Taşdemir: Kürt kadın hareketi restore değil yeniden inşa ediyor

  • kadın
  • 09:42 24 Kasım 2021
  • |
img
ANKARA- Kürt kadın hareketinin mücadele deneyimiyle hem Ortadoğu hem de Türkiye’de mücadelenin önünü açtığını belirten HDP’li Dilan Dirayet Taşdemir, “Restore eden değil inşa eden Kürt kadın hareketi gerçekliği var” dedi.
 
Kadın mücadelesinin en dinamik gücü olan Kürt kadınlar, 90’lı yıllardan bu yana her saldırıya örgütlenmelerini daha da büyüterek cevap verdi. Şiddet, baskı, erkek egemen zihniyete karşı verilen mücadele, bir yandan eril zihniyetin engellemelerine takılırken, bir yandan da iktidarların hedefi oldu. Tüm yönelimlere rağmen 2003 yılında Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) ile başlayan mücadele, 2015 yılında Kongreya Jinên Azad (KJA), 20 Kasım 2016'dan bu yana da Özgür Kadın Hareketi (Tevgera Jinên Azad-TJA) olarak 18 yıldır kesintisiz bir şekilde yola devam ediyor. 
 
Kürt kadın hareketi, verdiği mücadeleyle kendisiyle birlikte toplumu da dönüştüren, siyasette, yaşamda öncü olan bir konuma geldi. DÖKH ve KJA ile başlayan kadın mücadelesini 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) milletvekili seçildikten sonra Meclis’e taşıyan Dilan Dirayet Taşdemir'e hem TJA'nın kuruluş yıldönümü hem de 25 Kasım dolayısıyla mücadelenin yarattığı değişim ve dönüşümü sorduk. 
 
Kürt kadınların, Türkiye ve bölge illerindeki çatı örgütlenmesi olan TJA’nın devraldığı mücadele geleneğini anlatır mısınız? DÖKH’ten bu yana nasıl bir süreç gelişti?
 
Kürt kadınların soluksuz bir mücadele tarihi var. Biz Kürt kadınları, dünya kadın mücadelelerinin tarihini miras alarak ama aynı zamanda özgün deneyimini de yaratarak yol alan bir hareketiz. Kürt hareketi, 2000’li yıllarda ‘Ulusal mücadelenin başarısıyla kadın mücadelesinin başarılı olacağı’ denkleminin dışına çıkan ve temel perspektif olarak ‘Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez’ şiarıyla kadınlara özgün kendi örgütlülüğünü ve deneyimini yaratma alanı açtı. Aslında HADEP kurulduğunda kadınlar, siyasal alan mücadelesine dahil olmaya başladı. Ancak kitleleşen kadın mücadelesinin örgütlülüğe dönüşmesi 2000’li yıllara denk geldi. DÖKH’ün kuruluşu yeni bir kadın mücadele deneyimini de kendisiyle beraber yarattı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayla kadın meclislerini, komünlerini kuran ve örgütleyen bir yapıya dönüştü. DÖKH’ün ilk kongresinde ‘21’inci yüzyıl cins çelişkisinin yüzyılıdır’ belirlemesi yapıldı. DÖKH’ün çalışmaları, Türkiye ve Kürdistan’la sınırlı kalmadı. Ortadoğu’daki kadın örgütleriyle buluşma, ittifaklar kurma zemini üzerinden de ciddi bir tartışma ve çalışma başladı. 2014’te Diyarbakır’da 1’inci Ortadoğu Kadın Konferansı gerçekleşti ve 26 ülkeden delegeler katıldı. İlk defa Ortadoğulu kadınlar, Kürdistan zemininde Türkiye’de Kürt kadınlarının organizasyonuyla kadın kimliği etrafında bir örgütlülük ve deneyim aktarımı gerçekleştirdi. ‘Namus’ adı altında işlenen kadın katliamlarına karşı ‘Biz kimsenin namusu değiliz namusumuz özgürlüğümüzdür’ kampanyası üzerinden ciddi bir farkındalık yaratılmış ve kadınların katliamlara karşı ilk reaksiyonları başlamıştı. Yine katledilen kadınların cenazelerini sahiplenme, omuzlarda taşıma ve kadın bilinciyle müdahale ederek, toplumsal alanı da dönüştüren ciddi bir mücadele deneyimi DÖKH döneminde oluştu.
 
DÖKH’ün açığa çıkardığı bilinç sadece Kürt kadınlarıyla sınırlı kalmadı ve KJA ile kongre sürecine geçildi. KJA, farklı halk, inanç ve kültürlere mensup kadınların da örgütlenebileceği bir zemin olarak tartışıldı. Yüzde 60 halklar ve inançlar kotası olarak belirlendi. KJA, bir anlamda kadınların toplumsal sözleşmesiydi. Bu yeni bir örgütlenme modeliydi. KJA’nın Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmasının ardından Kürt kadınlar, boş durmadı ve TJA kuruldu. Tüm yönelimlere, baskılara karşı TJA, kadın örgütlülüğünü, kadın kurtuluş ideolojisinin toplumsal dönüşümü için alanda mücadele etmeye devam ediyor.
 
TJA’nın var olan mücadeleye katkıları neler oldu? Nasıl bir yol kat etti?
 
 
Toplumsal alanı dönüştüren mücadele deneyimi DÖKH ile başladı. KJA ile kongre sürecine geçildi. KJA, bir anlamda kadınların toplumsal sözleşmesiydi.
 
TJA, aslında 2016’da kurulan bir hareketten ibaret değil. Binlerce yıllık kadın mücadele deneyimini arkasına alan, bununla güçlenen kendi deneyimini de yaratan, Ortadoğu’da özellikle Rojava Kadın Devrimi’yle sentezleyen güçlü, iradeli kadın özgürlük çizgisinde çığır açan bir hareket olarak karşımızda duruyor. Kürt kadınların, erkek devlet şiddetine rağmen kısa zamanda güçlü sonuçlar ortaya çıkardığını görmek mümkün. Kürt kadın hareketi, kadın temsiliyetini karar mekanizmalarına dahil etmeyen, sadece görüntü olarak gören yüz yıllık bir siyasal anlayışa karşı HADEP’te yüzde 25 kadın kotasıyla başlayan 2020’lere gelirken eşbaşkanlık sistemine geçen kadın örgütlülüğü ve kurumsallaşmasını sağladı. Kadınlar, yerel siyaseti de şekillendirdi. Kadın öncülüğünde toplumsal dönüşüm, özellikle erkeğin dönüşmesi, militarizme karşı gelişen kadın mücadele deneyimi, değişim yarattı. Aslında restore eden değil inşa eden Kürt kadın hareketi, gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu inşanın kendisi de, kapitalist modernite karşısında demokratik moderniteyi önceleyen, bunu yaşamın tüm alanlarına sirayet eden bir anlayışı da beraberinde getirdi. Bugün siyaset alanında en güvenilir kesimin başında kadınlar geliyor. Yine faşizm karanlığında sokağa çıkan, direnen kadın hareketi oldu. Kadın hareketinin getirdiği etik ölçüler toplumda kabuk kırmayı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla Kürt kadın mücadelesinin, restore eden değil inşa ederek, dönüştürdüğünü ve bunu da ağır bedeller ödeyerek kısa zamanda devasa değişimler yarattığını söylemek mümkün.
 
Peki Kürt kadın hareketi, erkek egemen örgütlenme anlayışına karşı nasıl bir yaşam için mücadele ediyor, bu yeni inşa sürecinin topluma yansıması neler?
 
Kürt kadın hareketi, tüm iktidar ilişkilerine meydan okuyor ve kapitalist modernitenin şekillendirdiği tüm ilişki ağlarını çözen bir mücadele anlayışına sahip. Uzunca bir dönemdir sömürgeci bir anlayış ve yaklaşıma maruz kalan bir halk gerçekliğimiz var. Dili, kimliği, yaşamı, tarihi, gerçekliği inkar edilen ve ciddi anlamda işgallere maruz kalan bir toplumsal gerçekliğe mensup kadınlarız. Bu da bir zihniyet değişimini, dönüşümünü ilke edinen yeni bir yaşamı inşa zemini yaratıyor. Sömürgeleştirilen toplum gerçekliğinden, özgürleşen bir toplum gerçekliğine dönüştüren, Ortadoğu coğrafyasında öncülük eden bir kadın mücadele deneyimini eşbaşkanlıkla taçlandıran ve var olan düzeni zorlayan bir kadın mücadelesi var. Somut bir örnek verecek olursak; Diyarbakır’da bir dönem sitelerin yönetim mekanizmalarında bile eşbaşkanlık uygulanıyordu. Aslında topluma da sirayet eden bir anlayış söz konusu. Bugün bile Kürdistan’a gittiğinizde toplantılarda divanda bir kadın olmadığı zaman erkeklerin kendisi itiraz ediyor. Toplum ‘neden kadın temsiliyeti yok’ diye itiraz ediyor. Bu noktaya büyük bir mücadeleyle gelindi. Ama kısa zaman dilimi içerisinde de toplum içerisinde bu kadar güçlü bir etki yarattı. Ailelerin, erkek kadın ilişkisini, toplumun kadın bakış açısını devrimci bir tarza dönüştürdü. Kadınların sokağa çıkmasını namus meselesi haline getiren bir toplumsallıktan bugün kadınlarla birlikte yürüyen, kadını kendisine öncü olarak kabul eden toplumsal bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
 
Kürt kadın hareketinin kazanımlarını aynı zamanda kadının kendi dönüşümü üzerinden de görüyoruz. “Mağdur kadın” rolünden çıkan ve mücadeleye katılan bir irade var. Kadınları mağduriyetten çıkarıp, mücadeleye katan kırılma noktası neydi?
 
Evet, kadınlar, itiraz ettikleri, mevcut durumu kabul etmedikleri için erkek şiddetine maruz kalıyorlar. Aynı şekilde kadınlar; devletin tekçi, inkarcı, kadın düşmanı politikalarına itiraz ettikleri ve dönüştürmek istedikleri için şiddete maruz kalıyorlar. Burada genelde bir ‘mağdur’ figürü açığa çıkıyor ve sürekli nesne konumuna dönüşüyor, birilerinin yardım ettiği, dayanıştığı ama o şekilde bıraktığı, sadece mağduriyetini ifşa ettiği bir durum oluyor. Ama Kürt kadın hareketinin mücadele deneyimi, bu durumda bir kırılma yarattı. Aslında devlet şiddeti karşısında direnen kadınlarda bir mağduriyet psikolojisi yok.  Aynı zamanda şiddet gören birçok kadın arkadaşımız bugün çok güçlü bir aktivizm yürütüyorlar. Siyasal ve toplumsal mücadelenin içerisinde öncülük eden kadın pozisyonuna gelebiliyorlar. Bu durum, Kürt kadın hareketinin özgün deneyimi içerisinde yarattığı yeni kişilik, mücadele deneyimi ve güçlenen kadın perspektifiyle çok yakından bağlantılı. Çünkü, Kürt kadın hareketi sadece bireysel bir kurtuluştan ve değişimden söz etmiyor. Tamamıyla toplumsal değişim ve dönüşüm mücadelesi veriyor. Bu da mücadele içerisinde yeni kadın öznelerini de açığa çıkarıyor.
 
Özgün örgütlenmesiyle ortaya çıkan Kürt kadın hareketi, zaman içerisinde örneğin 2009’da kurulan Barış İçin Kadın Girişimi sonrasında Eşitlik İçin Kadın Platformu ve Kadınlar Birlikte Güçlü gibi oluşumlarla Türkiyeli kadınlarla ortak zeminlerde buluştu. Yaratılan bu ortak zemin ne gibi sonuçlar açığa çıkardı?
 
 
Kürt kadın hareketinin yarattığı mücadele deneyimi, hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de kadın mücadelesinin önünü açıyor. Mücadele içerisinde yeni kadın öznelerini açığa çıkarıyor.
 
Kürt kadın hareketinin, Türkiyeli kadınlarla buluşması da bir o kadar eski. Ortak kampanyalarla süreç içinde isimlerde farklılaşmalar oldu ama Kürt kadın hareketiyle Türkiyeli kadınların ortaklaşması, buluşması tarihsel bir arka zemine sahip. Bu buluşmalar güçlü bir zemin de yarattı.  Zaten KJA’yla girilen kongreselleşme süreciyle kadın kimliği etrafında cins bilinciyle örgütlenme ve kadın kimliğine karşı saldırılar karşısında ortak mücadele zeminleri oluştu. Kürt kadın hareketinin açığa çıkardığı deneyim, mücadele ve birikim Türkiye kadın hareketini de ciddi anlamda güçlendirdi ve dönüştürdü. Özellikle HDP’nin kuruluşu ve HDP Kadın Meclisleri, kadınlar için de bir alan yarattı. Çünkü HDP fikriyatı tam da kadınların örgütlenme modeli. HDP’nin örgütlenme biçimi ve Kürt halkı ile Türkiye halklarının buluşmasını, kadınların yarattığı deneyimlerin etkisi olarak görmek mümkün. Eşbaşkanlığa yönelik saldırılara Türkiye cephesinden de itiraz eden kadın örgütlülüğü var. Aynı şekilde dünya kadın gündemlerini de ana gündemi haline getiren ve buna öncülük eden bir Kürt kadın hareketi var. Bu açıdan buluşmalar, zeminler gittikçe güçleniyor. Ama hala kat etmemiz gereken yol ve buluşmamız gereken çok farklı kadın kesimleri var. TJA olarak bunları yaratmaya dönük gündemlerimiz var. Ama şu bir hakikat olarak ortada duruyor; Kürt kadın hareketinin yarattığı mücadele deneyimi ciddi anlamda hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de kadın mücadelesinin önünü açıyor.
 
Uluslararası alanda yürütülen birçok kadın konferanslarına katılıyorsunuz. En son Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kadın Konferansı’nı da takip ettiniz. Kürt kadınların verdiği mücadelenin uluslararası alana yansıması nasıl?
 
Dünyada kadın mücadelesi yeni bir ivme kazanıyor. İlişkilerini, ağlarını, perspektifini yeniden kuruyor. Perspektifini yeniden kurarken de, yönlerini Kürt kadın hareketine döndüklerini söylemek mümkün. Özellikle Rojava’da kadınlar öncülüğünde oluşturulan yeni yaşam perspektifi, kadın öncülüklü toplum inşası ciddi bir ilgiyle izleniyor. Daha yolun başındayız. Daha çok buluşmalar, etkileşimler ve ilişki ağlarıyla kalıcılaştırmak gerekiyor. Bunun adımları da atılıyor. Bugün, tüm dünya coğrafyasında buluştuğumuz birçok kadınla DÖKH’ün yıllar önce ‘21’inci yüzyıl cins çelişkisinin yüzyılıdır’ belirlemesinde ortaklaşıyoruz. Bu cins çelişkisinin çözümüyle toplumlar demokratikleşecek, erkek iktidarlar kaybedecek ve yeni bir yaşamın nüveleri açığa çıkacak. Rojava Devrimi pratik anlamada ciddi bir deneyim ve olanak yaratıyor.
 
 
Kürt kadın hareketinin aynı zamanda erkek-devlet şiddetine karşı Türkiye ve bölgede etkili kampanyaları oldu. Bu kampanyaların açığa çıkardıkları neler oldu?
 
 
 Kayyımlarla birlikte Kürdistan’da inşa edilen kadın sistemi gasp edilmeye çalışıldı. İstanbul Sözleşmesi bir erkek tarafından gece yarısı feshedildi.
 
Özellikle kadın kazanımlarına, tarihsel birikimine yönelik ciddi saldırılar var. Kayyımlarla birlikte Kürdistan’da inşa edilen kadın sistemi gasp edilmeye çalışıldı. Eşbaşkanlık gibi siyasal kazanımımız suç olarak görülmeye başlandı. İstanbul Sözleşmesi bir erkek tarafından gece yarısı feshedildi. Aslında iktidarın karakterinde, kadınların kazanımlarını gasp eden, kadın deneyimlerini ortadan kaldırmaya çalışan ve kadınları eve hapsetmek isteyen bir yeni Türkiye inşası söz konusu. Burada kadınların yeri yok. Bu devlet aklının, Kürt kadınlarına yönelik saldırıları da her zaman farklı oluyor. Önce Kürdistan’daki kadın hareketini çökerterek, kazanımlarını gasp etmeye başladı. Önce kayyım eliyle kadın özgün örgütlenmelerimizi kapattı. Aktivistleri tutuklandı ve ardından Türkiye’deki kadın hareketine yöneldi. Tüm bu konsepte karşı elbette ki bizler dönemsel bir mücadele taktiği izlemiyoruz. Çünkü biz şunun farkındayız; Kürt kadın hareketi tasfiye edilirse Türkiye kadın hareketi çok rahat tasfiye edileceği düşünülüyor. Çünkü ikisi arasında güçlü bir bağ var. Bu nedenle Kürt kadın hareketine yönelik fuhuşla, çeteyle mafyayla kadın bedeni üzerinden kirli bir siyaset geliştiren bir saldırı söz konusu. Dolayısıyla özellikle genç kadınlar üzerinde yoğunlaşan bu saldırılara karşı daha özgün bilinçlendirme, karşı koyma ve mücadele deneyimine ihtiyaç duyduk.
 
Tam da bu bağlamda en etkili kampanyalarınızdan biri “Kendimizi savunuyoruz” oldu. Bu kampanyanın etkileri yürütülen kentlerde hala devam ediyor, neden “kendimizi savunuyoruz?”
 
İktidar, her yönüyle kadınları savunmasız bırakmak istiyor. Devlet, kadınları bırakın korumayı koruyucu mekanizmaları da yok ederek, yol almaya çalışıyor. Toplumu bir şekilde kadın bedeni üzerinden, fuhuş mekanizmalarını devreye sokarak, özgürleşen kadın kimliğini pasifize ederek, yozlaştıran, teslim alan bir irade kırımı siyaseti izliyor. Bu nedenle ‘kendimizi savunuyoruz’ derken, tam da bu siyaset karşısında duruyoruz. Örgütlenerek, bilgiyle, bilinçle kendimizi savunuyoruz. Devletin yarattığı kirli algı ve kadın bedenini hedefine alarak çürütme siyasetine karşı farkındalık ve öz bilincin açığa çıkması gerekiyor ki kadınlar bu sinsi siyaset karşısında kendisini koruyabilsin. Batma ve Hakkari örneğinde olduğu gibi özel savaş politikalarının sinsi bir şekilde örgütlenmesi söz konusu. Kadın düşürülürse toplum çürür mantığıyla hareket ediyorlar. Özgürlük perspektifimizin karşısına bu siyaseti konumlandırıyorlar. Tıpkı DAİŞ nasıl ki Rojava Devrimi karşısına kadın köle pazarlarını kurduysa, aynı anlayış bugün Kürdistan’da özgürleşen, topluma öncülük eden kadın gerçekliği karşısında fuhuşa sürüklenen, uyuşturucuya mahkum edilen bir toplum inşa etmeye çalışıyor. ‘Kendimizi savunuyoruz’ sloganımız da buraya dayanıyor. Yeni dönemde de aynı kampanyayla her yerde kadınlar olarak özsavunmasını kurmak, savaş politikalarının hedefi haline gelmemenin yol ve yöntemlerini oluşturmak durumundayız.
 
Özel savaş politikalarına karşı verilen mücadele yeterli mi? Nerelerde eksik kalınıyor?
 
Elbette ki bu aşamada bir yeterlilik söz konusu değil. Eğer yeterli olmuş olsaydık az önce saydığım illerde kadınlar özel savaşın kurbanları durumuna gelmezlerdi. Bir kadın bile özel savaş politikalarının hedefi haline geliyor ve düşürülürse yetersizliğimiz söz konusudur. O açıdan çok daha güçlü bir program, yoğunlaşma ve hızlı bir çalışma yürütmemiz gerekiyor. Son 5 yıllık darbeci anlayışın saldırılarıyla tüm kadın kazanımlarımıza el konuldu. Kadınlara ulaşabilen mekanizmalarımız yok edilmeye çalışıldı. Tam da bunun zeminini yaratmak için yapıldı. Örneğin; Ayşe Gökkan sadece yürüttüğü kadın ve Kürt meselesinin demokratik çözümü için verdiği mücadele nedeniyle 30 yıl ceza aldı. Kirli siyasete, özel savaş yöntemlerine karşı direnen kadınlar hedef alınarak alan boşaltılmaya çalışıldı. Bu alanda boşluk söz konusu. Biz o boşluğu doldurmadığımız sürece özel savaş mekanizmaları devreye giriyor ve kadın bedeni hedef alınarak, çürütme siyaseti izleniyor. Bu nedenle bu alanları boş bırakmama kararlılığındayız. Gerekirse ev ev dolaşarak, özel savaş mekanizmalarını teşhir edeceğiz.
 
Dediğiniz gibi gözaltı ve tutuklamalarla kadın mücadelesine karşı bir sindirme politikası söz konusu. TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’a 30 yıl hapis cezası verildi. Bu mücadele neden kriminalize edilmeye çalışılıyor, devleti rahatsız eden ne burada?
 
Ayşe Gökkan dönem açısından kadın mücadelesinin bir sembolüne dönüştü. Çünkü Ayşe Gökkan, Kürt meselesinin demokratik çözümünü savunan ve devletin inkarcı siyaseti karşısında kimliğinden ödün vermeyen biriydi. Devletin yaratmak istediği ‘itaat eden kadın’ profiline karşı boyun eğmeyen bir kadındı. Bu nedenle bir intikam alma söz konusu. Yoksa Ayşe Gökkan’ın 30 yıl ceza almasının başka hiçbir izahı yok. Açıkçası dönemin devlet aklı o kadar kinleşmiş ki, gerçekten bir kriz halinde. Boyun eğdiremediği, teslim alamadığı için öfke duyuyor.  Bu kini de hukuku intikam aracına dönüştürerek, almaya çalışıyor.
 
Gündemde “Şimdi kadın özgürlük zamanı” kampanyası var. Bu kapsamda nasıl bir yol izlenecek?
 
 
Kürt kadınların, bu kadar güçlenmesinde, yol kat etmesinde ve mücadeleyi soluksuz sürdürmesinde Sayın Öcalan’ın çok ciddi bir emeği söz konusu. İyi bir kadın yoldaşlığı, hukukunu kurduğunu söylemek mümkün.
 
Kürt kadın hareketi olarak 5 yıldır amansız bir saldırıyla karşı karşıyayız. Ama kadınlar, her dönem kendine bir yol buluyor, deneyim yaratıyor. Tam da bu noktada kadınlar karşısında yenilen bir iktidar var.  Bu açıdan da kadınlar, yenilen bu iktidar karşısında, ‘Şimdi kadın özgürlük zamanı’ diyorlar. Özgürlüğümüzü sağlama, yol ve yöntemlerini, kurumsallaşmalarını tartışma ve perspektifini oluşturma zamanı. Çünkü bu karanlık gidici ve biz aydınlığa çıkmak istiyorsak yeni sürece müdahale etmek durumundayız. Bu karanlığın yerine gelecek yeni bir karanlığa zemin sunmamak için Türkiye’de yeni bir inşa söz konusu olacaksa, birileri hesaplaşıp yüzleşecekse kadınlar aktif bir özne olmak zorunda. Kürt meselesinin demokratik çözümünde rol ve misyon almak zorunda. Bu nedenle ‘özgürlük zamanını’ hep birlikte örgütlemek durumundayız.
 
Kadınların Kürt sorununun demokratik çözümünde rol ve misyon alması gerektiğini söylediniz. Tecride karşı da mücadele veren Kürt kadın hareketi, çözüm adresi olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı gösteriyor. Bahsettiğiniz rol ve misyon nedir?
 
Kürt kadınların, bu kadar güçlenmesinde, yol kat etmesinde ve mücadeleyi soluksuz sürdürmesinde Sayın Öcalan’ın çok ciddi bir emeği var. Kürt kadın mücadelesinde ciddi bir alan açtı. İyi bir kadın yoldaşlığı, hukukunu da kurduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın bu mücadele deneyimini gören kadınlar olarak elbette ki tecride karşı öncülüklü mücadele yürütme sorumluluğunu da duyuyoruz. Diğer yandan Türkiye’de yaşanan yozlaşmanın, ekonomik krizin, savaşın, çatışmanın, kadına yönelik şiddetin nedeni savaş politikalarıdır. Dolayısıyla biz kadınlar, savaşın milliyetçiliği, milliyetçiliğin militarizmi, militarizmin kadın katliamlarını ve cinsiyetçiliği derinleştirdiğini biliyoruz. Bu nedenle Kürt meselesi demokratik anlamda çözülmeden kadınlar da cins kırımına uğramaktan kurtulamayacak. Kadınların da özgürlük mücadelesi her zaman ciddi saldırılarla karşı karşıya kalacak. Kürt sorunun demokratik çözümü kadınların ana gündemlerinden biridir. Burada öncü rol Öcalan’dır. Aktörleri çoğaltılabilir, kadınlar da bunun bir parçası olabilir, Meclis bir parçası, halklar bir parçası olabilir. Ama işin öznelerini tanımlarken kadınlar, Sayın Öcalan’ın dahil olmadığı bir çözümün de mümkün olmayacağının farkında. Tecridin derinleştirdiği savaş siyaseti, kadın kırımını açığa çıkarıyor. Bu açıdan kadınlar bütüncül bir siyaset izliyor ve tecride karşı mücadele önemlidir.
 
MA / Zemo Ağgöz