ANKARA - Cezaevleri için verdiği mücadeleyle “Havva Ana” olarak tanınan Havva Özcan, yaşananlara hem görüşçü, hem insan hakları savunucusu, hem de bir tutuklu olarak tanıklık etti. Özcan, “Dışarıda ne kadar hareketlilik olursa içeriye o kadar yansıyor” dedi.
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinden en çok etkilenen kesimlerden biri de kadınlar. Özellikle mücadele alanlarında öncülük eden kadınlar, cezaevlerinde maruz kaldıkları hak ihlallerinin yanı sıra infazları yakılıyor ve pişmanlık dayatmasına maruz kalıyor. Her türlü hak ihlalinin arttığı cezaevlerinde İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) raporuna göre, 71’i ağır olmak üzere toplam 178 hasta kadın tutuklu bulunuyor.
Cezaevlerinde tutulan kadınların yaşadığı sorunları, 69 yıllık ömrünün bir dönemini cezaevlerinde ziyaretçi, bir dönem insan hakları savunucusu ve bir dönem de tutuklu kalarak tanıklık eden İHD Ankara Şube Hapishaneler Komisyonu Üyesi Havva Özcan’a sorduk.
2016’da Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) kapatılan Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) Ankara temsilciliğini 15 yıl boyunca sürdüren Özcan, Türkiye devrimci hareketinin liderlerinden Deniz Gezmiş’lerle aynı dönem tutuklanan eşi Selahattin Yardım’ı ziyarete gittiği dönem cezaevleri önünde yaşadığı yalnızlık ve eşine verdiği sözün ardından ömrünü cezaevlerindeki tutuklulara adadı.
HERKESİN ‘HAVVA ANASI’ OLDU
Uzun yıllar, TUHAD-FED temsilciliğini yapan Özcan, İç Anadolu Bölgesi’nde tüm cezaevlerine gitti. Özcan, ziyaretine gittiği binlerce tutuklunun hayatına dokundu, görüşçüsü olmayanların vasisi oldu. Yıllar içerisinde cezaevleri için verdiği mücadeleyle herkesçe tanınan Özcan, hem TUHAD-FED’e başvuruya giden ailelerin hem de cezaevlerindekilerin “Havva Anası” oldu. Ankara başta olmak üzere, cezaevleri yoluyla Türkiye’nin dört bir yanında tanıdığı herkes tarafından “Havva Ana” olarak bilinen Özcan, ilerleyen yaşına rağmen mücadeleden hiç geri durmadı.
Kamuoyunda “Taş atan çocuklar” olarak tanınan çocuk tutukluları da cezaevinde hiç yalnız bırakmayan Özcan, tahliye olan tutukluları cezaevi kapılarında karşıladı. Taş atan çocukların da “Havva Anası” olan Özcan’ı unutmayan çocuklar, yıllar sonra Ankara’ya yolu düştükçe ziyaret etti.
12 YILLIK CEZA YARGITAY’DA
Cezaevlerine gidip orada yaşanan sıkıntıları kamuoyuna duyuran Özcan, bu nedenle defalarca gözaltına alındı, tutuklandı, hakkında cezalar verildi, 2016’dan bu yana hakkında verilen görüş yasağı sürüyor. Özcan’ın verilen 12 yıllık hapis cezası ise Yargıtay’da bekliyor.
Sadece siyasi tutukluların sorunlarına değil kendisine verilen cezayı yatmaması için avukatının sunduğu öneri üzerine 3 gün adli tutukluların arasında da kalan Özcan, adli tutuklu kadınların yaşadıklarına yakından tanıklık etti. Özcan, şimdilerde hem siyasi hem de adli tutukluların yoğun başvuru yaptığı İHD’de de mücadelesini sürdürüyor ve cezaevlerine ses olmaya devam ediyor.
Özcan’ın mücadeleyle buluşturan nedenleri, ömrünü adadığı cezaevlerinde yaşanan sorunları kendisinden dinleyelim.
İnsan hakları mücadelesine nasıl başladın?
Eşim Deniz Gezmiş’lerin arkadaşıydı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciydi. Tutuklandı ve Deniz’lerle birlikte Ulucanlar ve Mamak Cezaevi’nde kaldı. Toplam 7 yıl kaldı. 1970’lerden bu yana cezaevlerinin kapılarına çok gittim. Eşim akciğer kanserinden vefat etti ve ben o zaman ona söz verdim, ‘mücadeleni yerde bırakmayacağım’ dedim ve 1997’de kurulan TUHAD-FED’te başladım. O dönem işte çalışıyordum, o nedenle çok aktif değildim ama emekli olduktan sonra 2001 yılında TUHAD-FED Ankara temsilciliğine başladım. Giriş o giriş oldu. 2016’ya kadar devam etti. Dernek kapandıktan sonra da mücadelem sürdü. Tutuklandım. Tahliye olduktan sonra İHD’de aktif çalışmaya başladım. Burada mücadele yürütüyorum. Her hafta hasta tutuklulara dair açıklamalarımız oluyor, başvurular alıyoruz. Mücadeleye devam. İllaki bir derneğin olması da şart değil. Sen varsın.
Cezaevleri için mücadeleye neden olan olaylardan biri de şu; ben eşimin ziyaretine gidip geldiğimde, kimse yoktu cezaevi önlerinde ve oralarda çok yalnız, çok tek kaldım. TUHAD-FED kurulunca da hemen girdim.
TUHAD-FED’teyken kaç yıl boyunca cezaevlerine gittin? Bu süreçte yaşadıklarından bahseder misin?
Cezaevlerine gidiş gelişlerde çok kötü şeylerle karşılaştım. Takip edildim. Şehir dışına kadar beni takip eden polisler, ‘sen bunların nesi oluyorsun, bunlar niye sana anne diyorlar, sen bunların annesi misin’ gibi sorular sordular, tehditler aldım.
Ben İç Anadolu Bölgesinde ne kadar cezaevi varsa hepsine gittim. 15 yıl boyunca TUHAD-FED Ankara temsilciliğinde çalıştım. Çok anı biriktirdim. Görüşüne gittiğim arkadaşlardan çok şey öğrendim. Bana güçlü olmayı, sağlam duruşu öğrettiler. Örneğin, dışarıda bir olay oluyordu, ben sinirlenip cezaevine gidiyordum. Cezaevindekiler bana ‘sen yine sinirlenmişsin’ diyorlardı. ‘Ne oldu ana anlat’ diyorlardı. Anlatıyordum. Bana, ‘Ya bu da dert mi’ diyorlardı. Ben de ‘bu dört duvar arasında ben size moral vereceğime, siz bana moral veriyorsunuz’ derdim. Sigara içmiyorlardı. Bana da içtiğim için kızıyorlardı.
Cezaevlerine gidiş gelişlerde çok kötü şeylerle karşılaştım. Takip edildim. Şehir dışına kadar beni takip eden polisler, ‘sen bunların nesi oluyorsun, bunlar niye sana anne diyorlar, sen bunların annesi misin’ gibi sorular sordular, tehditler aldım. Ama hiçbiri umurumda olmadı. Çünkü yaptığımız iş, demokratik yasal. Adalet Bakanlığıyla zaman zaman bir araya gelmişiz, dış devletlerden gelen insan hakları heyetleri devletle görüşürlerdi, bizimle de görüşürlerdi. Bizden de rapor alırlardı.
Cezaevleri için verdiğin mücadeleden dolayı ceza da aldın…
Evet o zamanlar yaptıklarımızın hiçbiri suç değildi. Devlet yetkilileriyle görüşüyorduk, bizden bilgiler alıyorlardı. Yasaldı yaptığımız iş. Ama bunu dikkate almadılar ve en sonunda 12 yıl ceza verdiler. 3 kez tutuklandım. İlk tutuklanmamda Eskişehir ve Gebze’de kaldım. İkinci tutuklanmamda Sincan’da kaldım. 3 ay ev hapsinde tutuldum. Bir yılı aşkın imza kullandırdılar. Sonra 3 gün daha cezaevinde kaldım. Olsun bunlar gücümü daha çok katmerleştiriyor. Hiç pişman değilim. Bir kez daha olsun yine cezaevlerini turlarım. Arkadaşlarımı ziyaret ederim, çok özlüyorum çünkü. Yılları bulan bir emek ama boş değil. Bu nedenle başım dik.
Ceza olarak gösterilenlerin hepsi tamamen hukuki ve devletin haberi olan şeyler. Raporlar hazırlıyorduk ve bu raporları Meclis’te grubu bulananlara veriyorduk. Adalet Bakanlığı’na defalarca gittik, Bekir Bozdağ’la görüştük. Sadullah Ergin’le defalarca görüştük. Raporları ilettik. Devlet, bunların hepsini biliyordu, onların gözetimindeydi. Yaptığım yasa dışı hiçbir şey yok. İddianamelerde, ‘cezaevlerine niye gittin’ soruları dışında hiçbir şey yok. Yasal olan bir dernek faaliyetini evirip çevirdiler önce ‘örgüt yöneticiliği’ sonra ‘üyelik’ ve ‘propagandadan’ ceza verdiler. Tüm suçum cezaevlerine gidip gelmek.
Üç kez tutuklandım demiştin. Üçüncü tutuklanmanda adlilerin arasında kaldığını biliyoruz. Nasıl oldu?
Evet ikinci kez tutuklandıktan sonra tahliye oldum ama yine 7 aylık hapis cezası çıktı. Avukatlar bana, ‘ya gidip 7 ay yatacaksın ya da yattığın cezalardan düşürmeye çalışacağız’ dedi. Ben de üçüncü bir yolun olup olmadığını sordum. Bana,‘üç gün Elmadağ’da adlilerin içerisinde yatacaksın’ dediler. Ben üçüncü seçeneği kabul ettim ve gidip yattım. Bir de adlileri görmüş olurum dedim. Üç gün orada kaldım ama bana üç yıl gibi geldi. Çok kötüydü. Oradan tahliye olduktan sonra da 7 ay imza kullandım ve sonra görüş yasağı verildi. Üç gün içerisinde adlilerin neler yaşadığını gördüm. Köle gibi kullanılıyorlar, aşağılanıyorlar. Kaldığım üç gün boyunca her sabah bir minibüs gelip genç kadınları alıp götürüyordu. Sorduğumda, İncek’e hakimlerin savcıların evlerine temizliğe gittiğini öğrendim. Aldıkları ücret ise 60 TL. Onların yaşamı daha kötü çünkü birliktelik ve örgütlülükleri yok.
Şimdi görüşlere gidemiyorsun, kaç yıl oldu, bu sana ne hissettiriyor?
2016’dan bu yana cezaevleri görüşlerine gidemiyorum, yasak sürüyor. Çok üzgünüm. Ama cezaevinde tutulanlardan aldığım çok şey var. Görüşlere gidemiyorum ama vasilik yapıyorum. Telefon üzerinden görüşüyorum. Zaman zaman mektup, kart gönderiyorlar.
Evet, 2016’dan bu yana cezaevleri görüşlerine gidemiyorum, yasak sürüyor. Çok üzgünüm. Ama cezaevinde tutulanlardan aldığım çok şey var. Görüşlere gidemiyorum ama vasilik yapıyorum. Telefon üzerinden görüşüyorum. Zaman zaman mektup, kart gönderiyorlar. Ailesi, avukatı olmayan tutukluların vasisi olmak lazım. Vasisi olmayan tutuklulara ayrıca vasi atamaya çalışıyoruz. Cezaevlerinden çıkan arkadaşlar gelir beni görür, çok mutlu oluyorum. Taş atan çocuklardan biri cezaevinden tahliye olunca Ankara’ya geldi yıllar sonra. Geçenlerde beni görmeye geldi, çok mutlu oldum.
Mücadele hayatınızda cezaevlerine gidip gelirken en çok hangi durumlarda zorlandınız?
Bir gün Yozgat’a gittim. Ankara’da kar yoktu ama orada kar vardı. Hazırlıksız yakalandım. Araba bir yere kadar gitti ama yollar kardan kapalı olduğu için cezaevinin önüne kadar gidemedi. Ayağım yarıya kadar karda kalmıştı. Cezaevindeki memurlar görüşe gittiğim kişinin neyim olduğunu sordu. ‘Niye soruyorsunuz ben hep geliyorum’ dedim. ‘Ama bugün dizine kadar kara batmışsın’ dediler. Ben de ‘Onlar için (cezaevindekiler) neresi olursa olsun giderim’ dedim. Onların da çok tuhafına gidiyordu. ‘Sen yorulmuyor musun’ diyorlardı. Açık görüşlerde bir hafta Sincan Cezaevi’nde oluyordum, kadın, çocuk, erkek görüşlerine giriyordum. Sonra başka bir cezaevine.
Cezaevlerine gidenlerden bazıları için tercümanlık da yapıyordum. Hatta görüşe giden ailelerden biri ben tercümanlık yaptım diye 20 yıl sonra oğlunu gördü. Görüşüne gidilen tutuklunun babası cezaevinden çıkarken bana sarılıp çok ağladı, 20 yılın ardından yaptığı son görüşmeden sonra da yaşamını yitirdi.
Siz yıllardır cezaevlerine gidiyorsunuz. Orada yaşanan sıkıntıları birebir yaşayanlardan dinlediniz. Bugün Türkiye’sinde cezaevlerindeki durum nedir? Cezaevleri şu an özellikle hasta tutuklular için nasıl bir ortam?
Ulucanlar’da, Mamak’ta yaşatılanları da gördüm. Mücadeleye atılıp cezaevlerine gitmeye devam ettikçe tekrar şahit oldum. Değişen bir şey yok. Baskı, tehdit yine var. Ama şimdi daha da katmerleşerek devam ediyor. Daha yoğun baskılar var. Türkiye’de insan hakları, demokrasi, hukuk ne yazık ki şuan ayaklar altında. Herkes kendisine göre bir hukuk uyguluyor. Zulüm bu.
Ama 2014-2015 yıllarına kıyasla geriye gidiş var. Bu yıllarda Suriyeli, Afrinli tutuklular da vardı. Onların aileleri görüşe geldiğinde haftalarca kalırlardı ki görüş için izin alabilsinler. Biz bu belirsizlik için Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’yle görüştük. Ailelerin bilgilerini alıp yetkililere ilettik. Artık görüşe gelmeden önce biz onlar adına bakanlığa başvuru yapıyorduk, izinleri çıkmışsa öyle geliyorlardı. Bazen Adalet Bakanlığı kim kimin ailesi olduğunu karıştırıyordu bana telefon açıp soruyorlardı, biz bilgi veriyorduk. İyi ilişkiler vardı. Ama bu son 5 yılı cehenneme çevirdiler. O zaman ortak alan görüşmeleri oluyordu, spor oynuyorlardı, 3 arkadaş görüş hakkı vardı.
Cezaevleri iyi olmaz. Adı üstünde ‘cezanın evi.’ Ama bu kadar kötü değildi. Şimdi S Tipi cezaevleri var, tutuklular tek tek kalıyor. Bu bir tecrittir. Bunu kırmak lazım. Şu an hastaneye kaldırılanların hesabında para yoksa su bile vermiyorlar. Biz TUHAD-FED döneminde de çok karşılaştık. Böyle durumlarda hemen hesaplarına para yatırıyorduk ki hastanede ihtiyaçlarını giderebilsinler. Elimiz cezaevlerinin üzerindeydi. Ama şimdi hastaneye getirildiklerini ailelerine dahi haber vermiyorlar. O dönem cezaevlerine gittiğimizde denetim vardı, takip ediliyorduk ama en azından gidebiliyorduk. Şimdi rahat rahat gidilemiyor.
Bir dönem görüşlere, bir dönem insan hakları savunucusu olarak gittiniz cezaevlerine, bir dönem de tutuklu olarak kaldınız. Adalet Bakanlığı’yla ya da devlet yetkilileriyle görüşebildiğinizi söylediniz. Süreç nasıl değişti, cezaevlerine yansıması nasıl oldu?
Devlet, dışarıdaki hareketliliğe diz çöktüremeyince, bölgedeki çatışmalar vs. istediklerini elde edemeyince dönüp dolaşıp İmralı üzerinden tüm cezaevlerinde tecridi artırdı. Devlet, cezaevlerinde yürüttüğü politikayla aslında bizlere de gözdağı vermek, irademizi kırmak istiyor.
Yani çözüm sürecinin bitmesinin en büyük yansıması cezaevlerine oldu. Çözüm sürecinde biraz rahatlama vardı ama o zaman da söylemiştim ‘barış hiçbir zaman cezaevi duvarlarını aşmadı.’ Dışarıda olup bitenlerin rahatlılığı biraz yansıdı ama tam anlamıyla barış hiçbir zaman cezaevlerine girmedi. Şimdi durum çok daha kötü. İmralı’daki tecrit tüm cezaevlerine yansıdı. Devlet, dışarıdaki hareketliliğe diz çöktüremeyince, bölgedeki çatışmalar vs. istediklerini elde edemeyince dönüp dolaşıp İmralı üzerinden tüm cezaevlerinde tecridi artırdı. Devlet, cezaevlerinde yürüttüğü politikayla aslında bizlere de gözdağı vermek, irademizi kırmak istiyor. Kürtlerin bir lafı var ‘Bir olmazsak tek tek gideceğiz.’ Bizim burada birlik olmamız gerekiyor. Yurtsever olman, devrimci olman ayrı Kürt olman ayrı bir baskıya neden oluyor. Devlet seni ortadan kaldırmak istiyor. Ama bunun mümkünatı yok. Kürtler de eski Kürtler değil.
İHD’nin 2022 raporuna göre cezaevlerinde bin 517 hasta tutuklu var. Bunlardan ağır hasta olan tutuklulardan 71, hasta tutuklulardan 107’si kadın. Kadın hasta tutuklular arasında yaşı çok ilerleyenler de var. Tutuklu kadınların cezaevlerinde yaşadığı temel sıkıntılar neler?
Cezaevlerinde uygulanan ihlaller tüm tutuklulara yaşatılıyor. Sağlık hakına erişilmemesi, hasta tutukluların revirlere çıkmaması, çıksa bile tehdit ve kelepçeli muameleye maruz kalması gibi hak ihlalleri devam ediyor. Tutuklular temizliğe ve gıdaya erişimde de sıkıntı yaşıyor. Hastaneye gidişler engelleniyor. Hastaneye gidiş gelişlerde üst aramaları yapılıyor. Tutuklular bunu reddettiği için de tedavi olamıyorlar. Çoğu kişi, aramalar ve kötü muameleyle karşılaştıkları için hastaneye gitmek istemiyor. Yanlış ilaçlar veriliyor. Verilen yanlış ilaçlar hasta tutukluları daha kötü yapıyor. Aysel Tuğluk gibi durumu çok kötü olanların infazlarını yakmaya çalışıyorlar. Görüşe gidip gelen bir aile aktardı; giriş çıkışta ayakkabı içi ve kulak içi araması yapılmış. Bu çok dehşet verici. Ortak alan diye bir şey kalmadı, tamamen kaldırıldı.
Ama kadınlar üzerinde daha özel baskılar var. Kadınlar toplumsallaştıkça, örgütlendikçe, iradeleştikçe, inisiyatif sahibi oldukça iktidar çok korkuyor. Alanlarda hep kadınlar var. Bu durum iktidarı çok ürkütüyor. Bu durum cezaevlerindeki kadın tutuklulara da yansıyor. Dışarıda yapamadığını cezaevinde kadınlara bedel ödettirerek, yalnızlaştırmaya çalışarak, iradelerini kırmaya çalışarak yapmaya çalışıyorlar. Disiplin cezaları verilerek infazları yakıyorlar. Buna benzer birçok hak ihlalleri var.
Peki kadınlar bu politika karşısında nasıl bir mücadele sürdürüyor?
Cezaevlerinde ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Bedeli ne olursa olsun iradelerini teslim etmiyorlar, kendi aralarındaki iletişimi koparmamaya çalışıyorlar. Ama, dışarıdan, sivil toplum örgütlerinden beklentileri var. Dışarıda ne kadar hareketlilik olursa içeriye o kadar yansıyor ve içeriyi o kadar güçlü kılıyor. İradelerini güçlü kılıyor. Dışarıyı daha çok örgütlemek, sokaklarda daha çok olmak lazım. Kadın tutukluların iradesinin kırılacağını düşünmüyorum. Devlet ne yaparsa yapsın bu düşmanca yaklaşımı kadınları daha çok güçlendiriyor. Bu güçlü iradeyi teslim almaları mümkün değil.
Siz de bir dönem cezaevinde kaldınız. O dönem hasta tutuklu kadınların yaşadıklarına tanıklık ettiniz mi?
Cezaevinde kaldığım süreçte, kadınların hastalıklarını çok fazla dışarıya ve birlikte kaldıkları arkadaşlara yansıtmadıklarına tanıklık ettim. Kendi içlerinde dayanışma sergiliyorlardı. Cezaevlerindeki bu örgütlülük ve iradenin hiçbir zaman kırılacağını da sanmıyorum.
Cezaevinde kaldığım süreçte, kadınların hastalıklarını çok fazla dışarıya ve birlikte kaldıkları arkadaşlara yansıtmadıklarına tanıklık ettim. Rojavalı bir arkadaş vardı Gülistan Abdo, bacağına protez takıyordu. Protezini değiştirmesi gerekiyordu. Ben ‘neden protez talep etmiyorsun, yara yapmış kanatıyor’ dedim. ‘Yapamam, benim durumumdan daha kötü arkadaşlar var. Ben iyi kötü idare ediyorum’ dedi. Ama yara akıntı yapıyordu, durumu çok kötüydü. Kendi içlerinde de bu kadar duyarlı ve dayanışma sergiliyorlardı. Cezaevlerindeki bu örgütlülük ve iradenin hiçbir zaman kırılacağını da sanmıyorum.
Tüm bu kötü muamelelerin, hak ihlallerinin önüne nasıl geçilir? Nasıl bir mücadeleye ihtiyaç var?
Büyük bir mücadele vermemiz gerekiyor. Her gün sokaklara dökülmemiz gerekiyor. Anneler, aileler, adalet nöbetini sürdürüyor, kitlesel olarak yanlarında olmamız gerekiyor. Cezaevlerindekilerle mücadele birlikteliğimiz var. Bu nedenle kan bağımdan daha değerliler. Nefesimin sonuna kadar onlar için mücadele vereceğim. Zaten görüşüne gittiğim kişilere söz vermiştim; ‘siz cezaevinden çıkmayana kadar ben ölmeyeceğim. Hepiniz özgürlüğünüze kavuşacaksınız ve cenazemi siz kaldıracaksınız’ diye. Onlar çıkana kadar mücadeleye devam. İçeridekilere ses olmalıyız.
Ben eşimin görüşüne gittiğimde koşullar çok kötüydü şu an öyle değil. Aileler görüşe gittiğinde yaşadıkları sorunları anlatacakları bir yerler var. Ben görüşe gittiğimde tek başıma gidip yine eve geliyordum. Bu bana yalnızlık hissettiriyordu. Tüm her şeyi kendinde biriktiriyorsun, paylaşamıyorsun kimseyle. Yanında duracak, sana güç verecek kimseyi bulamıyorsun o dönemlerde. Ama şimdi öyle değil. En azından yaşanan ihlalleri dile getiren kurumlar var. Hastalıklarını, çektiklerini sivil toplum örgütleri kanalıyla biz dile getiriyoruz. Şimdi öyle bir noktadayız ki adliler dahi başvuruda bulunuyor. Bu tür kurumların farkında olmaları bizi de mutlu ediyor.
MA / Zemo Ağgöz