HABER MERKEZİ - İstanbul Sözleşmesi Davası’nda Cumhurbaşkanı’nın usule uymadığının bir kez daha görüldüğünü belirten avukat Hatice Demir, “Aksi yönde bir kararın çıkması halinde kadınlar, 7 ila 14 Haziran tarihleri arasında Danıştay’da görülecek duruşma salonunu ablukaya alacaklardır” dedi.
Türkiye, ilk imzacısı olduğu ve 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılması nedeniyle kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nden AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 1 Temmuz 2021’de çekildi. Kararın ardından kadınlar başta olmak üzere birçok siyasi parti, baro, sivil toplum örgütü ve sendika, sözleşmeden tek kişinin kararıyla çıkılmasına tepki göstererek, Danıştay'a “kararın yürütmesinin durdurulması” talebiyle başvuruda bulundu.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK), “Anayasaya göre yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı’nda olduğu, milletlerarası anlaşmaların sona erdirilmesinde yürütme yetkisi vardır” gerekçesiyle itirazları reddetti. Ancak binlerce kadın, Danıştay’a başvurmaya devam etti. Bunun sonucunda 28 Nisan’da Danıştay 10'uncu Dairesi’nde, 10 kurumun talebi görüşüldü. Yaklaşık bin avukatın yetki belgesi sunduğu ve binlerce kadının Türkiye'nin dört bir yanından katılarak, İstanbul Sözleşmesi’ni savunduğu duruşmada, Danıştay Savcısı “kararının iptali” yönünde mütalaa sundu.
Duruşmaya Diyarbakır’dan katılan avukatlardan Hatice Demir, davaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
ŞİDDETE MÜDAHALE EDİLMİYOR
İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların mücadelelerinin kazanımı olduğunu belirten Demir, devletin kadınların maruz kaldığı ihlal ve şiddete müdahale etmediğini söyledi. Demir, “Kadınlar uzun yıllar boyunca ev içinde maruz kaldıkları şiddetin, ayrımcılığın aslında politik olduğunu, her kadının benzer risklerle baş başa olduğunu ve devletin buraya müdahale etmesi gerektiğini savundular. İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanmasına giden süreç, aslında Türkiye ile çok ilişkili. Türkiye'de kadınlar ev içinde abilerinden, erkek arkadaşları ya da eski partnerlerinden gördükleri şiddete karşı devletin belli mekanizmalarına başvuru yaptıkları zaman devlet bu konuya çok da müdahil olmuyordu. Bir ayrımcı pasifliği söz konusuydu. Ev içi şiddetle, kadına yönelik şiddetle mücadelede bir kararlılığı yoktu” diye belirtti.
KARAR HUKUKEN YOK HÜKMÜNDE
Sözleşmenin kadınlar için hayati bir öneme sahip olduğunu vurgulayan Demir, Radikal İslamcı kesimlerin aileyi önceleyen ve kadın haklarına saldıran söylemlerinin ana akım medyanın desteklemesiyle 6284 Sayılı Kanunun hedef alındığını hatırlattı. İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede Cumhurbaşkanı’nın kararıyla fes edildiğini anımsatan Demir, hukuken yok hükmünde olan karara karşı iki gün sonra Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak Danıştay’da iptal davası açtıklarını kaydetti. Demir, bu süreçte birçok kurum, baro ve sivil toplum örgütünün de kendileriyle beraber dava açtığını belirtti. Demir, duruşmada yaptıkları savunmayla ilgili şunları aktardı: “Diyarbakır Barosu adına söz alarak, kararın neden hukuka aykırı olduğunu ifade ettik. Mevcut İstanbul Sözleşmesi temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir sözleşme ve yine Meclis’in kararıyla yürürlüğe girmiş bir sözleşme. Dolayısıyla kanunla yürürlüğe giren bir sözleşmeden Cumhurbaşkanı’nın tek başına çekilemeyeceğini, bunun hukuka aykırı olduğunu söyledik. Çünkü kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak tamamen Meclis’in görevleri arasında. Cumhurbaşkanı’nın böyle bir görevi yok. Anayasada da Cumhurbaşkanı’na bu konuda verilmiş bir yetki yok. Toplumun sadece yüzde 17’si bu sözleşmeden çekilmeyi talep ediyor. Yani radikal İslamcı ve kadın düşmanı tabanın yüzde 17’lik bir kesimi tarafından ifade edildiğini, toplumun yüzde 64’ünün bu sözleşmenin arkasında olduğunu, desteklediğini ifade ettik.”
CUMHURBAŞKANI USULE UYMADI
Duruşmada, Danıştay Savcısı’nın kadınlar lehine görüş sunmasını olumlu bulan Demir, savcının Cumhurbaşkanı’nın var olan usule uymadığını, bu nedenle çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek, iptali yönünde talepte bulunduğunu dile getirdi. Duruşmada Cumhurbaşkanı’nın avukatlarının da görüş belirttiğini ifade eden Demir, “Avukatlar, Cumhurbaşkanı’nın böyle bir işlem tesis etmesine dair takdir yetkisinin olduğunu ifade ettiler. Bir diğer konuda, ‘Türkiye’ de zaten kadınları koruyan yasalar var. Bizim batı icadı bir uluslararası sözleşmeye ihtiyacımız yok. Bizim zaten düzenlemelerimiz var. Zaten sözleşmede kadınları korumaya yetmiyordu’ dediler. Bizde buna itirazlarımızı ifade ettik. Bu kararın neden Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakılamayacağını söyledik. Asıl kural olan yetkisizliktir. Dolayısıyla Anayasa’da Cumhurbaşkanı’na verilmiş açıkça bir yetki yok ise Cumhurbaşkanı bir boşluktan yararlanarak, bu konuda takdir yetkisi olduğunu söyleyemez. Yine Bu yasal düzenlemelerin çoğu İstanbul Sözleşmesi onaylandıktan sonra Türkiye'de yapılan değişikliklerdir. Dolayısıyla, ‘Bu temel kaynağı kabul etmiyorum ama o kaynağa dayanarak çıkardığım yasalarım var ve bunlar kadınları koruyor’ demek, hukuken bir tutarsızlık içeriyor” dedi.
MEVCUT YASALAR YETERLİ DEĞİL
Türkiye'de kadınları koruyan düzenlemelerin sınırlı olduğunun altını çizen Demir, kısa süreli tedbirler yerine sorunun kaynağına inerek, kalıcı çözümlerin bulunması gerektiğini vurguladı. Sözleşmenin köklü bir çözüm getirdiğini belirten Demir, “Sonuç odaklı baktığımızda bu meselenin gerçek temellerini ortadan kaldıramayız. Şiddetin kaynağı ile mücadele edemeyiz. Bu anlamda mevcut yasaların yeterli olmadığını, İstanbul Sözleşmesi gibi temel bir uluslararası bir sözleşmeye ihtiyaç duyulduğunu savunduk. Bize ‘İstanbul Sözleşmesi kadınları bu kadar koruyorsa, yürürlükteyken hiçbir kadının ölmemesi gerekiyordu’ diyorlar. Oysa ki temel sorun sözleşmenin uygulanmamasıydı” ifadelerini kullandı.
‘KARARIN İPTALİNDEN BAŞKA YOL YOK’
Yasal düzenlemeye göre gerekçeli kararın 15 gün içerisinde açıklaması gerektiğini ancak Danıştay’ın 30 gün sonraya ertelediğini söyleyen Demir, şöyle devam etti: “Davada, Cumhurbaşkanı’nın kararının hukuka uygun olduğu yönünde bir karar çıkması halinde kadınlar, 7 ila 14 Haziran tarihleri arsında görülecek olan Danıştay duruşma salonunu ablukaya alacaklardır. Hukuk mantığı açısından bunun hiçbir gerekçesi olamaz. Bu kararın iptali gerekiyor. Başka yolu yok. Ama Türkiye’de yargının mevcut halini, iktidara bağımlılığını, diğer politik davalarda yargının içinde bulunduğu durumu düşündüğümüzde acaba duruşmada hakimler olacak mı? Bağımsız, özgür bir karar verilebilir mi? diye kaygılıyım. Bu kaygıdan azade düşünebilmek isterdim. Sadece hukuki argümanlar üzerinden bir değerlendirme yapabilmek isterdim. Nitekim öyle olsa kaçınılmaz bir şekilde Cumhurbaşkanı kararı iptal olurdu. Fakat şuanda endişelerim var. Bunun nedeni de Türkiye’nin politik atmosferi.”