ANKARA - AKP’nin Kürt varlığını ortadan kaldırmayı hedeflediğini söyleyen tutuklu siyasetçi Sebahat Tuncel, "Ancak bu politikanın sonuna gelindi. Kazanan direnen ve mücadele eden halkımız ve kadınlar olacak” dedi.
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırıları üzerine 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş genel başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de bulunduğu 20’si tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanê Davası’nın 18’inci grup duruşma periyotları 24 Ekim Pazartesi günü başlayacak.
HDP eski eşbaşkanları ve Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 isim hakkında hazırlanan 3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianame, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından bir haftada incelenerek, kabul edildi. Kabul edilen iddianame kapsamında ilk etapta 28 kişi tutuklu yargılanırken, zamanla bazı siyasetçilerin tahliye edilmesiyle davadaki tutuklu sayısı da 20’ye düştü. Dava kapsamında yargılanan siyasetçilere ise "Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma" ve 37 kez "insan öldürme" başta olmak üzere pek çok suçtan binlerce yıl hapis cezası isteniyor.
Kobanê Davası’nda tutuklu yargılanan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Kobanê döneminde yaşananları, davanın açılma sebebi ve cezaevinde yaşanan hak ihlallerini ajansımıza anlattı.
Türkiye ve dünyada DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırıları ardından geliştirilen eylemlerin DAİŞ’in yenilmesine katkısının küçümsenemeyeceğini hatırlatan Tuncel, “Hatırlarsanız IŞİD’in Kobanê’ye ilk saldırısı Mart 2014’te başlıyor. Kobanê halkının direnişi karşısında geri çekilen IŞİD, 2 Temmuz’da tekrar kapsamlı bir saldırı başlattı. ABD’nin Irak ordusuna bıraktığı silahları, zırhlı araçları Musul işgali sırasında ele geçiren IŞİD, Musul bankalarında paralara el koyarak, bir devlet gücüne ulaşmıştı. Kobanê saldırısında sonuç alamayınca 3 Ağustos’ta Şengal, Hewler, Maxmur ile Kerkük’e saldırdı. Tüm bu süreçlerde Türkiye’de yaşayan Kürtler ve Kürtlerin dostları, Kürt halkıyla, Şengal ile dayanışma, eylem etkinlikler yaparak, Türk devletinin IŞİD’e, cihatçı gruplara desteği kesmesi, Kürt halkıyla dayanışma içinde olması ve insani koridor açması konusunda çağrılar yapıyordu” dedi.
‘BUGÜN YARGILANAN DAYANIŞMADIR’
DAİŞ’in 2014 Eylül ayını ortalarında Kobanê’ye yönelik üçüncü kapsamlı saldırısını başlattığını ve bugün yargılamalarına neden olan eylemlerinde o saldırı döneminde gerçekleştiğini anımsatan Tuncel, şunları söyledi: “IŞİD, elinde her türlü zırhlı ve ağır silahla saldırırken, Kobanê halkı kıt olanaklarına rağmen direndi. 19 Temmuz’da Kobanê’yi özgürleştirdi. Dünya halkları, Türkiye’deki Kürdistanlılar ve Kürtlerin dostları bu süreçle Kobanê halkı ile güçlü bir dayanışma gösterdi. Suruç ilçesinde Kobanê sınırında nöbet tutanlardan biri olan Kader Ortakkaya da güvenlik güçlerinin saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Yine Paramaz, Aziz ve daha birçok sosyalist genç Kobanê halkıyla dayanışırken yaşamını yitirdi. Onları, saygıyla anıyorum. İktidar, AKP cihatçı grupları el altından desteklerken, MİT tırları ile onlara silah taşırken, Kürdistan halkları, Aleviler, sosyalistler, kadınlar, yoksul Kobanê halkıyla dayanışma içinde oldu ve bu dayanışma kazandı. İşte bugün yargılanan bu dayanışmadır.”
‘AKP, DAİŞ’İN YENİLGİSİNİ KENDİ YENİLGİSİ OLARAK GÖRDÜ’
Kobanê direnişinin başarı ile sonuçlanmasının, özgürleşmesinin sadece Kürtler açısından değil, tüm dünya halkları açısından tarihsel bir kazanım olduğuna dikkat çeken Tuncel, bu tarihsel kazanımda da kadınların öncülüğünü unutmamak gerektiğini vurguladı. Arin Mirkan ve yüzlerce kadın direnişçinin yaşamlarını feda ederek, Rojava devrimini insanlığa armağan ettiğinin altını çizen Tuncel, Kobanê’nin özgürleşmesinin, IŞİD’in halk direnişi karşısında yenilmesinin AKP’nin politikalarını boşa çıkardığını da belirtti. Dünya halklarının Kobanê direnişini ayakta alkışladığını ancak AKP’nin DAİŞ’in yenilgisini kendi yenilgisi olarak gördüğünü söyleyen Tuncel, “Sözde IŞİD’e karşı söylemde bulunsa da pratikte Kürtlere karşı IŞİD’i destekledi. O süreç aynı zamanda Türkiye’de Kürt sorunun çözümü konusunda yürütülen diyalog ve müzakere sürecinin iktidar tarafından bitirilmesi planının başlangıcı oldu. Suriye’de Kürt karşıtı bir politika yürüten Türkiye’nin içeride, sınırları içinde Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü gerçekten istediğini söylemek çelişkili olacaktır. Kaldı ki, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı olarak bilinen ve müzakerelere geçişte önemli bir aşamayı ifade eden açıklamanın R.T. Erdoğan tarafından yok sayılması, masayı devirmesiyle sonuçlanmıştır” ifadelerini kullandı.
‘İNTİKAM ALMAK İSTİYOR’
Kobanê eylemleri üzerinden 6 yıl 3 ay geçmesi ardından dava açılmasının da Kobanê dayanışmasını kriminalize etme ve yenilgisinin intikamını alma amaçlı olduğunun altını çizen Tuncel, “Dava sürecinde bu gerçek daha net açığa çıkmıştır” dedi.
‘CUMHURUN MUHALEFETE KUMPASI’
Tutuklanması ve cezaevine girmesi üzerinden 7 yıl geçtiğini belirten Tuncel, bir buçuk yıldır da Kobanê Davası’na katılmak için Ankara’daki cezaevine sevk edildiğini belirtti. Davanın başladığı 26 Nisan 2021 tarihinden bugüne birçok hukuksuzluk, haksızlıkla karşı karşıya kaldıklarını anlatan Tuncel, şöyle devam etti: “Bu davanın, kumpas davası olduğu, Cumhur İttifakı’nın istem taleplerine göre hazırlandığı zaman içinde net açığa çıkmıştır. İddianameyi kabul eden Bahtiyar Çolak’ın Atadedeler çete üyesi olmasının açığa çıkması diğer iki üyeden birisinin şu an mahkeme başkanı, diğerinin de üye hakim olarak devam etmesinin kendisi bile şaibeli bir durumu açığa çıkarmaktadır. Bu heyeti defalarca ret etmemize, dosyadan çekilmelerini talep etmemize rağmen bu taleplerimiz ret edilmiştir. Özel bir hukuki süreç ancak özel bir heyet ile yürütebilir. Heyetin CMK’yı ters düz etmesini ‘cumhurun muhalefete kumpası’ olarak okuyorum. Anayasa, yasa, uluslararası hukuku yok sayması, gizli tanıkları bizden gizlemesi, TEM şubenin dahi yapmadığı yöntemle teşhis yaptırması, müşteki ve tanıklara dosya kapsamını anlatırken, ‘cezalandırmaları gerekiyor’ demesi ve daha birçok usulsüzlük ile karşı karşıyayız.”
‘İNSANİ OLMAYAN KOŞULLAR DAYATILIYOR’
Tutuklu kadın siyasetçiler Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci ve Aynur Aşan ile birlikte Sincan Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin L3 koğuşunda tutulduklarını ve kadın cezaevine sevk taleplerinin kabul edilmediğini aktaran Tuncel, “Bu cezaevi adli ve erkekler için yapılmış. Kadın cezaevine gitme taleplerimiz sürekli olarak ret edilmesi, duruşmalar sırasında diğer kadın arkadaşlardan ayrı nezarethanelerde tutulmamız, hiçbir mahkemede uygulanmayan 2 haftalık periyotlarla duruşmaların yürütülmesi vb. uygulamalar insani olmayan koşulların dayatılmasıdır. Aslında işkencedir. Yüzbinlerce sayfa evrakın incelenmesi, mahkeme tutanaklarının okunması, gelen evrakların incelenmesi konusunda yeterince zaman verilmemesi savunma hakkının ihlali anlamına gelir” diye belirtti.
‘AMAÇ HDP’Lİ SİYASETÇİLERİ CEZALANDIRMAK’
Heyetin davayı bir an önce sonuçlandırma çabası içerisinde olduğunu kaydeden Tuncel, ekledi: “Zaten siyasi iktidar ve ortağı tarafından belirlenmiş sonucu açıklama konusunda acelesinin olduğu görülüyor. Bu da usulü eksiklikler, yanlışlılar ve savunma hakkımızın engellenmesine neden oluyor. Heyetin savunmayı 1 gün (birleşen dosyalarla 2 gün) ile sınırlandıran ara kararı da yine savunmanın içeriğine, kapsamına yönelik değerlendirmeleri de heyetin yaklaşımını gösteriyor. Heyetin amacı maddi gerçeği açığa çıkarılması, 6-8 Ekim’de yaşanan gerçeğin aydınlatılması değil, HDP’li siyasetçilerin cezalandırılmasıdır. Bu aynı zamanda HDP’nin kapatılmasına dair Anayasa Mahkemesi’nin önünde duran dosyaya zemin hazırlamak.”
‘KÜRT CEZAEVİNDE KALSIN’ POLİTİKASI
Cezaevlerinde birçok hak ve özgürlük sorunu yaşandığını da vurgulayan Tuncel, bulundukları cezaevinde kendileri dışında politik tutuklu bulunmadığı için sosyal haklardan faydalanamadıklarını aktardı. “Hafta da bir 45 dakika, biz zorlayarak 1 saat yaptık. Spora çıkma hakkımız var ki onun da 2 haftası mahkemeye denk geldiği için kullanamıyoruz” diyen Tuncel, şunları söyledi: “Bulunduğumuz cezaevinde adli mahkumlar 30 dakika görüntülü telefonla görüşebilirken, biz 10 dakika sesli olarak bu hakkı kullanabiliyoruz. Yine kapalı görüşe çıkmayan her tutuklu için artı 30 dakika görüntülü telefon hakkı verilirken, biz bu haktan hiç faydalanamıyoruz. Adalet Bakanı’nın bizde ayrımcılık yok demesine bakmayın. Cezaevinde yaşadığımız her anda bu ayrımcılığı yaşıyoruz. Ancak bu süreçte asıl yaşanan ayrımcı ve hukuksuzluk tahliyesi gelmiş olan siyasi tutsakların, sudan bahanelerle ‘erteleme’ adı altında gasp edilmesidir. Yasa ile 4’te 3’ü olarak düzenlenen infaz düzenlemesi fiilen ortadan kaldırılmış, cezanın tamamı infaz edilmektedir. AKP-MHP iktidarının Adalet Bakanlığı ‘Kürt cezaevinde kalsın’ politikasını devreye koymuştur. Bu politikanın Cumhur’un genel Kürt politikasından ayrı düşünülemez.”
‘ULUSLARARI HUKUK İHLAL EDİLİYOR’
Kobanê’de Kürt halkının direnişinin DAİŞ’i yenilgiye uğratmasının aynı zamanda AKP’nin Kürt karşıtı politikasının da başarısızlığa uğrattığını söyleyen Tuncel, “Ancak AKP’nin neo-Osmanlıcı politikası çerçevesinde Kürt karşıtı politikası günümüzde de devam etmektedir. AKP bu süreçte 15 Temmuz başarısız darbe girişimini de bahane ederek, kendi tekçi, otoriter, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve faşizan rejimini (Her ne kadar R. Tayyip Erdoğan kendisi dışındaki herkesi faşist olarak nitelerken, kendi faşizmini görmese de) Anayasal güvenceye alarak, kurumsallaştırmak istiyor. Bu sürecin önünde hala Kürtleri engel olarak görüyor. Ayrıca bu süreçte Türkiye’nin Suriye topraklarında, Rojava’da işgal ettiği Efrîn, Cereblus, İdlib gibi alanlarda elde ettiği rant, siyasi, ekonomik çıkarını süreklileştirmek istiyor. Yine Suriye’den savaş nedeniyle Türkiye’ye gelen göçmenleri de siyasi ve ekonomik çıkarları için uluslararası ilişkilerde pazarlık aracı olarak kullanıyor. Son süreçlerde AKP’nin Şam yönetimi ile diyalog kurma girişimleri olsa da esasta Suriye’nin toprak bütünlüğünü (İktidarın en çok kullandığı cümle) ihlal eden bir ülke olarak, çözümün değil, sorunun bir kaynağı olmaya devam ediyor. Suriye’ye yönelik politika, Türkiye’nin bir iç sorunu gibi ele alınıyor. Efrîn’e, Cereblus’a vali atamaktan, belediye başkanı seçmekten, güvenlik güçleri konumlandırmakta bir sorun görmüyorlar. Bu siyasi stratejinin yanına bir de Kürtlerin statüsünü engelleme politikası devrede olunca, Kuzey Doğu Suriye, Türkiye’nin askeri hedefi olmaktan kurtulamıyor. Aradan geçen 8 yıl boyunca da AKP iktidarı, Kürtlere sistematik olarak saldırılar gerçekleştirdi. Bu durum uluslararası hukukun da ihlali anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.
‘KAZANAN HALKLAR VE KADINLAR OLACAK’
Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasının hem içeride hem dışarıdaki siyasetini belirlediğini ifade eden Tuncel, sözlerini şöyle noktaladı: “İçeride Kürt siyasetine, demokratik siyaset alanına yönelik baskı, zor ve zulüm politikası, kayyım uygulamalarına, halk iradesinin gaspına, binlerce Kürt siyasetçinin ‘rehine’ olarak cezaevinde tutulmasına yol açarken, Suriye’nin kuzey doğusunda, tüm halklar için özgürlükçü, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir sistemi inşa eden Kürt ve Arap halklarının kurduğu sistemin bir statüye kavuşmasını engellemek için her türlü zor ve zulme başvurarak, devlet olmaktan kaynaklı gücünü Kürt halkının varlığının ortadan kaldırılması, uluslararası alan başta olmak üzere her alanda kullanıyor. Ancak bu politikanın da sonuna geldi. Kazanan direnen, mücadele eden halkımız ve kadınlar olacaktır. AKP’nin yürüttüğü politika Türkiye’yi ekonomik, siyasi krize sürüklerken, direnen, IŞİD’i yenilgiye uğratan Rojava halkı yeni yaşamı inşa ediyor.”