HABER MERKEZİ - Gazeteci yazar Burcu Karakaş, 2010’da yaşamını yitiren gazeteci yazar Evrim Alataş’ın hayatını anlattığı “Ne Olmuş Güldüysek” kitabının hikayesini anlattı.
Gazeteci yazar Burcu Karakaş, yakalandığı kanser hastalığı sonucu 12 Nisan 2010 tarihinde yaşamını yitiren gazeteci yazar Evrim Alataş’ın hayatını anlatan bir kitap kaleme aldı. “Ne Olmuş Güldüysek: Evrim Alataş” kitabının yazarı Karakaş, gazetecilik yaptığı süre içerisinde önemli haberlere ve önemli yazılara imza atan Evrim Alataş’ın hayatını yazmanın, hem bir gazeteci hem de bir kadın olarak zorluklarını anlattı.
Kitapta, Evrim Altaş’ın yakın çevresiyle yapılan bir dizi görüşmeden alınan bilgi ve anılar önemli bir yer tutuyor. Evrim Alataş’ın kimliğini ve kalemini yansıtan “gülümsemek” eylemi yine Alataş’ın kendi hikayesinden çıkarak kitabın da ismi olmuş. Bundan sonrasını da Burcu Karakaş anlatıyor.
Nereden geldi aklınıza Evrim Alataş’ın hayatını anlatmak?
Aksu Bora’yla geçen sene bir sohbetimiz sırasında Evrim’i andık. Onun hatırasına bir kitap yapmak, o sohbet esnasında aklımıza düştü. Başta biraz tedirgin oldum aslında, altından kalkıp kalkamayacağım konusunda kararsız kaldım. Ancak sonrasında Evrim’i anlatmasını istediğim her isim bana gerçekten yardımcı oldu. Onların içten anlatımları sonucu kitap ortaya çıktı.
Kitapta Evrim Alataş’ın yakın çevresiyle konuşup derlediniz bilgileri. Siz Evrim’le tanıştınız mı? İyi bir yazar, gazeteci dışında Evrim Alataş ne ifade ediyor sizin için?
Hayır, Evrim ile hiç tanışma fırsatım olmadı. Kendisini yazıları ve kitaplarından tanıyorum. Severek takip ettiğim, çokça güldüğüm biri oldu benim için her zaman. Ayrıca, yakın çevremde dostu olan kişilerden de onunla ilgili pek çok hikâye dinlemişliğim vardı. Evrim Alataş deyince aklımda ilk beliren, ziyadesiyle komik ve güçlü bir kadın karakter... Bu düşüncemi kitap da bir bakıma pekiştirdi. Mizah duygusundan yola çıkarak direnç alanı yaratan biri. En kıymetli yönlerinden biri de bu zaten.
Kitabın ilk sayfalarındaki şu ifadeniz çok etkileyici “Birinin yokluğunda onun kitabını yazmak zor.” Biraz açabilir misiniz, en çok nerede ya da neyi yazarken/dinlerken zorlandınız?
O cümleyle özel olarak kitabın bir bölümünü yazarken zorlanmaktan bahsetmemiştim. Daha genel bir noktadan bahsediyorum. Birinin ardından onun hakkında ve de üstelik kendisini hiç tanımayanlara da tanıtabilecek bir anlatı kurmak, başlı başına zor iş… Ancak buna ek olarak, kitabı yazarken duygusal olarak zorlandığımı söyleyebilirim. Bir yandan çok güldüğüm hikâyeler oldu tabii ama hüzün ağır bastı gibi geliyor. O hüzün de, bu kadar güzel bir insanı bu kadar genç yaşta kaybetmemizin hüznüydü çoğu zaman.
Evrim Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer kitabında başkasının gözünden köyünü ve çocukluğunu daha doğrusu yakın Türkiye tarihini anlatıyor. Siz de başkalarının gözünden, doğumundan ölümüne kadar bir gazetecinin hayatını yazdınız, sizce bu zor mu?
Olabildiğince Evrim’i anlatmaya çalıştım ama elbette eksiklerimiz olmuştur. Esasen yapmak istediğimiz okura, Evrim’in hayatının dönüm noktalarından anlamlı bir kesit sunmaktı. Yoksa kitaba dahil edilebilecek daha onca hikâye olduğundan kimsenin şüphesi yoktur sanırım! Kitap basılmadan Evrim’in en yakınındakilere okutma şansım oldu, onların içine de sinince ben de rahatladım açıkçası.
Kitapta ağırlıklı olarak Evrim’in gazeteciliği üzerinde durulmuş, neredeyse onun yazdığı her şeyin aynısı yeniden yaşanıyor, onun gibi yazabilen kalem var mı?
Evrim’i okurun gözünde de değerli kılan, trajikomik olayların komik yanını ön plana çıkararak yazmasıydı. Bu, bakış açınızla ilgili bir şey… Bir vakayı ağlak şekilde de kaleme alabilirsiniz, trajikliğiyle dalga geçmeden yüzünüze müstehzi bir gülüş takınarak da yazabilirsiniz. Zor olan ikincisi ve Evrim bunu başarıyordu. Bugünkü süreçte kimsenin buna mecali olduğunu da düşünmüyorum. Bir şekilde daha yıpratıcı bir dönemden geçiyoruz gibi geliyor.
Ve kitabın ismi… Kızılca kıyametin ortasında neşesini yitirmeyen Evrim’in kişiliğini de meslek hayatını da yansıtan bir isim olmuş, neler söylemek istersin kitabın ismiyle ilgili?
Kitaba ismini veren “Ne olmuş güldüysek”, Evrim’in kendi cümlesi… Gazetecilik döneminin anlatıldığı bölümde geçen bir ifade. Onu ve meslek hayatını yansıttığı doğru. Diğer yandan da, ciddiyetsizlikle itham edilmeye karşı, kalkan görevi gören bir cümle sanki… Bu açıdan da kitabın ismini yerinde buluyorum. Gülmek çünkü, tahmin edebileceğiniz gibi, her zaman hoş karşılanan bir eylem değil. Hele bunu bir de zor bir coğrafyada bir kadın yapıyorsa!
Evrim’in yetiştiği, mesleğe adım attığı gazetecilik geleneğinin mensupları bugün de o dönemler olduğu gibi cezaevindeler ve ölümle burun buruna çalışıyorlar hala. Bu durum bugün bütün Türkiye’ye ve bütün mesleğe sirayet etmiş durumda, her iki dönemi kıyaslamanızı istersem nasıl bir tablo çizebilirsiniz?
Bugünle 90’ları kıyaslamasının doğru olduğunu düşünmüyorum. Yaşadığımız dönem, 90’ların Türkiye’siyle benzer olmakla beraber apayrı ve kendine has özelikler de taşıyor. Bu durum, gazeteciler için de geçerli. Ancak değişmeyen şeylerden biri, devletin Kürt basınına yönelik tavrı. Hâlâ gazeteler kapatılıyor, hâlâ Kürt gazeteciler ölümle tehdit ediliyor ya da cezaevine atılıyor. İktidarlar değişse de devlet aklı kolay kolay değişmiyor. Dolayısıyla geçmişin tekrarını yaşıyor gibi hissedebiliyoruz. İnsanın canını acıtan da çoğu zaman bu oluyor galiba. Yani Evrim’in on yahut 15 sene önce herhangi bir yazısına konu ettiği haberin bugün tekerrür etmesini kendimize nasıl açıklıyoruz ya da açıklayabiliriz? Bunu açıklayamadığımız yer, acıklı bir yer. İsyan edilesi bir yer. Evrim’i hatırlamak, biraz da bundan önemli sanırım…
Kitabın başında verdiğiniz gazeteci Deniz Yücel örneği aslında gazetecilerin Türkiye’de neler yaşadığının özeti. Neler bekliyorsunuz, Türkiye’de gazetecilik nereye gidiyor sizce?
Türkiye’de gazetecilik gitse gitse anca geriye gidebiliyor bugünlerde! Bugün artık az sayıda gazeteci, kısıtlı imkânlarla işini yapmaya çalışıyor. Sadece politik değil, ekonomik nedenleri de var bu hâlin elbette. “Ne bekliyorum” sorusuna bir cevabım yok ama her devrin bir sonu var. Bir gün gelecek ve toparlanmaya başlayacak basın sektörü belki ama yaşadığımız sürecin bıraktığı ağır hasar nasıl giderilir, o cevaplanması zor bir soru. Soru sormadan gazetecilik yapmaya çalışanlar ya da yaptığını zannedenler görüyoruz. Gazetecilik, soru sormak üzerine kurulu bir meslek. Sormadan nasıl işini yapacaksın? Yapamıyor da işte. İşin nereye varacağını hep beraber göreceğiz ama çok umutsuz olmanın da bizi bir yere götüreceğini düşünmüyorum.
MA / Cuma Daş