DERSİM - Yazar Metin Aktaş yeni çıkan “Uzun Yaz” romanında yok edilmeye karşı direnen bir halkın, yabancılaşma, benlik arayışı, sürükleniş ve kurtuluş ile özüne dönüş yolculuğunu, etraflıca irdeliyor. Dersim'i konu alan Aktaş, "Daha fazla zalimleştiler" diyor.
Yazar Metin Aktaş’ın kaleme aldığı yeni romanı “Uzun Yaz” Aram Yayınları’ndan çıktı. Aktaş, yeni romanında bölgedeki atmosferi bir yabancının gözüyle sunuyor. Alman bir doktorun, Alevi Kürt gence aşık olan kızının düğünü için Dersim’e gelmesi ve burada geçirdiği uzun bir yaz mevsiminde yaşadıklarının yer aldığı kitapta, doğanın insan tahakkümüne girmediği coğrafyada modern toplum sorgulanıyor. Roman, yok edilmeye karşı direnen bir halkın, yabancılaşma, benlik arayışı, sürükleniş ve kurtuluş ile özüne dönüş yolculuğu, etraflıca irdelenip tarihten belleğe, yer - mekan duygusundan geleneğe kültürel bakışı, usta işi bir kurgu ve etkileyici bir anlatımla uzun bir yolculuğa çıkarıyor okurunu.
15’İNCİ ROMANI
Yazar Aktaş için edebiyat kadar politika da önemli. Başkalarının acılarını sadece bir mesele değil aydın kimliğinin de bir parçası. Vicdanı olan her yazar gibi her daim ezilen, sesini duyuramayan, dezavantajlı olduğunu düşündüğü kimselerden, gruplardan yana koydu tavrını. 1938 Dersim katliamından sonra doğan ve katliam hikayeleri ile büyüyen Aktaş’ın bugüne kadar yayımlanan 15 romanında kadim bir coğrafyanın gelenek ve göreneklerinden, dini inanışlarından beslenerek Alevi, Êzidî, Ermeni ve Kürtlerin acı ve isyanla özdeşleşen mücadelesini, tarihsel serüvenlerini kaleme aldı. Edebiyatın toplumun sorgulayıcı dinamiklerini ayakta tuttuğuna yürekten inandığını ve artan umudunun yazma duygusunu harekete geçirdiğini söyleyen Aktaş, “Toplumsal bilinciniz, hayata bakışınız, sizi yazınızı kurmada her dem diri tutar. Sözünüzün geçitsiz kılındığı anlarda bile sözü savunmak için insana edilen eziyeti anlatmaktan vazgeçmezsiniz” dedi
‘YAZAR VE AYDINLARIN CİDDİ SORUMLULUKLARI VAR’
Türkiye’de son yıllarda edebiyatın giderek toplumun ana sorunlarından uzaklaştığını, halka yabancılaştığına dikkat çeken Aktaş, asıl görevi halkın başındaki belalar ile mücadele etmesi gereken aydın ve yazarların ciddi sorumlulukları olduğunu kaydetti. Aktaş, “Artık bireysel haklar, emek, demokrasi, barış, ekmek, hoşgörü, sanat, aşk gibi sözcükleri dile getirmek güç değil imkansız hale geliyor. İktidar gücüyle toz toprağa bulanmış kuru gürültücüler vasıtasıyla, içi boşaltılmış ve büyü etkisi yapan sözcükler ise gerçeğin ve yaşamın karşısına iktidar olarak çıkartılıyor ve hayatın her alanında tehlikeli bir yalan olarak kullanılıyor” ifadelerini kullandı.
‘EDEBİYAT DARBE ALIR’
Politik mücadelenin zayıflaması ile edebiyat ve sanatında darbe alacağını anlatan Aktaş, “Tarih bize, yüzyıllardır sömürü ve baskıya karşı sürdürülen mücadeleler sırasında oluşmuş kültürel ve sanatsal birikimin asla yok edilemeyeceğini gösteriyor. Toplumumuzda eşitsizliklere, dogmalara karşı verilen politik mücadele zayıflarsa, bu edebiyata ve sanata da darbe vuracaktır" diye konuştu.
‘YALNIZLIK DÜŞÜNSEL ÖZGÜRLÜĞÜ YOK EDER’
Susma tuzağının, yazarı; düşünsel özgürlüğü yok eden yalnızlığa mahkum ettiğine vurgu yapan Aktaş, “Bu durum özgürleştirilmiş özgürlüğü savunan yazarların giderek kendi içine kapanmaya ve yalnızlaşmayı seçmeye kadar götürüyor. Oysa yalnızlık korkutur. Korkutması da gerektirir. Yalnızlık düşünsel özgürlüğü de yok eder” değerlendirmesi yaptı.
‘DAHA FAZLA ZALİMLEŞTİLER’
Daha önce kaleme aldığı 15 farklı romanıyla yoksulların, halkların ve inançların acılarını yazan Aktaş, şunları söyledi: “Bu topraklarda yüzlerce yıl yaşamış bir halkın kökü kazıldı. Sağ kurtulanların başlarına geleni ancak ‘Büyük Felaket’ (Tertele) diye adlandırabildikleri korkunç şeyler yapıldı. Geçmişten bugüne işlenen asıl suç, susarak, dinlemeyerek, işitmeyerek ve yüzleşmeyerek işleniyor. Yalnızca 1915’te ya da 1938’de olanları değil, bu gün, Sur, Cizre, Nusaybin gibi yakılıp, yıkılan kadim yerleşim yerlerini görmemekle de. Maalesef daha fazla zalimleştiler. Köy yakmalardan nüfusu 200 bini bulan şehirler yakılıp yıkılıyor. Yetinmiyorlar, diğer parçalarda yaşayan Kürtleri de tehdit ediyorlar. ”
‘BÖLGE ORTAÇAĞ KALELERİ İLE ÇEVRİLMİŞ’
Mevcut durumdan halkın memnun olmadığının altını çizen Aktaş, bölgedeki kamu kurumlarının Ortaçağ’daki kaleler gibi etrafına surlar örüldüğünü, yaşamdan izole olduklarını; yöneticilerin ise gettolara hapsolduğunu dile getirdi. Bölgede artan askeri operasyonlar ile birlikte OHAL’in toplumda yarattığı sorunların ciddi boyutlara vardığına işaret eden Aktaş, “İnsanın yaşama, düşünme, yaratma özgürlüğünün ortadan kalktığı ve ahlaki değerlerin çöküntüye uğradığı bir süreçten geçiyoruz. Zorbalık alıp başını gitmiştir. Suç, yıkanmakta; yasalar hiçe sayılmaktadır” diye belirtti.
‘İNSANI DEMLEYEN ONUN DOĞASIDIR’
Dersim coğrafyasını insansızlaştırma planının askıya alınmadığını, bilakis yeni yöntemlerle hızlandırıldığına dikkat çeken Aktaş, şunları söyledi: “Coğrafya insanın kaderidir der İbni Haldun, doğru insanı demleyen onun doğasıdır. Dersim bu yıl uzun bir yaz yaşadı. Doğası ile uyum içinde yaşayan Dersim halkının ormanları ateşe verildi. Yangına müdahale edilmesine izin verilmeyerek, yanan ağaçların dumanını kahrolarak seyretti insanlar. Siyasi ahlaka sığmayan politikalar ile doğasına yabancılaştırılmak istenen Dersimlilerin göç etmesi için tüm kirli yöntemler deneniyor.”