DİYARBAKIR – Tiyatroya yönelik baskı ve yasaklamaları değerlendiren Seyyar Sahne oyuncuları, yasaklara karşı alternatif şeyler üretildiği ölçüde yasakların boşa çıkacağını belirterek, “Belki engellenebiliyor, destek azalıyor, daha zor şartlarda yapılıyor ama tiyatro sürüyor” dedi.
Seyyar Sahne, "Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz" oyunlarıyla Diyarbakır’da bulunan Amed Şehir Tiyatrosu sahnesinde izleyicilerle buluştu. Seyyar Sahne oyuncuları Doğu Can, Hakan Emre Önal, Volkan Çıkıntıoğlu, Türkiye’deki tiyatroların durumu ve alternatif tiyatroya dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
Öncelikle içinde yer aldığınız Seyyar Sahne’yi ve sizin tiyatroyla ilişkinizi anlatabilir misiniz?
Doğu Can: 2002 yılında Boğaziçi Tiyatro Topluluğu’ndan ve İTÜ Mezunlar Tiyatrosu’ndan birer grup birlikte çalışmalar yürütüyor ve daha sonrasında Seyyar Sahne adı altında birleşiyorlar. Daha çok oyuncunun kendi sınırları üzerine araştırmalar yapan bir grup olarak çıkıyor. Daha sonra da bünyesinde Tiyatro Medresesi kuruluyor.
Ben Balıkesir’de büyüdüm ve kafamda az çok tiyatro yapma fikri vardı. Sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’nde okurken İTÜ Sahnesi’nde tiyatroya başladım. Aslında kulübe dahil olunca sahneden ziyade orada bir ekiple birlikte bir şey yapmak daha cazip geldi. Yani bir tarafta mühendislik dersleri var diğer taraftan sizinle yaşıt ya da biraz daha büyük insanlarla okumalar yapmak, bir şeyler yapmak daha cezbetti. İTÜ Sahnesi’nden mezun olanların da içinde yer aldığı bir grup zaten Sayyar Sahne. Oradan zaten organik bir ilişkimiz vardı. 2010 yılından mezun olana kadar oradaydım sonrasında da seyyar Sahne’ye geçtim.
Hakan Emre Önal: 10 sene önce tiyatro ile ilgili bir hayalim yoktu. Futbol oynama gibi bir arzum vardı, sakatlanıp üniversiteye girdim. Üniversitede de arayışlarım sonucunda futbolun boşluğunu en iyi tiyatro ile doldurabileceğimi düşündüm. Çeşitli tiyatro gruplarına dahil oldum. Seyyar Sahne’ye dahil olmam Tiyatro Medresesi’nin kuruluşuyla başladı. 2012’de medresenin kuruluşu ile orada bir atölyeye dahil oldum sonra çeşitli işlerine dahil oldum derken kendimi Seyyar Sahne’nin içinde buldum.
Volkan Çıkıntıoğlu: Eskiden, “Üniversiteyi kazanayım, para kazanayım, iyi bir işim kariyerim olsun” diye düşünüyordum. Tabi bunda iktidarın eğitim sisteminin büyük etkisi oluyor. Tam da bu ülkenin istediği profilde yetişirken, artık içimde nasıl bir sıkılganlık oluşmuşsa üniversiteye gittiğimde tiyatro kulübü çok cazip geldi. Hayatımı yönlendirecek çok fazla insan olduğu için oraya tutunmak istedim. Oraya tutunabilmek için tiyatroya tutunmaya çalıştım. Mühendislik okumuştum üniversiteyi bitirdikten sonra tiyatro yapmak istediğim için hayatımı ona göre şekillendirdim.
Türkiye’de tiyatroların genel durumunu ve iktidarın sanata müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz? Örnek verecek olursak geçtiğimiz yıllarda birçok oyun Devlet Tiyatroları’nın repertuvarından çıkartılmıştı.
Yasaklara karşı alternatif şeyler yaptığımız sürece tiyatronun çok yasaklanabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Belki engellenebiliyor, destek azalıyor, daha zor şartlarda yapılıyor ama tiyatro sürüyor bir şekilde.
Can: Sanata baskı durumu her zaman vardı, şuan artışta. Keza başka dönemlerde de arttığı olmuştur yani bu hal devam edecek. Devlet Tiyatroları’nın eskiden de çok muhalif oyunlar oynadıklarını düşünmüyorum. Zaten vasat olan bir kurum son yıllarda iyice çürüdü. Üzerini örttükleri bir baskı hali vardı şimdi açık oldu.
Devlet Tiyatrosu’nda olan birinin yasaklama karşısında şikayet etmesini pek anlamıyorum. Zaten kurumun tek amacı sistemin kendi ideolojisini Türkiye’de her yere yaymak. Orada gittiğimde, gördüğümde karşılaştığım manzara da hep aynıydı. Vergi dairesine gittiğinizdeki memurla hangi şikâyetleri yaşıyorsanız, oradaki ışıkçıyla da çoğu zaman aynı şeyleri yaşıyorsunuz. Zaten genel bir sansür olayı olduğu için yerel olarak “tiyatroda şu oyun yasaklandı” demek normal değil. Toptan yasakçı bir kurum. Şehir Tiyatroları ise, belli alanlarda özerkliğini koruyan tiyatrolar. Ama Yasak ve baskı halinin Seyyar Sahne için ve devletle ekonomik bağı olmayan kurumlar için büyük bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Var olan yasaklara karşı alternatif şeyler yaptığımız sürece tiyatronun çok yasaklanabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Belki engellenebiliyor, destek azalıyor, daha zor şartlarda yapılıyor tiyatro ama sürüyor bir şekilde.
Buradaki Amed Şehir Tiyatrosu’ndan da gördüğümüz gibi kayyum geldiğinde bazıları işten çıkıyor, bazıları atılıyor ama 10-15 gün içerisinde yeni bir sahne kuruluyor. Şartlar zor olsa da, manen daha güçlü bir hisle bu var olan kötü koşulları düzeltebilir. Bu her yerde yapılabilir, umutsuz değilim.
Önal: Yıllardır tiyatro ile uğraşıyorum ama Devlet Tiyatroları bana hem yakın hem de uzak bir kurum. Devlet ve Şehir tiyatrolarında çok fazla oyun izlemeyi tercih etmiyorum. Devletle tiyatronun yan yana gelmesi bana mümkün görünmüyor. Özgür bir şekilde tiyatro yapabildiklerini düşünmüyorum. Devlet Tiyatrosu’nda bulunanların da özellikle genç kadroların, orada mutlu olabildiklerini düşünmüyorum. (Eski sanatçılardan söz etmiyorum) Zaten kadro alamıyorlar, sözleşmeli olarak çalışıyorlar. Maddi olarak tatmin olamıyorlar, maddiyatı bıraktım manevi olarak da yapmak istedikleri işi yapabildiklerini düşünmüyorum. Ben bir oyuncu olarak orada bulunmayı tercih etmezdim. Dediğim gibi orada bizim alternatif tiyatro yaparken yarattığımız alternatif alanın orada bulunmadığını düşünüyorum.
Devlet Tiyatroları olarak çok genelleyerek konuşuyoruz ama Samsun, Diyarbakır gibi kentlerde böyle bir kurumun bulunması fikir olarak iyi bir şey. Ancak bu kurumların icra anlamında sorunlu olduğunu düşünüyorum. Aslında bizim ulaşamadığımız şehirlerde, birçok insana tiyatro ulaştırma konusunda çok iyi imkanları var iken bu avantajları boşa harcamış gibi geliyor. Bir iktidarın eleştiriyi kaldıramadığı, oyunları denetlediği sürece devlet tiyatroları da gerekliliğini yitiriyor.
Tiyatroya yönelik baskıların karşısında bir taraftan da alternatif tiyatrolar varlığını gösteriyor. Özellikle son yıllarda alternatif tiyatro sayısındaki artış dikkat çekiyor. Siz bu artışı nasıl yorumluyorsunuz? Bunun Türkiye tiyatrosuna nasıl bir katkısı var?
Çıkıntıoğlu: Baskı - direniş denkleminin dışında, insan kendini çaresizliğe alıştırmazsa hayat yaratıcı bir alan bulmaya çok elverişli. Çünkü hayat çok karmaşık. İstediğimiz kadar uğraşalım; devlet, iktidar, güç gelsin ve onu düz hale getirmeye çalışsın hayat onun üstünde duruyor. Bir kişinin, ‘ben ne yapabilirim?’ deyip önüne bakması yeterli. Tiyatrocular da ‘iş başa düştü hadi kendi başımızın çaresine bakabilmeliyiz, devlete sırtımızı dayayamayız, şartlardan şikâyet edemeyiz’, deyip işin riskini aldı. Kimi sahne kurarak, kimi oyun yazarak, kimi oynayarak herkes bir yerden hayatı devam ettirme çabası içine girdi.
Bu hayatı devam ettirme çabasına ortak olmayı seviyorum. Tiyatro olmasa da olur ama tiyatro üzerinden hayata devam etme isteği, insanları evlerinden çıkartıp –İstanbul için konuşuyorum- Taksim’e getirip bir şeyler izletme, bir arada buluşturma heyecanına ortak olmak beni mutlu ediyor. Umarım bu durum sanatsal şeyler üretmekle paralel gider. Üçüncü dünya ülkesinde yaşamanın böyle bir dez avantajı var. Devamlı bir direnme halinden, yani çok temel şeylerle uğraşmaktan, “Daha kaliteli ne yapabiliriz?” sorusunun peşinden koşamıyoruz. Şartlar ne kadar kötüye giderse gitsin alternatif tiyatrolar derinleşecek. Bu “Alternatif tiyatro” söyleminden kurtularak Türkiye’nin tiyatrosuna dönüşeceğiz.
Can: Alternatif tiyatro denilmekten daha çok bence Türkiye Tiyatrosu denmeye başlandı. Kamuoyunda gündem yaratan oyunlar Devlet Tiyatroları’nda oynananlar olmuyor. Genel olarak özel girişimle yapılan tiyatrolarda oluyor. Ödül sistemi de bu şekilde kendi içinde değişti. Diyarbakır’da da aşağı yukarı böyle olduğunu biliyoruz. Ölmeye yakın bir tiyatro var, eski alternatif tiyatro ve şimdi de gündemi yaratan bir tiyatro var.
Önal: Alternatif Tiyatrolar seyirciye, çok güzel bir seçenek sundu. Seyirci de yavaş yavaş bu seçeneği diğer seçeneklere nazaran daha fazla ön plana çıkartmaya başladı. Herkes isteği gibi bir tiyatro kurabiliyor. Bir de bu meselenin dezavantajından söz edeyim; o kadar çok oyun –nitelikli-niteliksiz- üretilen oyun var ki bunlar mali açıdan seyirciyi zorlayan bir şey.
Alternatif olmak, direnme halinde kalmak bazen sanatın ilerlemesine de engel oluyor. Ya da üretilen eserde sloganvari bir hal ortaya çıkıyor. Alternatif olmakla birlikte gerçek anlamda sanatsal tiyatroyu oluşturmak nasıl mümkün olur?
Her eylem politiktir, tiyatro yapmak da başlı başına politik bir eylem. Yaptığın işte ısrarcı olur, o alanda var olmaya çalışırsan bu durum izleyicilerin dikkatini çekiyor. Yaptığın da nitelikli bir iş ise, zaten kendini bir şekilde var edebiliyor.
Önal: Her eylem politiktir, tiyatro yapmak da başlı başına politik bir eylem. Yaptığın işte ısrarcı olur, o alanda var olmaya çalışırsan bu durum izleyicilerin dikkatini çekiyor. Yaptığın da nitelikli bir iş ise, zaten kendini bir şekilde var edebiliyor. Orada bir şekilde var olabilmek, sloganvari şeyden daha değerli geliyor. O kadar çok baskı var ki; yani sadece devletten de değil bu baskılar her alandan. Ben aileme “Tiyatro yapmak istiyorum” dediğin zaman onlardan duygusal bir şiddet görüyorsun. Bir yerden sonra yapabilmek ailene de çok güzel bir cevap oluyor. Kendi açımdan baktığımda bile kendi küçük dünyamda bir şey başarabilmişim.
Çıkıntıoğlu: Öncelikle Alternatif kavramından uzaklaşmak gerek bence. Böyle olunca genel olarak bakışı biraz karşımıza yöneltiyoruz. Bu Türkiye’nin kutuplu ikliminde, siyasi havasında çok olan bir durum. Öteki tarafa göre kendimizi tanımlıyoruz. Bu ister istemez çok sloganvari bir hal alıyor. Belki çok tasavvufi bir cevap olacak ama bakışlarımızı kendimize çevirdiğimizde kaliteyle ilişkimiz başlıyor.
İnsanın kendini gerçekleştirme süreci yeterince politik ve sanatsal bir şey. Seyirci olarak bir oyuna gittiğimde insanın kendi hikayesinden bir şey görünce daha fazla empati kuruyorum. En politik eylem bu olduğu için tiyatrolarda muhalif olma, baskı haliyle kıyas halinden kurtulup tiyatroyu burada derinleştirmeyi ararsak kendimizdeki potansiyelle uçarız.
Can: Alternatif olma halimiz bir zorunluluk. Devlet Tiyatroları Avrupa’daki gibi özerk olan, oyuncu havuzu olan bir yapıya sahip olsaydı orada çalışmak isterdik. Böyle olmayınca dolayısıyla alternatif ama zorunlu bir hal. Bu bulunduğumuz hali erdemmiş gibi sahiplenmeye gerek yok. Bunu kabul ettikten sonra nasıl dönüştürdüğümüze bakmak gerekiyor.
Tamam, kurum olarak alternatif bir kurum kurdun ama bunun içini nasıl dolduruyorsun? Oyunculuğunda, tasarladığın kıyafette, ışığında bu nereye gidiyor? 15 yılın sonunda yaptığı işi bir birikime dönüştüren kaç grup kalacak? Grup takibi eskiden daha yaygındı. Ama tiyatro o kadar çok serbest bölge oldu ki kumpanya havasının kaybolduğunu söyleyebilirim. Uzun vadede söz söyleyebilenlerin bu durumu geliştirebileceğini düşünüyorum. Yoksa diğerlerimizin kapanıp gitme ihtimali çok yüksek.
Alternatif tiyatrolar bugünkü haliyle bir okul vazifesi de görüyor mu?
Can: Tiyatro içerisinde yer alan her oyuncu için bir okul süreci olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu geçiştirmek olur. Onun dışında bazı tiyatrolar ya yeni kursiyer alıp, eğitim sürecinden geçiriyor ya da asistan yetiştiriyor. Mekanı olan gruplar bunu değerlendiriyor. İstanbul’da böyle gruplar var. Amed Şehir Tiyatrosu da, bunu yapıyor. Seyyar Sahne için Tiyatro Medresesi kendi oyuncularıyla bir eğitim verme anlamında hem de başka tiyatro eğitimi veren insanlarla bir okul oluşturma çabasına girdi. Kumbaracı50, Semaver Kumpanya, Kadıköy Tiyatro gibi tiyatrolar da yavaş yavaş okullaşma yoluna giriyorlar.
Son dönemde oyunların yasaklanma halini nasıl yorumluyorsunuz? Yasaklara karşı tiyatrocular ve sanat nasıl bir kapı aralayabilir?
Can: Sözle eylem birleştiği zaman anlam buluyor. Bunu Amed Şehir Tiyatrosu’ndan örnekleyecek olursak; belediyeden ayrılırken bir söz söylüyorlar, ardından bir tiyatro kurarak bir eylemde bulunuyorlar. Bu oyun yasaklandı ama kimse Barış Atay’ın oynamasını engelleyemez. Başka bir isimle oyun çıkarır ve yine o oyunu oynar. Yani düşündüğümüzde mesela benim bir gösterim var; -önceden planlanmış bir şekilde- Ben sahneye onu davet ediyorum ve o da gelip benim sahnemde oyununu oynuyor. Devletin kontrol altına alabileceği bir durum değil. Nitekim buna benzer olarak okuma tiyatrosu yapıldı. Bu tarz çözümler iktidarın daha fazla çıldırmasına neden olacak. Belki de umurlarında olmayacak ama yapmak istediklerimizi engelleyebilecek durumda olduklarını düşünmüyorum. Söz söylemek dışında karşı durmak daha mantıklı geliyor.
Önal: Öncelikle böyle yasaklamalar kabul edilemez. Bana göre iktidarın diline benzeşmemek lazım. Şimdi de Barış Atay’ın kendisini de yasakladılar. Onun olduğu filmler, diziler yasaklı. Bu dereceye vardı. Şimdi de Mert Fırat’ı hedef tahtasına oturttular. Mert Fırat’ın yıllar önce verdiği bir röportajı birileri çıkartıp buluyor. Şuanda hükümete muhalif olabilecek kimler var deyip, linç ediyorlar.
Çıkıntıoğlu: Devlet yasaklayınca oyunu tamamladı. Sanatın böyle bir yanı var, üzerine çullandıkça kendini daha fazla gösterebiliyor. Ben böyle şeylerden hiç korkmam sanat adına. Kişi adına yapılacak saldırılardan korkarım. Kişilerin yaşam alanlarına en azından saygı gösterilmeli. Bu saldırıları kişiyi topraktan sökmek gibi yorumluyorum.
Amed Şehir Tiyatrosu’nda her ay bir oyununuzu sahneliyorsunuz. Bir taraftan baskı altında olan bir grup ile birlikte oluyorsunuz bir taraftan da onlar size Diyarbakır’daki sahnelerini açıyor. Bu nasıl gelişti ve bu dayanışma halinin sizin için önemi nedir?
Önal: Seyyar Sahne’nin Yönetmeni Celal Mordeniz daha önce Diyarbakır’daki tiyatrocularla bir temas halindeydi. Hatta Antigone isimli oyunu birlikte çıkarttılar, öncesinde atölyeler de yapmışlardı. Yani öncesinde güzel bir diyalogları vardı. Biz seyyar sahneye dahil olmadan bu birliktelik vardı.
Bundan birkaç sene sonra biz yeni oyunlarımızla ilgili iletişim kurup buraya gelmeye başladık. Hep sanatın, tiyatronun gücü adına konuşuyorduk ya; bana göre bu durum tam olarak bu. Her buraya geldiğimde, buradaki insanlarla konuştuğumda bir etkileşim halinde oluyorum, bir şeyler alıyorum, onlar da bizden alıyorlar. Bu durum beni mutlu ediyor.
İyi ki Amed Şehir Tiyatrosu var. Aslında kayyum gelince kapanıyor ancak çalışmalarına çok güzel bir şekilde devam ediyorlar. Bize de dokunarak bunu yapıyorlar. Bence bu çok önemli politik bir hareket.
MA / Dicle Müftüoğlu