DİYARBAKIR – “Hawar Kürt dili, edebiyatı ve kültürünün manifestosudur” diyen ve ünlü İlahi Komedya destanının yazarı Dante ve Hawar arasında benzerlik kuran yazar Dilawer Zeraq, “Eliyê Herîrî’den Hawar’a kadar Kurmancimiz Dante’yi bir tutumdur. Halen de Hawar’a çok şey borçluyuz" dedi.
Suriye’nin başkenti Şam’da Celadet Ali Bedirxan öncülüğünde 15 Mayıs 1932’de yayın hayatına başlayan Hawar dergisi, “Bir halkın ve bir dilin yurdudur” diye nitelendiriliyor. Tam da bu nedenle sürgünde yola çıkan ve Kürt dili ile edebiyatı bakımından milat olarak kabul edilen 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı olarak kutlanıyor.
Bu vesileyle “Bêjara Netewparêz Di Hawarê De” (Hawar’da Ulusçuluk Diskursu) adı ile tez çalışması yayınlanan yazar, araştırmacı ve çevirmen Dilawer Zeraq Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Bir tanımlama yapmak gerekirse Hawar’ı nasıl tanımlarsınız? Hawar için ne diyebiliriz?
Hawar, sadece Kürt Edebiyatı için değil, dil, edebiyat ve Kürtlük için bir manifesto niteliğinde. Çünkü Hawar’da dilbilimsel olarak Kurmanci latin alfabe, gramer ve imla kuralları yer almakta. Tüm kaide ve kuralları olmasa da, bu kuralların yüzde 85-90’ı Hawar’da belirtilmiştir ve bugün de bu kuralları kullanıyoruz. Bununla birlikte Hawar kültürel konuşma dilini bilimsel dil seviyesine taşımıştır. Bu bağlantı Kürtçe konuşma dilinin ruhundan ve mantığından kopmamasını ve bilimsel düzeyde kullanılmasını sağlamıştır. Bundan dolayıdır ki Hawar Kürt dili, edebiyatı ve kültürünün manifestosudur.
Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki yayınlara baktığımızda hemen hemen tümünün gayreti Kürtlerin varlığının ispatına dairdir. Ama Hawar’ı incelediğimizde tüm kırılmalara rağmen, kendinden emin bir üslubu var. Tüm imkânsızlıklara rağmen Hawar’ı bu öncülük misyonuna yönelten nedir?
Hawar’da kendini ispatlama çabası yoktur. Hawar ben varım diyor; ister gör, ister görme. Bu nedenle, o dönemin koşullarında Kürtler ve Türkler arasında gerçekleşen sosyolojik ve ulusal yarılmadan kaynaklı, Hawar kendisini bir taraf olarak görüyor.
Evet. Rojî Kurd, Hetawî Kurd, Jîn… ve diğerlerinde yazılar genellikle bir tutuma yöneliktir. Osmanlı İmparatorluğu içinde kendini ifade etme ve ispatlamak isteyen bir tutum var ve bu tutum Kürtlerin var olduğunu ve ümmet içerisinde bir çözümün bulunulmasını talep etmekteydiler. Hawar’da kendini ispatlama çabası yoktur. Hawar ‘ben varım’ diyor; ister gör, ister görme. Bu nedenle, o dönemin koşullarında Kürtler ve Türkler arasında gerçekleşen sosyolojik ve ulusal yarılmadan kaynaklı, Hawar kendisini bir taraf olarak görüyor, bir taraf olarak kabul ediyor ve bu şekilde kendisini öne sürüyor. Hawar’da hiçbir yazısında kendini kanıtlama ve tanıtma olayı yoktur. Varlığını bazı kesimlere, iktidarlara ve toplumlara kanıtlama durumu söz konusu değildir. “Ben varım, ben buyum” diyor. Yani Hawar o dönemin konjonktürel koşullarında bütün imkânsızlıklara rağmen, var olma tutumu ve çıkışıdır. “Ben varım” demiyor, “ben buyum” diyor. Varlığını anlatmıyor, gösteriyor. Halkına da, çevreye de ve devletlere de gösteriyor.
Birçok “sözde okumuşlarımız ve aydınlarımız” şuan bile kendini ispatlama çabası içerisindeler. Zaten o dönem Hawar’da bitmiştir ve Hawar “biz varız” demiş, bir dilimizin, gramerimizin olduğunu söylüyor ve nerelere dayandığını açıklıyor. Birçok alanda milliyetçi bir diskurs ile hareket ediyor. Bakın, Kamûran Bedirxan peygamberin hadislerini Kurmanci’ye çevirmiş. Niçin çeviriyor? “Ben buyum” diyor. Coğrafyaya dair yazılar yazılmış, Kürtlerin içinde yaşadığı teritoryal coğrafya tanıtılmış. Kültürel alanda da Koçerlerin yaşam tarzından o dönemin şehir yaşamına kadar bir tanıtma gayreti var. Sözcük alanında da birbirleriyle sözcüğün etimolojisine dair tartışma ve yorumlarda bulunmuşlar. Öte yandan dergide yayınlansın diye her biri derleme ve folklor alanında da anonim öyküler ve folklorik eserlere dair çalışmalar yapmıştır. Yani kendini ispatlama değil de, var olan varlığını gösterme uğraşı içerisindeydiler. Kendini kanıtlama dönemi zaten Hawar’da bitmiştir, Hawar’dan sonra bütün kanıtlama çabaları beyhudedir.
Hawar’ın ilk sayısında “Hawar’ın Amacı, Çalışma ve Yazma Şekli” başlığı altında şöyle deniliyor: “Hawar siyaseti memleketli/yurtsal olanlara bırakmış. Onlar siyasetle ilgilensin. Biz de bilim, hüner ve sanat alanında çalışacağız.” Ama bir süre sonra görüyoruz ki, Hawar’da çıkan bir çok eserde siyasetin izleri var. Özellikle Türk Devleti’nin yaptıklarını ifşa etmeye çalışıyor. Siyasete dair Hawar’da ya da Celadet’te bir ikirciklik mi oluştu? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Celadet’in siyaseti bir tarafa bırakıyoruz demesinin nedeni, aslında savaşan siyaseti, parti ve hareketlerin yaptığı siyaseti yapmıyoruz diyor. Ama şunu de demek istiyor; biz dili, kültürü ve edebiyatı siyasete alet etmeyiz. Biz kendimiz dil, kültür ve edebiyat siyasetini yapıyoruz. Bundan dolayıdır ki şiirden tut Koçerlerin yaşam tarzlarının tanıtılmasına kadar, Sason Dağı’nın, bir aşiretin, ulusal sembollerin, Kürtlerin mitolojisi, Kürtlerin eski dinlerinin tanıtılmasına kadar her birinin bu alanda yaptığı çalışmada milliyetçi bir diskurs vardır. Tanıttığında, yazdığında ve yorumladığında tümünü “kurdîbûn” üzerine inşa ediyor. Yani demek istediği ben “kurdîbûn”î olanın siyasetini yapıyorum, katı particilik siyasetini yapmıyorum. Savaşta yenildik, ilkin Ağrı’da yenildik diyor. Ama bu yenilgi bizde yeni ve farklı şeyler oluşturdu.
Ne tür şeyler?
Savaş ile varlığımız biraz da olsa kabul edildi; işte bir şeyler için savaşıyoruz, ama yenildik. Fakat bunun bir sürekliliğe ihtiyacı vardır ve bu süreklilik halka ulaşmalı. Bu süreklilik halkın ruhudur. Halk bundan bihaberdir. Halkın ruhundan haberdar olması gerekir. O ruh dildedir, edebiyatta, folklorda, mitolojide, aşiret yaşamında, şehir ve köy yaşamındadır. Buna ulaşmak istiyor.
Hawar çatısı altında bir araya gelenlerin çoğu, bir zamanlar toplumun ya da bir davanın temsilciliğini yapan şahsiyetlerdir. Celadet Ali Berdirxan, Osman Sebrî, Cegerxwîn vs. Buna rağmen Hawar’ın halka ulaşma veya topluma inme gibi bir sorunu var. Bunun nedenleri sizce nelerdir?
Her şey nedendir. Sınırlar var, ekonomik durum ortada, yokluktan hareket ediyor, okumamış bir halk var. İktidarın yokluğu, bir devlet yönetiminin olmaması buna sebeptir. Belki de lehçelerin birbirinden farklı olmasındandır da. Hawar çıktığında, Soran Kürtlerinin coğrafyasında başka dergiler çıkıyordu. Doğru dürüst iletişim yoktu, birbirlerine sahip çıkamıyorlardı. Yani Hawar’ı ilerletecek pozitif ve etkin bir faktör hiç yoktu. Tümü yazarların, Celadet’in, Osman Sebrî’nin ve diğer yazarların çabalarıdır. Kişilere ulaşma çabaları vardı.
Peki en büyük dezavantajı neydi?
Maalesef, o dönem Hawar’ın en büyük dezavantajlarından biri de; o dönem okuyan Kürtlerin oranı yüzde 20’yi geçmiyor. Bundan dolayı Kürtlerin aydınlanması, entelektüeli, Kürtlerin farkında olması fazla gerçekleşmemiş.
Zaten çoğu da medrese çevresinden olan Kürtlerdir.
Doğru. Zaten medrese de Kürtlerin kültürü, adetidir. Medreselerde ne kadar okumuş varsa tümü Hawar’ı okuyabiliyordu. Ama bunun dışında halk okuyamıyordu. Normal kişiler, hayatını olağan bir şekilde idame eden kişiler okuyamıyordu ki kendine Kürt diyebilsin, ulusal ruh oluşsun. Kurmancî konuşabiliyor, Kirmanckî konuşabiliyor, ama milliyetçi Kürtlük ruhu onlarda pek fazla gerçekleşmemiştir.
Hawar’da birçok şey var. Ne bulunmuş toplanılmışsa hepsi dergide yayınlanmış. Sanki bir apartoparlık durumu söz konusu. Bununla Celadet ve arkadaşlarının gelecek kuşaklara bir kütüphane, bir arşiv bırakma isteği varmış gibi. Bu yönüyle Hawar’a baktığımızda, Hawar’ın tutumu nasıl bir tutum ve Kürt toplumu Hawar’a borçluyuz diyebilir mi?
İtalyanca için Dante ne ise, modern Kurmancî dediğimiz Hawar’ın Kurmancî’si de bizim için aynı şey. Halen de Hawar’a çok şey borçluyuz ve bu daha bitmemiş. Çünkü daha İtalyanca için de Dante bitmemiştir.
Evet, çok iyi bir soru. Bir örnek vereceğim. İlk eserini köylünün kullandığı İtalyanca ile yazan ilk kez Dante’dir. İtalya Devleti kurulduğunda, kurucularından biri “İtalya Devleti’ni kurduk, şimdi İtalyanca’yı yaratmamız lazım” diyor. Düşünüyorlar, İtalyanca’yı ne üzerine inşa edecekler diye. Metruk ve harabe olan Latince üzerine mi yoksa Dante üzerine mi? Şu anki İtalyanca Dante üzerine kurulu. Ben de şunu diyorum; Eliyê Herîrî’den Hawar’a kadar Kurmancimiz, o miras öyle bir manifesto ki Dante’yi bir tutumdur. Tümüyle sırtımızı onlara dayamışız. Ama bilimsel olarak güçlü bir şekilde Kurmancî’yi kullanan, özellikle Kurmancî’yi ve Kürtçe mantığı, imla ve gramerini, sözlüğünü oluşturan ve hazırlayan Hawar’dır. Şöyle bir yorumda bulunabilirim; İtalyanca için Dante ne ise, modern Kurmancî dediğimiz Hawar’ın Kurmnacî’si de bizim için aynı şey. Halen de Hawar’a çok şey borçluyuz ve bu daha bitmemiş. Çünkü daha İtalyanca için de Dante bitmemiştir.
Latin Alfabesi konusu çok tartışılmakta. Kimileri bu konuda Celadet’in kibirlilik yaptığını ve İshak Maraguluv ve Erebê Şemo tarafından 1929 yılında hazırlanan alfabeyi dikkate almadığını söylüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zaxo’da Tewfîq Wehbî, Fransız alfabenin temelleri üzerine Kurmnaci latin alfabeyi hazırlıyor. Tabi bunu yaparken Celadet’ten bihaber. Ama Celadet, Tewfîq Wehbî’yi duyduğunda, vakit kaybetmeden doğrudan Tewfîq Wehbî ile iletişime geçiyor. Birbirlerine bir kaç mektup yazıyorlar. Gayretleri birbirini görmeye yöneliktir ve Celadet Tewfîq Wehbî’ye her iki alfabeden ortak bir alfabe yapma önerisinde bulunuyor. Ben de o kişilere şu soruyu sormak istiyorum; Kibirli biri böyle bir şey yapar mı? Hayır. Bazıları bunu beyliğin kibrine bağlıyorlar. Bunun mantıklı bir bilgi ve yorum olduğunu sanmıyorum. Çünkü böyle bir tutumu vardır. Ama Maragulov ve Erebê Şemo’dan bihaberdi diyemem ve haberdardı da diyemem. Şayet varsa da bunun mümkün olmadığındandır. Çünkü hem Kuzey tarafından hem de Doğu tarafından arada iki sınır var ve onlara ulaşamamıştır. Birbirine ulaşamama bundan kaynaklı olabilir. Belki de o dönem her iki ülke arasında posta yoktu. Bu alanda devletlerin tarihi arkeolojik, antropolojik, idari ve iktidari araştırmaları yapılmalı ki bu durum açığa çıksın.
Dünkü sohbetimizde Hawar’a “ekol” demiştiniz. “Sanat, düşünce alanında, toplumsal yaşamda başkalarının da uyabileceği, izleyebileceği yeni bir yöntem, biçim ya da yol” olarak “ekol”ü ele alırsak, Hawar için “Ekol”dür diyebilir miyiz?
Söylemen iyi oldu. “Ekol” kelimesini, bugünün anlamıyla bir kavram olarak söylemiyorum. Bu “ekol”ü dil üzerine inşa ediyorum. O dönemin yazarlarının tümünün amacı Kürt dili, kültürü ve folklorudur. Yani edebiyat değil. Dil, kültür ve folklora dairdir. Bu çerçevede ekoldürler. Tümü aynı gayreti göstermiştir. Tümü aynı şekilde Kürt dili, kültürü ve folklorunun temellerini atmak istiyor ve varlığını Kürtlere göstermek istiyorlar. Yani bu ekol kelimesini Kürtçenin ruhuna dair kullanıyorum.
Hawar’da dil, şiir ve öykü alanında en çok hangi isimler sizi ikna ediyor?
Şiir alanında halen Bilûra Min (Kavalım) şiiri Kurmancî’nin semalarında bir yıldızdır, parıldamasından bir şey eksilmemiştir.
Dili kullanma açısından üç isim var; Celadet, Osman Sebrî ve Cegerxwîn. Şiir alanında da halende “Bilûra Min” (Kavalım) şiiri Kurmancî’nin semalarında bir yıldızdır, parıldamasından bir şey eksilmemiştir. Modern açıdan ve şiir alanında halende çok özel bir örnektir. Elbet Qedrî Can da öyle, ama şiirde Hawar’ın yıldızı kuşkusuz Cegerxwîn’dir. Öykü alanında da Osman Sebrî, Kamûran Bedirxan ve Celadet’in öyküleri.
Peki Nûreddîn Zaza, ki Celadet ona Kürtçenin Çehov’u demiş…
Celadet’in Nûreddîn Zaza’ya dair bu sözü, kanaatimce bir methiyedir. Çehov da doktordur, Nûreddîn Zaza da doktordur ve her ikisi de öykü yazmıştır. Belki de birbirine benzetiyordur. Ama Kürt modern öyküsünün temeli kanaatimce Celadet ve Osman Sebrî’dir. Elbet Kamûran Bedirhan’ın da öyküleri güçlü.
Hawar’da ilginizi en çok çeken öykü hangisidir? Neden?
Sembolizm ile örülen ama sürreal bir içerik ve teknikle, halkına çok yakın bir öykü. Halk o sembollerden, o imgelerin tümünü anlıyor ve bir mirasa yaslanıyor. Xanî’nin mirasından; kalem ve kılıç; Koyî’nin kaleminden; mürekkep ve hançer. Celadet her iki mirası alıp “kılıç ve hançer” diyor. Yani hançer Kürtlere daha özgü. Hançer milliyetçi bir diskurstur. Çünkü Kürtlerin özel bir hançeri vardır. Bundan bahsediyor. “Artık bir silah var” diyor. “Biz varız” diyor. Yani Celadet’in “Gazinda Xencera Min” (Hançerimin Sitemi) ve Osman Sebrî’nin “Li Goristaneke Amedê” (Diyarbakır’ın Bir Mezarlığında” öyküleri.
MA / Rêdûr Dîjle - Dicle Müftüoğlu