AMED - Savaş, çatışma ve yoksulluk gibi gerekçelerle kent içi yaşanan göçlerin kadın üzerindeki etkisine odaklanan araştırmacı Yüksel Genç, zorunlu göçlerin ruhsal kırılmalara sebep olduğunu söyledi.
Amed Emek ve Demokrasi Platformu Kadın Meclisi’nin, 26- 27 Kasım'da Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nda (DTSO ) düzenlediği "Kapitalizmde Kadın Sömürüsü" çalıştayında “Kent İçi Göç Ve Kadın” sunumunu yapan Sosyo-Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Yüksel Genç, kadınların kentleşme ve göçlerle yaşadıkları zorluklara dair ajansımıza konuştu.
‘KADININ YÜKÜ AĞIRLAŞIYOR’
Yıllardır göç ve kadın ilişkisinin tartışma konusu olduğuna dikkati çeken Genç, “Göçler yoğun olarak kırsal alanlardan kent merkezlerine doğru yaşanmaktadır. 2015 yılıyla beraber gelişen kent kuşatmaları süreci, insanların toplumların ve ailelerin kendilerini ifade eden sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel ve ailevi durumlarını kapsıyor. Göç, insanların evlerini ya da sokaklarını terk ettiği bir yer olarak görülmemeli. Göç, reddetme gerekçilerinin çoğullaştığı, gerekçelerin dönüştüğü, gittikleri yerleri de dönüştürdükleri çoklu bir etkileşim ağı olarak ortaya çıkmaktadır. Tam da bu noktada göçten en fazla etkilenen kadınlar ve çocuklar oluyor. Kırdan kente doğru göçlerde, kadın geldiği yerin kültürel politik sosyal ailevi pozisyonlarının taşıyıcısı niteliğindedir. Bu sebeple kadın, hem geldiği yerin özelliklerini korumayı hem de gelinen yere uyum sağlama sürecinin zorluğunu yaşıyor. Bu da kadının yükünün ağırlaşması durumuna geliyor. Beslendiği sosyal ekonomik atmosferden kopup başka bir kültürel zeminin içine gelen kadınlar, zaten dönüşmek zorundayken hem geçmişe dair değerlerin korunması gerektiğini hem de mevcuttan daha az etkilenmesi ile uyumunun bir parçası olması isteniyor. Bu anlamda göç kadın için oldukça zor bir süreçtir” dedi.
‘KADIN CİNSİYETÇİLİĞİ TAŞIMAK ZORUNDA BIRAKILIYOR’
Kadınların kent merkezlerine uyum sağlamasıyla beraber, istihdam sahasının ucuz emek gücü olarak tariflenmeye başladığını vurgulayan Genç, “İstihdam hayatına giren ve ev içi emek sürecinden ücretli emek sürecine doğru evrilen kadın, bir rahatlama ve özgürleşme sahası bulmuş olsa bile Türkiye’de kent merkezinde istihdama dahil olma sürecinin etkisi yükün ikincil ya da üçüncül pozisyona yükselmesine neden oluyor. Kadın, evin geçimini sağlamakla bir nesne olarak tarif edilmişken öte yandan da evin güncel ihtiyaçlarını karşılayabilecek aynı rol silsilesi içinde kalıyor. Ev işi, çocuk bakımı, evin idaresinin açığa çıkardığı ihtiyaçların erkekle dengelenmesi ve eşit hale getirilmesini de getirmiyor. Göçle beraber ataerkil patriarkal cinsiyetçilik bağlamı, kadın üzerinde yoğunlaşıp derinleşerek bir başka aşamaya geçiyor. Kadın, kentsel ortamın oluşturduğu cinsiyetçilik ile kır alanının getirdiği cinsiyetçiliği taşımak zorunda kalıyor” dedi.
‘KÜRT MÜCADELESİ METROPOLLERE TAŞINDI’
Türkiye'de Kürt sorunundan kaynaklı son 40 yılda 2 büyük göç dalgasının yaşandığını sözlerine ekleyen Genç, göçlerden birinin 90’lı yılların köy boşaltmaları ile, diğer göçün ise 2015’te öz yönetim süreciyle beraber yaşandığını hatırlattı. Genç, şöyle devam etti: “90’lı yılların göçü çok büyük bir kitleyi etkilemiş, 4 bin köyün boşaltıldığı kayıtlara geçmiştir. 3 milyon insan ise, bölge dışı yerinden edilmiştir. Göçe zorlanan insanlar kent merkezlerine özellikle de batı kent merkezlerine taşındılar. Kent merkezine taşınan insanlar, kitlesel olarak taşıdıkları siyasal, politik bilinci de dönüştürerek Kürt mücadelesinin Türkiye metropollerin hareketlenmesine de vesile oldu. 2015 sonrası göçlerde insanlar batıya değil, yaşadıkları çatışmalı sürecin ablukaya alınmış sokağın mahallesine ve köyüne taşındı. Biri kimliksel kültürel siyasal ve etniksel farkın yoğun hissedildiği bir çatışma alanına vesile olurken, bir diğeri de aynı kimliksel dokunun içerisinde olmakla beraber, sınıfsal ve kentsel yaşayış biçiminin ortaya çıkardığı değişik problemlerin içerisinde kaldı.”
GÖÇ, KADIN VE TRAVMA
Genç, değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “Kent içi göçlerde insanlar ağırlıklı olarak, kendi kimliksel kültürünü taşıyan yerlere göç etmiş olsalar bile yoksullaşma, komşuluk ve sosyal dayanışma ilişkilerini kaybetmekle beraber açığa çıkan duygusal ve ruhsal kırılma da beraberinde gelmiştir. Her iki süreçte de çok büyük travmatik sonuçlar yaratıldı. Özyönetim süreçlerinde, 11 kentte sosyal çevreyi dönüştürücü sonuçlarının sınıfsallaşma pozisyonundaki derinleştirici hanelerin farklı olabileceğini, yaşadığımız deneyimler bize gösteriyor ve ikisi arasındaki farkları ortaya çıkan göç, kadın ve travma ilişkisini çözümlemek gerekiyor. Kent içi son yaşanan göçlerin ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de bu göçlerin yaşandığı mahallelerde açığa çıkan uyuşturucu, fuhuş ve hırsızlık gibi adli suç kategorisinde görülen ama aslında toplumsal çözülme ve toplumsal değer yargılarını altüst eden suçlar olarak gün yüzüne çıkıyor. Göçle beraber toplumsal değer yargıları altüst eden fuhuş, uyuşturucu ve yaşatılan diğer politikalarında da önünü kesmek gerekiyor.”