'Nüfusun yarısı Lazcaya Türkçenin bir ağzı muamelesi yapıyor'

img

İSTANBUL – UNESCO’nun tehlike altındaki diller arasında saydığı Lazca hakkında çalışmalar yürüten Adnan Avcı, yıllardır fıkralara, mizah öğelerine ve şive taklitlerine hapsedilen Lazcanın acilen “iade-i itibara” ihtiyacı olduğunu söyledi. Çeçen halkından Kadir Polat ise, Türkiye'yi, "Diller Hapishanesi"ne benzetti.

 
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) tahminlerine göre dünyada toplam 6 bin dil var. Ancak rakamın neredeyse yarısı bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO'nun “Tehlike Altındaki Diller Atlası”na göre, Türkiye'de tehlike altında olan 18 dil var. Bunlar ise; Kapadokya Yunancası, Gagavuzca, Zazaca, Hertevince, Hemşince, Ladino, Abhazca, Ermenice, Abazaca, Adığece, Kabardey Şivesi, Mlahso batı Süryanice, Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice, Turoyo, Ubıhça ve Lazca.
 
Türkiye’de yaşayan Çeçenlerden Kadir Polat ile Laz dili ve kültürü üzerine çalışma yürüten Adnan Avcı, 21 Şubat Uluslararası Anadil Günü öncesi halklar arası iletişimin kapısı olarak gördükleri anadillerine dönük baskılara dair konuştu.
 
‘ANADİL YÜREĞİN KAPISIDIR’
 
Dilin bir iletişim aracı olmasının çok daha ötesinde olduğunu dile getiren Kadir Polat, dilin bir kültürün kendini yarınlara taşıyabilmesinin aracı olduğunu görüşünde. 
 
Anadilin aynı zamanda özgün masalları, destanları, şarkıları, şiirleri, fıkraları ve tarihi ile bir halkın diğer tüm halklarla kurduğu iletişimde dışa açılan tek kapı olduğunu ifade eden Polat, anadilin önemini “Anadil yüreğin kapısıdır” sözü ile vurguluyor.
 
‘CİDDİ TEHLİKELERE YOL AÇMIŞTIR’
 
Türkiyeli Çeçenler olarak, yaklaşık 150 yıl önce Rusya’nın Kafkasya’daki kolonyalist politikaları ve Osmanlı-Rus devletleri arasındaki kirli anlaşmalar sonucu çoğunluğu Adige ve Abhaz halkları olmak üzere Osmanlıya sürülen ve sayıları milyonlarla ifade edilen Kafkas halklarından biri olduklarını belirten Polat, tarihsel kaynaklara baktıklarında Çeçenlerin de diğer Kafkas halkları gibi Osmanlı sınırları içinde ‘sorunlu’ görülen bölgeler ve halklar arasına dağınık olarak yerleştirildiklerini ifade etti. 
 
Polat, bu durum için ise “Gerek Osmanlının iskan politikaları ve gerekse cumhuriyet dönemindeki ulus-devlet inşa sürecinde uygulanan homojen bir topluluk yaratma politikası kültürel ve dilsel çeşitlilik ve zenginlikler açısından çok ciddi tehdit ve tehlikelere yol açmıştır” yorumunda bulundu.
 
‘ASİMİLASYONDAN ÇEÇENLER DE PAYLARINA DÜŞENİ ALDI’
 
Polat, diller açısından son derece zengin olan Türkiye’nin 1930’lu yıllarda devletin başlattığı tekçi, tek tipleştirici, merkeziyetçi, devlet odaklı asimilasyoncu politikaları sonucu adeta “Diller Hapishanesi”ne dönüştüğünü de söyledi. Resmi dil dışındaki dil ve kültürlere mensup halkların iradesinin bugün de yok sayılıyor olmasının ciddi bir trajedi olduğunu kaydeden Polat, bu politikalardan Türkiyeli Çeçenlerin de payına düşeni aldığını sözlerine ekledi.
 
Polat, “Ne yazık ki şehirleşmenin de etkisi ile dağılan Çeçen nüfusun çoğunluğu anadilini ve kültürlerini yitirmekle yüz yüze kalmıştır” diye belirtti.
 
‘ANADİL HAKKI TEMEL HAK OLARAK GÖRÜLMELİDİR’
 
Türkiye’nin taraf olduğu evrensel hukukun gereği olarak tüm dil, kültür ve inançları, tarihi ve kültürel mirasın bir parçası olarak değerlendirmesi, bu konuda kamusal sorumluluk alması ve genel bütçeden pay ayrılması gerektiğini söyleyen Polat, devamında şunları belirtti: “Tekçi, tek tipleştirici, merkeziyetçi, devlet odaklı politikalar hızla terk edilmeli, dil ve kültüre ilişkin politikalar resmi dil dışındaki dil ve kültüre mensup halkların iradesi dikkate alınarak belirlenmelidir. Anadil hakkı, temel hak olarak kabul edilmeli, ana diller anayasal güvence altına alınmalı, anadilde eğitim-öğretim hakkı, kamusal alanda dil kullanımının önündeki engeller kaldırılmalı ve radyo-televizyon yayını yapma konusundaki sınırlamalar kaldırılmalıdır.  Anadolu’daki yok olma tehdidi altında olan diller koruma altına alınmalı ve bu dillere pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.”
 
‘LAZCANIN İADE-İ İTİBARA İHTİYACI VAR’
 
Laz dili ve kültürü üzerine çalışma yürüten Adnan Avcı ise, tehlike altında bir dil olan Lazcanın her geçen yıl kan kaybetmeye devam ettiğine ifade etti.
 
Lazcanın tehlike altında olmasından daha üzücü olan durumun, Türkiye’de nüfusun neredeyse yarısının ya böyle bir dilin varlığından haberdar olmaması ya da Lazcaya Türkçenin bir ağzıymış muamelesini bilerek yapması olduğunu söyleyen Avcı, verdikleri mücadelenin bir boyutunun da Lazcanın bir dil olduğunu kamuoyuna anlatmak olduğunu belirtti.
 
“Yıllardır fıkralara, mizah öğelerine, şive taklitlerine hapsedilen Lazcanın acilen iade-i itibara ihtiyacı var” diyen Avcı, bu nedenle kendilerine görevler düştüğünü die getirdi.
 
‘CİDDİ VE SAMİMİ ADIMLARA İHTİYAÇ VAR’
 
Lazcanın anaokulundan lisansüstü eğitimine kadar kendisine yer bulamaması halinde 20 sene sonra bu dili konuşanlara türünün son örneği muamelesi yapılacağını söyleyen Avcı, bu nedenle Lazca için tek kurtuluşun eğitim dili olması olduğunu altını çizdi. Avcı, devamında ise şunları kaydetti: “Lazcanın tehlike altında olmasına ve tek kurtuluşunun eğitim dili olmaktan geçtiğini söylerken, elbette sadece Lazca için söylemiyorum. Egemen dil konumunda olmayan bütün dünya dilleri için durum böyle. Dünyada konuşulan 6 binden fazla dilin yarısından fazlası ya tehlike altında ya da ciddi tehlike altında diller kategorisinde.” 
 
Bu nedenle acilen  ciddi ve samimi adımlara ihtiyaçları olduğunu vurgulayan Avcı, “Fakat siyasi iklimde hızlanan otoriterleşme, ekonomik krizdeki derinleşme devam ettikçe Lazca için umutlar azalıyor. Başka bir siyasi atmosfer yaratmak sadece daha yaşanılabilir bir ülke için değil anadillerimiz için hayati önemdedir. Bu konuda da hepimize sorumluluklar düşüyor” dedi.
 
MA / Sadiye Eser