İSTANBUL - "Dargeçit Katliamı" olarak bilinen 7 kişinin gözaltına alınarak kaybedilme hikayesi, yönetmen Veysi Altay tarafından, ismini asit kuyularından alan "BÎR" belgeseliyle beyaz perdeye aktarıldı.
Mardin, JİTEM’in 90’lı yıllarda en aktif faaliyet yürüttüğü ve birçok katliam yaptığı kentlerin başında geliyordu. Kentte çok sayıda kişi JİTEM tarafından kaybedildi veya "faili meçhul" şekilde katledildi. O dönemde yaşanan bu katliamlar yönetmen Veysi Altay tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Faili meçhullerin atıldığı asit kuyularından esinlenerek yapmış olduğu belgesele "BÎR" ismini veren Altay, JİTEM tarafından 30 Ekim-3 Kasım 1995 tarihleri arasında Dargeçit ilçesi ve köylerinde gözaltına alındıktan sonra katledilen ve aralarında çocukların da bulunduğu 7 kişinin hikayesini işledi.
KİREÇ KUYULARINA ATILDILAR
"PKK’ye yardım ettikleri" iddiasıyla dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Binbaşı Hurşit İmren ve Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Mehmet Tire’nin talimatıyla, Süleyman Seyhan (57), Nedim Akyön (16), Mehmet Emin Aslan (19), Seyhan Doğan (14), Davut Altınkaynak (13), Abdurrahman Olcay (20), Abdurrahman Coşkun (21) o dönem gözaltına alınarak Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı’na götürülmüştü. 7 kişi götürüldükleri karakolda her türlü işkenceye tabi tutularak, infaz edildi ve kireç kuyularına atıldı. İnfazın emrini veren JİTEM komutanları, yaşananları üst makamlara bildiren uzman çavuş Bilal Batırır’ı da karakolun kömür kazanında yaktı.
ÇOCUKLAR DA KATLEDİLMİŞTİ
Seyhan Doğan, 30 Ekim 1995’te yine İmren ve Tire’nin talimatıyla evinden alınarak İlçe Jandarma Karakolu’na götürüldüğünde daha 14 yaşındaydı. Gözaltına alındığı resmi kayıtlarda görünmeyen Doğan, gözaltında kaldığı sürece Filistin askısı ve benzeri yöntemlere işkenceye tabi tutuldu. Bir süre işkencede kaldıktan sonra İmren ve Tire’nin talimatıyla ateşli silahla katledildi. Evinden alındığı sırada Davut Altınkaynak ise, daha 13 yaşındaydı. 2 Kasım 1995’te İmren ve Tire’nin talimatıyla köy korucuları Naif Çelik ve Mahmut Ayaz’ın da aralarında bulunduğu askerlerce gece saat 02.00’de evinden alınarak, İlçe Jandarma Komutanlığı’na götürüldü. Gözaltındayken hiçbir resmi işlem yapılmayan Altınkaynak, çırılçıplak ve elleri tavana asılı şekilde sorgulandıktan sonra dönemin Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz ve dönemin Dargeçit ilçe Jandarma Komutanlığı 1'inci Mknz. J. Komd. D. Tim K.lığı Emn. Uns. Btr. araç şoförü olarak görev yapan Uzman Çavuş Kerim Şahin tarafından infaz edildi. Nedim Akyön ise evinden gözaltına alınarak, JİTEM tarafından katledildiğinde 16 yaşındaydı.
OĞLUNU ARAYAN BİR ANNE
İstanbul Adli Tıp Kurumu, 2013 yılında Bağözü köyünde bulunan ve incelemeye alınan kemiklerden bazılarının 1995’te gözaltında kaybedilen 13 yaşındaki Seyhan Doğan’a ait olduğu yönünde rapor hazırladı. Çocuklarının akıbetini öğrenemeyince Med TV'ye çıkan ve "ben devletten davacıyım, çocuklarımı istiyorum" diyen anne Asiye Doğan ortadan kayboldu. Annesinden bir türlü haber alamayan kızı Zekiye yetkililerin önünde üstünü başını yırtmaya başlayınca, onu tanıyanlar savcıya, "Kardeşi kayboldu, annesinden haber alamıyor, aklı gitti, kusura bakmayın" dedi. Ancak, savcı anne Asiye Doğan'ın gözaltında olduğunu bildiğinden bir saat sonra anne Asiye Doğan serbest bırakıldı. Ağır işkencelerden geçtiği anlaşılan anne Asiye Doğan, çocuklarını bulamamanın üzüntüsüyle de 2000'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yaşamını yitirdi. Seyhan Doğan’ın babası Ramazan Doğan da Ağustos 2010’da kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
HEM MÜCADELE ETTİ HEM BELGESELİNİ ÇEKTİ
Yaşanan bu olay özelinde yapmış olduğu belgeselle Dargeçit kayıplarını anlatan Yönetmen Veysi Altay, kayıplar konusunda dördüncü çalışmasını yaptığını söyledi. Faili meçhullere karşı yıllarca mücadele verdiğini dile getiren Altay, "Bu meselenin bir parçası olduğum için bunu kendime dert ettim. Beni derinden etkileyen bir çalışmayı topluma aktarmak toplumun bu konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak önemli bir görevimdir" dedi. Altay, "Toplum olaylara karşı sessiz olmaya alıştı. Bu tür belgeseller bir değişim sağlar mı bilmiyorum. Uluslararası alanda gösterim olduğunda aldığımız tepki ve duyarlılık daha farklı oluyor. Aynısını Türkiye toplumu için söylemem çok zor" diye konuştu.
‘ZORLUKLAR YAŞADIK’
"Kürdistan’ın toplu mezara dönüşmüş köylerine gitmek, kuyulara atılan kemikleri aramak, psikolojik olarak herkes gibi beni de çok zorluyor" diyen Altay, belgeselde işlenen Dargeçit'in güllük gülistanlık bir yer olmadığını, karakollarla gözlenen, dört tarafı çevrilmiş, askerlerin dolaştığı bir alan olduğunu söyledi. Bu nedenle çekimler konusunda ciddi zorluklar yaşadıklarını ifade eden Altay, "Bazı görüntüler alındı, silindi. Ama belgeselini çektiğimiz konu, kayıp yakınlarının verdiği mücadelenin yanında bunlar zorluk olarak değerlendirdiğimiz şeyler değildi. En fazla istediğimiz görüntüler olur, onları hayata geçiremediğimiz oldu" dedi.
4 yılık bir çalışmanın sonucunda belgeseli tamamladığını dile getiren Altay, "O süreçte umulmadık kemikler bulundu. Hediye annenin belgesel bitmeden hayatını kaybetmesi benim için çok olumsuz bir şeydi" dedi. Altay, "Sıfır ekonomiyle, gönüllülük esasıyla yürütüldü. Kolektif bir anlayışla tamamladık" ifadesinde bulundu.
‘İLK KEPÇENİN VURDUĞU AN SİLİNDİ’
1 Şubat 2013’te Tirua köyünde Seyhan Doğan ile Mehmet Emin Aslan’ın kemiklerinin bulunduğu sırada çektiği bazı görüntülerin askerler tarafından silindiğini hatırlatan Altay, "Askeri yetkililer vardı. Tamamıyla yasaktı o görüntülerin çekilmesi. Farklı yöntemler kullandım. Farklı kartlar, farklı kameralar kullanarak çektik ama o ilk kepçelerin vurulduğu anların görüntüleri silinmişti. Belgeselin en önemli anlarıydı" dedi.
TİRUA KÖYÜ ‘BÎR’LERLE MEŞHUR
Tirua köyünün kuyuları ile meşhur olduğunu kaydeden Altay, "Bîr" isminin de buradan geldiğini söyledi. Köyün geçmişte JİTEM tarafından kullanıldığını ve 4 tarafı koruyucu, askerlerle çevrili olduğunu belirten Altay, "90’lı yıllarda kaybedilen, katledilen insanların birçoğu o kuyularda yatıyor. Biz sadece bir tanesini açtık. İki tane cenaze çıkardık. Ben o kuyuların hepsine girmek isterdim. Çünkü o kuyular bizim yüreğimizde çok derin yaralar açtı. Asit kuyusu olarak adlandırdığımız kuyular. Filmin ismini de BÎR koyduk. BÎR Kürtçe’de hem hafıza hem kuyu anlamına geliyor. O kemikler BÎR’de bulundu. Devletin nasıl katlettiğini biliyoruz. 'Faili meçhul' demek ciddi bir haksızlık. Bu kadar şeffaf cinayet işleyen devlete 'meçhul'lük katmak haksızlık" diye konuştu.
‘BU DEVLET BENİM ÇOCUĞUMU KATLETTİ’
Seyhan Doğan'ın 13 yaşında çobanlık yaptığı sırada gözaltına alınan ve devlet tarafından yakılarak öldürülen kayıplardan biri olduğunu söyleyen Altay, "Asiye anne müthiş bir mücadele veriyor. Dargeçit'te selam vermemeye başlıyor çevresindekiler. Ailesi durdurmaya çalışıyor artık kendisini. 'Çok konuşuyorsun senin başka çocukların var çocuklarını kaybedecekler, seni kaybedecekler' diyorlar. 7 Mart 1996 tarihinde Asiye anne MED TV’ye katılıyor. 'Bu devlet benim çocuğumu katletti' diye. O günden bir gün sonra gözaltına alınıyor. 35 gün haber alınamıyor kendisinden. İşkenceye maruz kalıyor. Sonra bırakılıyor. Seyhan Doğan’ın ile birlikte gözaltına alınan 11 yaşındaki kardeşi Hızni serbest bırakılıyor. Ve mücadele yürütüyor. Asiye anne İstanbul’a göç etmek zorunda kalıyor ve 2000’de yaşamını yitiriyor ve Ramazan amca nöbeti devralıyor. 2010'da Ramazan amcada yaşamını yitiriyor" sözleri ile ailenin mücadelesini anlattı.
ÇOCUĞUNUN YANINA DEFİN ETTİLER
Asiye ve Ramazan Doğan'ın Seyhan'ın kemiklerini bulmadan yaşamını yitirdiğini söyleyen Altay, "İkisi de ölmeden önce 'biz öldükten sonra Seyhan'ı bulursanız bizi Seyhan'ın yanına gömün.' İkisi de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Seyhan'ın cenazesi 2013 yılında bulundu. Ramazan amcanın ve Asiye annenin vasiyeti yerine getirildi. İstanbul'da gidip mezarlarını açtık, kemiklerini tabuta koyup Dargeçit'e götürdük ve Seyhan'ın yanında defin ettik" dedi.
‘ANNEYE KAYIP OĞLUNUN MEZARINI BEN SÖYLEDİM’
Aynı olayda kaybedilen 21 yaşındaki oğlu Abdurrahman Coşkun'u bulmak için mücadele veren ve 2017 yılında yaşamını yitiren Hediye Coşkun'un hikayesine de değinen Altay, "Hediye annenin kocası 1993 yılında Dilan köyünde gözlerinin önünde işkenceyle öldürülmüştü. Köyleri 1991-1993'te iki kez uçaklarla bombalanıp yakılmış. Hediye anne 18 yıl bil fiil oğlunu aramış. Tek derdi çocuğunun kemiğini bulmak olduğunu, bunun onun için müjde olacağını söylüyordu. Kemikleri bulduk. İstanbul'daydım. Oğlu beni aradı 'anneme söyleyemiyorum nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz. Lütfen sen söyler misin' dedi. Ben kalkıp İstanbul’dan Nusaybin’e gittim. Hediye annenin 19 yıllık hayali olan çocuğunun kemiğine kavuşması meselesini anlattım. Oradaki kararlılık, yaklaşım biçimi beni en çok etkileyen şeylerden biri oldu.
20 yıl sonra çocuğunun kemiğine kavuşmasının bir müjde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ben bunu söylediğimde bana 'hayatımın en büyük müjdesini verdin' diyen anne karşımdaydı. Tek kelime Türkçe bilmeyen o kadının bu ceberut devlete karşı verdiği mücadele, direniş biçimi ya da ondan önce Süleyman Seyhan’nın kızının verdiği mücadele, Davut Altunkaya’nın ailesinin verdiği mücadele bizim asla zorluklardan, sıkıntılardan bahsetmememiz gerektiğini önümüze koyan mücadele biçimidir. Hepimizin o insanlardan bir şeyler alması gerekiyor. Bu toplum vicdana kavuşacaksa bu insanların sisteme karşı onurlu mücadelesi sayesinde olacaktır" diye konuştu. Hediye Coşkun’un vasiyetinin yerine getirilmediğini ifade eden Altay, “Ölmeden çocuğunun cenazesi bulundu. Yanına defin edilmek istiyordu ama Nusaybin'de sokağa çıkma yasakları olduğu için bu yerine getirilemedi” dedi.
‘DEVLETİN KEMİKLERE YAKLAŞIMINI GÖRECEK’
Yakında belgeselin izleyicilerle buluşacağının altını çizen Altay, izleyicilerin belgeselde "Devletin kirli yüzünü, Kürdistan'da devletin işlediği kirli işlerini, insanları nasıl mağdur ettiğini görecekler. Devletin büyüklüğüne karşı topraklarını terk etmeyen insanların direnişlerinin ne kadar büyük olduğunu görecekler. 20 yıl öldüğünü bildiği çocuğunun kemiklerini aramanın mücadelesini bulacaklar. Devletin kemiklere, ölümlere yaklaşım biçimini" göreceğini söyledi.
MA / Yasin Kobulan