DİYARBAKIR - Bölge kentlerinde yaygınlaştırılan TOKİ ve kafeler yozlaştırmanın toplumsal ayağı olurken, ŞPO Diyarbakır Şube Eşbaşkanı Berivan Güneş, "Sokak kültürünü yaşatma" önerisinde bulundu.
Devletli toplumlarda iktidarlar, sürekliliğini korumak adına toplumları yönetme yöntemlerinde belli başlı değişikliklere giderken, kendini en çok evlilik kurumu üzerinden var etmeye çalıştı. “Aile” kavramının kutsallaştırılmaya çalışıldığı bu çağda, tektipleştirilmeye çalışılan bireyler gibi tek tip aile profili yaratıldı. Öyle ki bu ailelerin nasıl yaşaması gerektiğinden tutalım da, nerede yaşayacaklarına kadar sistem tarafından belirlendi.
YOZLAŞTIRMANIN TOPLUMSAL AYAĞI
Türkiye’de 2000’li yıllarla birlikte başlayan kentsel dönüşüm, kültürel soykırımı amaçlayan özel savaş politikasının mekan ve yaşam alanlarına yansıması olurken, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) inşaları başladı. Kültürel soykırımı hayata geçirmek isteyen iktidarlar, batıya zorunlu göçü başlatırken, toprağını terk etmemek için direnenlere ise TOKİ’lerde tek tip bir yaşamı dayattı. Modernite adı altında sunulan TOKİ’ler, halkın sosyal ve fiziksel değişiminin yanında, özel olarak planlanmış mimarisiyle toplumsallığı hedef aldı.
Özellikle bölge kentlerinde inşa edilen TOKİ’lerde evlerin mimari yapısı topluma “nasıl yaşamaları” gerektiğini anlatırken, başta gençler olmak üzere tüm toplumu yozlaştırmaya dönük inşa edilen ve her köşe başında karşılaştığımız kafeler de aynı zihniyetin ürünü olarak karşımıza çıktı. Bu mekanlarda ilk hedef alınan ise yine kültür taşıyıcısı kadınlar oldu.
Şehir Plancıları Odası Diyarbakır Şubesi Eşbaşkanı Berivan Güneş, özel savaş politikasının mekanlar üzerinden topluma nasıl sirayet ettiğini anlattı.
BİR SAVAŞ ÜRÜNÜ: TOKİ’LER
2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından sonra kent ve mekânlara yönelik müdahalelere değinen Güneş, öncelikle mekânın ikiye ayrıldığını dikkati çekerek, ekledi: “Mekânı temsili ve soyut mekân olarak iki başlıkta ele alıyoruz. Temsili mekan dediğimiz daha çok özneldir, bir halkın tarihi ile ilgilidir. Soyut mekân dediğimiz ise bu TOKİ’lerdir; yeni yapılaşmış olan yapılardır. Bu soyut mekânlar ise şiddet ve savaşın bir ürünü, yani devletin müdahalesiyle karşımıza çıkmaktadır. Soyut mekânın temel işlevi ise homojenliktir. Doğası ve temelinde şiddet bulunan ve şiddet tekelini elinde bulunduran devlet ilk olarak müdahaleyi mekâna yapar. Mekânda bir müdahale gerçekleştirir ve bu müdahale daha çok kendinden olmayana yöneliktir. Devlet aslında bu homojenlik üstünde buldozer gibi hâkimiyet ve tahakküm kurar. Bizim TOKİ’lerde gördüğümüz şey de tam olarak budur.”
KONTROL EDİLEBİLEN KENTLER
Devletin kendi kontrolünde tutabileceği geniş alan ve sokaklar inşa ettiğine işaret eden Güneş, bu yaklaşımın tarihteki örneklerine de değindi. Paris’te kentsel dönüşüme öncülük eden şehir planlayıcısı Baron Haussmann’ın 1853-70 yılları arasında kente yapmış olduğu müdahaleyi örnek gösteren Güneş, “Haussmann’ın Paris’teki ilk müdahalesi, işçi isyanlarını bastırmak içindi ve o da bu tarz soyut mekânlar yarattı. Yaratılan bu soyut mekanları kentsel dönüşüm olarak değil kentsel siyasi müdahale olarak nitelendirebiliriz. Tüm kentlerdeki yapılara baktığımız zaman düz çizgiler, düzgün hizalama ve geometrik bir şekille karşılaşmaktayız. Geometrinin temelinde ise hükmetme vardır. Çünkü devlet geometrik şekil yaparak, mekanda bir parçalama, bölünme ve parselleşmeye doğru gider. Geometrinin buradaki özelliği ise bir müdahale anında hemen o müdahaleyi bastırma niteliğine sahip oluşudur. Devlet de bu yüzden bu projeleri destekler” ifadelerini kullandı.
KAYBEDİLEN SOKAK DOKUSU
Yeni yapılar ve özgürlüğü vadeden açık alanlarla sokak dokusunun kaybedildiğini dile getiren Güneş, “Bu projelerde sokak dokusu, şehir eklemlerinden tamamen ayrılmıştır. Sokağın yerine konut, ulaşım ve işyerleri tahsis edilmiştir. Sokağı neden bu kadar önemsiyoruz? Çünkü sokak bir kentin oyun, öğrenme, örgütlenme ve dayanışma alanıdır ve devlet özellikle buralara müdahale eder. Burada da o dayanışma kültürünü tamamen ortadan kaldırmaya yönelik müdahale sergilemiştir” diye belirtti.
ORGANİK KENTLER
Eski sokak yapılarında özel ve kamusal alanın olduğunu hatırlatan Güneş, eski sokak ve şimdiki sokak yapıların özelliklerine şu şekilde değindi: “Yarı kamusal alan dediğimiz bahçe alanı vardı, daha sonra kadınlar sokağa çıkardı, sokakta örgütlenme dayanışma ağı kurulurdu. Yarı kamusal alan dediğimiz bu alanlarda kadınlar gündelik üretim işlerini yapardı. Kendi ev içi ekonomisi için bahçede sebze ve meyve yetiştirirdi. Bu kadınlar, organik bir yapıdan geliyordu. Organik dokuya hakimlerdi, organik doku içerisinde kendi işlerini yapıyor, kendi halısını bahçesinde yıkıyor, sebzesini yetiştiriyor ve kendi ekmeğini üretiyordu.”
MEKANSAL PSİKOLOJİK ŞİDDET
TOKİ’lerle birlikte özel alandan kamusal alana keskin bir geçişin olduğunu kaydeden Güneş, “Kadını ya tamamen eve hapsedecek ya da dışarı çıkartacak bir durum dayatılıyor. Apartman kültüründe asansör ve merdiven yıkama kültürü dayatılıyor. Yine yeni yapılarda kamusal alanlar tamamen niteliksiz, kentin herhangi bir dokusuyla uyumlu bir şekilde üretilmedi. Bu alanlar kadınların gündelik yaşamlarını, işlerini yapabileceği veya komşularıyla beraber oturabileceği, örgütlenebileceği, dayanışma ağı kurabileceği alanlar olarak tasarlanmadı. Bu yüzden kadınlar ya eve hapsedildi ya da bir şekilde sürgün edilip başka alanlarda yaşam kurmaya zorlandılar. Sonuç olarak da kadınlar kültüründen, komşularından, yaşanmışlıklarından uzaklaştırıldı, diğer yandan ise ekonomik olarak kendi üretimini yapamayacak duruma getirildi. TOKİ bu durumda kadınlara hem ekonomik müdahale hem de mekânsal psikolojik şiddet uygulamakta” dedi.
İKİNCİ ÖZEL SAVAŞ MEKANI
Bütün bu müdahaleleri fiziksel ve toplumsal olarak nitelendiren Güneş, “Daha önce var olan sinema salonları, kültür merkezleri, kütüphaneler, park alanları kapatıldı. Bunların yerine sadece bizim kamusal alan olarak nitelendiremeyeceğimiz kafeler açılmış durumda. Genç kadınlarımız dilinden, kültüründen, kimliğinden bir şekilde uzaklaştırılıp siyasi özne haline getirilmiş durumda. Kamusal alanlar pasifleştirildi ve kadınlar kapalı alan dediğimiz kafe kültürüne alıştırılmakta. Özellikle son süreçlerde baktığımızda devlet güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzün bu kadar artmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi de bu kafe kültürünün oluşması. Baktığımızda temas kurdukları yerler o mekanlar oluyor. Devlet bir şekilde kadını kamusal alandan, ideallerinden yani Kürt kadının o örgütlü yapısından onu uzaklaştırıp bu idealleri kaybettirerek, bir şekilde asimilasyona uğratıyor. Kafe kültürü dediğimiz bu mekanlar da bize çok masum gelmemekte” sözleriyle bölge kentlerinde attırılan kafelerin durumuna dikkati çekti.
MEKANSAL SOYKIRIM
Devletin mekanları değiştirmesini ise “siyasi soykırım” şeklinde tanımlayan Güneş, “Çocuk dilini kültürünü annesinden öğrenir. Devletin burada yapmak istediği tam da buydu. Bir mekanı değiştirerek, mekan üzerindeki kadını yok ederek bir siyasi soykırım yapmaya çalıştı. Buna biz mekânsal soykırım da diyebiliriz. Kentsel dönüşümlerde evet, insanların emeği gitti bizde olaya daha çok emeğin yok edilişi olarak baktık fakat devletin asıl müdahalesini sonradan anlamaya başladık. Devlet burada ‘Siyasi olarak giremediğim yerlere mekânsal olarak gireceğim’ dedi. Ve mekânsal olarak bir şeyleri değiştirmeye çalıştı. Çünkü mekan toplumsaldır. Bu yüzden devlet mekana hükmederek aslında sosyolojik yapıya müdahale etmiş oldu, o bölgenin kimliğine, kültürüne, diline müdahale etti. Kadını siyasi özne haline getirerek, bunları yapmaya çalıştı” diye belirtti.
CİNSİYETLEŞMİŞ MEKANLAR
Mardin’in sokağa çıkma yasağı uygulandıktan sonra evlerin yıkıldığı Nusaybin ilçesinde mekanın kadın ile ilişkisine ilişkin bir çalışma yaptıklarını aktaran Güneş, çalışmalarına ilişkin şunları söyledi: “Mekanın cinsiyeti üzerine bir çalışma yaptık. TOKİ yapılarının çok masum olmadığını anlatmaya çalıştık. Çünkü TOKİ’nin eril bir dili vardır. Oluşturdukları mekanda da bunu görebiliyoruz. Kamusal alan ve özel alanı araştırdığımız zaman kamusal alanı biz daha çok park, yeşil alanlar yani insanların daha çok sosyalleşeceği alanları kastediyoruz. Özel alanlar ise ev içi dört duvar arası dediğimiz, hapishane olarak nitelendirebileceğimiz alanlar. Diyarbakır’ın Sur ilçesi ve Nusaybin’de benzer olayları gördük. İki örnek üzerinden eğer gidecek olursak, kamusal alanlarına baktığımız zaman tamamen cezaevi tarzı yapılaşmalar yapıldı. Kadını baskı altında hissettirecek, gözetlendiğini hissettirecek alanlar yaratıldı. Tam olarak TOKİ’nin yapmaya çalıştığı şey de bu: ‘Ben seni gözetliyorum, seni gözetlemezsem bile yukarıdan birisi seni gözetleyecek.’ Ve kadınlar gerçekten bu alanlarda kendilerini rahat hissetmedikleri için kamusal alan dediğimiz bu alanları kullanmadılar. Yani mekanın o erilliğini gördükleri için mekandan evin içine kapanmaya çalıştılar. Biz burada devletin eril dilini mekanda gördük. O siyasi dilini mekanda da hissetmeye başladık. Bir nevi mekanlar cinsiyetleşmeye başladı.”
HAFIZANIN DİRENCİ
Mekanın toplumsal bir ürün olduğunu sözlerine ekleyen Güneş, her ne kadar devlet veya o dönemki siyasi iktidar mekan üzerinde tahakküm kurmaya çalışsa da toplumun kendi hafızasını mekanda yansıtmaya devam edeceğini vurguladı. Güneş, “İnsanlar şuan Nusaybin’de TOKİ’nin bahçelerine bostanlarını yapmaya başladılar. Ev içinde ürettikleri o ekonomik kültürleri, kültürel alışkanlıklarını yaşatmaya çalışıyorlar. Tandırları tekrar yapmaya başladılar. Toplum bir şekilde yine mekanı kendine göre şekillendirecektir, kendi yolunu bulacaktır” örneklerini verdi.
ALTERNATİF ALANLAR
Kent savunucuları olarak kentsel hafızayı tekrar insanlara yaşatma ve o zemini hazırlamaları gerektiğini belirten Güneş, “Kadın Kent Komisyonları’nın kurulması, kadınların kentlerdeki herhangi bir çalışmada yer alması gerekiyor. Özellikle bu konularda da kadın savunucularına, platformlara, siyasi partilere çok büyük görevler düşüyor. Halka inerek, halkı bilinçlendirmeliler. İnsanlarla bire bir temas kurarak, güncel sorunların ne olduğunu çözmeliyiz. Beklentilerin neler olduğunu, nasıl tekrardan değiştirebileceğimize yönelik çalışmalar yapmalıyız. Gençleri bir şekilde özel savaş politikalarının yeri olan alanlardan çıkartıp, yeni sosyal alanlar yaratmalıyız. Genç kadınları ve toplumun tümünü bu konularda bilinçlendirmeliyiz. Toplum bu konuda el ele vermeli ve dayanışmayı güçlendirmeli” ifadelerini kullandı.
MA / Eylem Akdağ