ANKARA - Ekonomi politikalarının erkek işgücüne dayalı istihdam yarattığını belirten CEİD Başkanı Gülay Toksöz, “15-29 yaş arasındaki gençlerin yüzde 27,2’si ne okuyor ne de çalışıyor. Bu oran erkeklerde yüzde 16,9 iken aynı yaş grubundaki kadınlarda yüzde 42,4” dedi.
Toplumsal cinsiyet eşitliği hem ülkede hem de dünyada ilerlemenin en yavaş olduğu alanların başında geliyor. 2021 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, küresel düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğinin kapatılması için gereken süre 99,5 yıldan 136 yıla uzandı. Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre, kadınların ekonomiye katılımındaki eşitlik için ise 267 yıla daha ihtiyaç var. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2021 yılı istihdam verilerine göre, çalışma hayatına katılan oran kadınlar da yüzde 29,2 olurken, erkekler de yüzde 46,5 olarak kaydedildi.
Ülkede, kadınlar hem çalışma hayatında hem de günlük hayatlarında toplumun kadına yüklediği sorumluluklarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Kadınların iş yaşamında karşılaştığı eşitsizlik ve sorunların temelinde ise toplumsal cinsiyet rolleri ve iktidarın eril politikalar yer alıyor. Cinsiyetçi politikalar, kadınları “anne ve eş” rolleriyle evlere hapis etmeye çalışırken, çalışma yaşamı önünde birçok zorluk kılıyor. TÜİK’in 2021 Türkiye Aile Yapısı Araştırması’na göre, ev işlerini kadınlar üstleniyor. Kadınların yüzde 94,4’ü çocuk bakımı, yüzde 85,6’sı çamaşır ve bulaşık yıkama (makineyle bile olsa), yüzde 85,4’ü yemek yapma ve evin günlük toplanması ve temizlenmesi işlerini yapıyor. Yine aynı rapordan yansıyan bir başka bilgi de, toplumun yüzde 35,8’si kadının asli görevinin çocuk bakımı ve ev işleri olduğunu düşünüyor.
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) Başkanı Gülay Toksöz, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın istihdamına dair sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği ne boyutta? Var olan bu eşitsizlik kadınların yaşamlarını nasıl etkiliyor?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hayatın her alanında mevcut. Eşitsizliğin boyutlarını anlayabilmek için karşılaştırmalara ihtiyacımız var ya zaman içinde bir ülkede durumun nasıl değiştiğine bakabiliriz ya da ülkeler arası bir karşılaştırma yapabiliriz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü (BMKÖ) 1990’lı yıllardan bu yana İnsani Gelişme Endeksi yayınlayarak hem ülkelerin gelişme düzeylerini birbiriyle kıyaslıyor hem de her ülke içinde kadınların ve erkeklerin durumunun nasıl değiştiğine bakıyor. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği olarak yakın zamanda BMKÖ Türkiye Ofisi ile ortak bir proje yürüttük, bu endeksleri temel alan bir araştırma yaptık ve 2000-2019 yılları arasında Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği performansının ne yönde değiştiğini ortaya koyduk.
Bu çalışmaya göre, Türkiye 2000’de orta insani gelişme düzeyinde iken 2019’da çok yüksek insani gelişme düzeyine yükseliyor. Buna karşılık Toplumsal Cinsiyet Gelişme Endeksi artmakla birlikte daha düşük düzeyde ilerliyor. Bunun sonucunda Türkiye, İnsani Gelişme Endeksi’nde 189 ülke arasında 54’üncü sırada iken, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde 162 ülke arasında 68’inci sırada yer alıyor. Yani toplumsal cinsiyet gelişmişlik düzeyi açısından dördüncü grup ülkeler arasında ve kendisine benzer konumda olan iki ülke Suudi Arabistan ve Bahreyn.
Bu endeks nasıl hesaplanıyor?
Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında en yüksek 'okulu erken bırakma' oranına sahip. 15-29 yaş arasındaki gençlerin yüzde 27,2’si ne okuyor ne de çalışıyor. Bu oran 15-29 yaş arası erkeklerde yüzde 16,9 iken aynı yaş grubundaki kadınlarda yüzde 42,4.
Endekste toplumsal cinsiyet açısından üç alanda karşılaştırma yapılıyor: eğitim, sağlık ve gelir. Söz konusu dönemde zorunlu eğitimin 1997 yılında 8 yıla, 2011 yılında 12 yıla çıkarılması, kız ve erkek çocukların okullaşma oranlarını önemli ölçüde artırıyor. Okullaşma oranı artmakla birlikte Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında en yüksekokulu erken bırakma oranına sahip. Türkiye’de 15-29 yaş arasındaki gençlerin yüzde 27,2’si ne okuyor ne de çalışıyor. Bu oran 15-29 yaş arası erkeklerde yüzde 16,9 iken aynı yaş grubundaki kadınlarda yüzde 42,4. Yani eğitim alanındaki ilerlemelere rağmen kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik devam ediyor. Özellikle yoksulluk kız çocukların eğitime erişimini olumsuz etkiliyor. Aynı zamanda gençler arasında işsizliğin çok yüksek olması, eğitimin çalışma hayatına girmeyi kolaylaştırmadığını ortaya koyuyor.
* Türkiye’de kadın işsizliği, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye ülkelerin ortalamasının neredeyse iki katı. Ülkedeki kadınların işgücüne katılımı ve istihdam oranlarının düşük olmasının sebebi nedir? Kadın istihdamı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği arasında nasıl bir ilişki var?
Evet, Türkiye’de kadınların işgücüne ve istihdama katılımları benzer gelişmişlik düzeyindeki ülkelerden çok daha düşük, işsizlik oranları çok daha yüksek. Bunun nedenlerini açıklamak için iki farklı boyuta bakmak gerekir. İlki; kadınların çalışma hayatına girmeleri önünde yani işgüçlerini arz etmeleri önünde ne tür engeller olduğu, ikincisi; işgücünü arz eden yani çalışmak isteyen kadın işgücüne ne ölçüde talep olduğu. Türkiye’de çok güçlü şekilde var olan ataerkil yapılar ve zihniyetler hane içinde cinsiyet temelli bir iş bölümüne dayanıyor. Yani kız çocukların ileride mutlaka evlenip, ev kadını ve anne olacağı varsayılıyor, erkeklerden de aileyi geçindirmesi bekleniyor. Bu durum kadınları ekonomik açıdan erkeğe bağımlı kıldığı gibi, şiddete maruz kalan kadınların buna karşı koyması ve şiddete dayalı ilişkilerden uzaklaşmasını zorlaştırıyor.
Yakın zamana kadar eğitim fırsatlarından yararlanmada öncelik erkek çocuklara verilirdi. Zorunlu eğitim süresinin artmasıyla birlikte okullaşma oranları birbirine yaklaştı ancak yukarıdaki istatistiklerin gösterdiği gibi, lise eğitimini tamamlayan genç kadınlardan evlenmesi ve aile içi sorumluluklara öncelik vermesi bekleniyor. Tercihini çalışmaktan yana koyan genç kadınları bekleyen ise işsizlik oluyor. İşte bu noktada kadın işgücüne ne ölçüde talep olduğuna bakabiliriz. Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları uzun yıllardan bu yana yeterli düzeyde istihdam yaratmıyor ve yaratılan istihdam esas olarak erkek işgücüne dayanıyor.
Sektörlerde cinsiyete dayalı ayrıştırma var mı?
Bunun en somut yansıması özellikle son 20 yılda yatırımlarda inşaat sektörüne öncelik verilmesi. Öte yandan işgücü piyasasında cinsiyete dayalı ayrışma çok güçlü yani hem işverenlerin hem iş arayanların zihninde kadınlara ve erkeklere uygun görülen sektörler ve meslek var. Örneğin; inşaat sektörü tümüyle erkek işgücüne dayanıyor, kadınlar sanayide konfeksiyon, gıda gibi evde yaptıkları işlerin uzantısı olarak görülebilecek işlerde çalıştırılıyor. Aynı şekilde öğretmenlik, hemşirelik kadınlara, mühendislik, teknisyenlik erkeklere yakıştırılıyor. Kuşkusuz bu kalıpların dışına çıkarak farklı mesleklerde çalışan kadınlar ve erkekler var ama bunlar azınlıkta kalıyor. Dolayısıyla kadınların çalışabileceği işyerleri ve meslekler erkeklere göre daha sınırlıdır. Bu durum ise işverenlerin işe alma tutumlarını ve kadınların iş bulma şanslarını etkiliyor. TÜİK tarafından son yayınlanan Ocak 2022 İşgücü İstatistikleri’ne göre, kadınların işsizlik oranı (yüzde 13,6) erkeklerin yüzde işsizlik oranından üç puan (yüzde 10,3) yüksek. Genç işsizlerde (15-24 yaş), hem oranlar hem de kadın-erkek cinsiyet açığı büyüyor. Buna göre Ocak 2022’de işsizlik oranı genç erkeklerde yüzde 18, 4, kadınlarda ise yüzde 27,6. Aralarındaki açık 9,2 puan. İŞKUR’un işe yerleştirme politikalarında kadınlara öncelik vermesi gerektiğini bu sayılar ortaya koyuyor.
Kadınların çalışma ortamında çok fazla fiziki ve psikolojik şiddete de maruz kaldığını görüyoruz. Şiddeti önlemek için var olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek ve var olan yasaların uygulanmaması şiddete karşı nasıl korumasız bırakıyor?
İşyerlerinde yaşanan şiddet karşısında ILO’nun 190 Sayılı Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’nin kabulü büyük önem taşıyor. Çeşitli araştırmaların ortaya koyduğu gibi özellikle cinsel taciz riski, çalışma hayatına girmekten veya girdikten sonra kalmaktan alıkoyan ciddi bir ayrımcılık ve sorun.
İstanbul Sözleşmesi veya uzun adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadınların özellikle aile içi şiddetten korunması açısından çok önemli bir kazanım. Kadın örgütlerinin ve diğer sivil toplum örgütlerinin karşı çıkmalarına, güçlü bir şekilde tepkilerini dile getirmelerine rağmen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Türkiye’nin Sözleşme ’den çekilmesi kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye ciddi bir darbe oldu. Oysa Türkiye’de kadın cinayetlerinin yaygınlığı sözleşmenin daha güçlü bir şekilde uygulanması gerektiğine işaret ediyordu. Diğer yandan işyerlerinde yaşanan şiddet karşısında ILO’nun 190 sayılı Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi’nin kabulü büyük önem taşıyor. Bu sözleşme, çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesini herkes için öngörmekle birlikte özellikle kadına yönelik şiddet ve tacizin önlenmesinde önemli bir araç niteliğini taşıyor. Çünkü çeşitli araştırmaların ortaya koyduğu gibi özellikle cinsel taciz riski kadınları çalışma hayatına girmekten veya girdikten sonra kalmaktan alıkoyan ciddi bir ayrımcılık ve sorun. Tacizle mücadelede politikaları, büyük işyerlerinde çok yetersiz, küçük işletmelerde ise neredeyse hiç yok. Dolayısıyla sözleşmenin Türkiye tarafından imzalanması, uygulanmasına yönelik kanun çıkartılması ve uygulamanın denetlenmesine yönelik mekanizmaların getirilmesi, bu sorunla mücadeleyi mümkün kılar.
Bu tür sözleşmeler ve yasalar, şiddetin önlenmesi bakımında bir araç ama kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi için ne gibi politikaların üretilmesi gerekiyor? Bu noktada hem kadın örgütlerine, sendikalara ve muhalefet partilerine düşen nedir?
Özellikle çalışma hayatı sorunlarına eğilen kadın örgütleri bu sözleşmenin imzalanmasını talep ediyor. Aynı şekilde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine duyarlı sendikaların ve muhalefet partilerinin taleplerinin de bu yönde olduğunu görüyoruz. Öte yandan bu talep yükseltilirken, sendikaların kendi tüzüklerinde şiddet ve tacizle mücadeleye yer vermesi ve önlenmesi için çaba göstermesi gerekiyor. Aynı şekilde meslek örgütlerinin de bunu yapması gerekiyor. Ancak artan işsizlik ve yoksulluk koşullarında daha acil olduğu düşünülen konulara öncelik verilirken, bu talebin geri planda kaldığı söylenebilir. Oysa talepler arasında bir öncelik yapılmadan tüm emek örgütlerinin bu sözleşmenin imzalanması talep etmesi, 1 Mayıs’ta alanlarda bu talebin dillendirilmesi önem taşıyor.
MA / Berivan Kutlu