. Biz artık durumu bu şekilde değerlendiriyoruz. Başka duruşmalarda da benzer yaklaşımlar sergiledi. Erkek avukatlar ile kadın avukatlara yaklaşımı tamamen farklı.
DÜŞMAN HUKUKU
Önceki duruşmada, mahkeme başkanının kendisinin söz vermesiyle başlanan, daha sonra bağrışmalara dönüşen bir sürecin devamında neden salondan zorla dışarı çıkarıldığımızı bile anlayamadık. Orada kurulan bir tuzak, kumpas var. Biz dışarıda iken ‘ara karar kuracağız’ diye polisleri çağırıp, talimatlar yağdırıyorlar. ‘Biz avukatlara konuşma diyeceğiz. Onlar konuşursa salondan atın. Şayet atmazsanız sizin hakkınızda işlem yapacağız’ denilerek tehdit ediliyor. Bu şahitlik tutanaklarda mevcut. Kumpas buradan itibaren başlıyor. Bu ceza savunma yapılsa da yapılmasa da verilecekti. Mahkeme başkanı hem Ayşe Gökkan’dan hem de savunmadan orada duyacağı sözleri çok iyi biliyordu. Kendisinin yargılanacağını da çok iyi biliyordu. Bunun önüne geçmek için ve kadınların üzerinde egosal bir tatminkarlık yaratmak için bunu yaptığını düşünüyoruz. Zaten bu karar bu şekilde çıkacaktı. Düşman hukuku ile yargılama yapıldığı ve bunun fazlasıyla hissedildiği bir süreç. Bu artık müvekkillerimiz şahsından çıkıp savunmaları engelleyen bir sürece dönüşüyor. Bizler müvekkillerimizle özdeşleştiriliyoruz. Müvekkillerimiz peşinen suçlu kabul edilip, bizlere ‘onları savunuyorlarsa onlar da suçlu’ gözüyle, şüpheyle bakan bir yaklaşım söz konusu.”
GİZLİ TANIK
Gökkan ve benzer siyasi dosyalarda karşılaştıkları "gizli tanık" üzerinde de duran Vurgun, “Şöyle bir gerçeklik var artık. Demek ki bir gizli tanığı istedikleri gibi yönlendirip istedikleri gibi ifade verdirebiliyorlar. Yine istedikleri kişiye dair suçlama üretebiliyorlar. İktidarın muhalefete dönük başvurduğu sindirme politikası, yargı mekanizması içerisinde gizli tanıklar eliyle bir sindirme politikasına dönüşmüş durumda” dedi.
ZAFER İŞARETİ TUTANAKLARA NASIL GEÇTİ?
Gökkan’a hapis cezası çıkan karar duruşmasına dair dikkat çeken bir durumla ise, duruşma tutanağında karşılaşıldı. Mahkeme salonuna girdiği sırada Gökkan’ın kendisini yalnız bırakmayıp, duruşmasını izleyenlere dönük yaptığı zafer işareti mahkeme tutanaklarına “işaret ve orta parmağını kaldırarak izleyicileri selamladı” olarak kaydedildi.
Avukat Vurgun, bu durumu “Yapılan işarete dünyanın her yerinde 'zafer' ya da 'barış' işareti denir, evrensel tanımlama bu şekildedir. Ama 9. Ağır Ceza tutanaklarında bu durum, ‘işaret ile orta parmağını kaldırarak selamladı’ şekilde tutanaklara kaydedildi. Bu cümlenin kendisi evrensel bir işaretten bile nasıl korkulduğunun göstergesi aslında” sözleriyle değerlendirdi.
Buna rağmen mevcut yargı sisteminin elinde muhaliflere karşı artık üretebilecekleri, gidebilecekleri hiçbir yer kalmadığını dile getiren Vurgun, “Acizler. Muhalefete, karşılarında duran her insana karşı talimatla çalışan kuklaları ile oluşturdukları bir sistematik var. Adına ister hakim, ister savcı, ister avukat, ister polis deyin. Bu durum artık bir sona yaklaşıldığının çok net göstergesi” ifadelerini kullandı.
MA / Ömer Çelik - Mehmet Erol