DİYARBAKIR - Yazar Metin Aktaş yeni çıkan “Gelincik Tarlası” romanında, Dersim 38 Katliamı’nda, insanların topluca kurşuna dizildiği ölüm tarlasından kurtulan bir ailenin iki nesil süren trajik yaşam öyküsünü anlatıyor. Dersim Tertelesi’ni, öyküsünün peşine düşen sürgündeki Veli’nin üzerinden hatırlatan Aktaş, “Unutmak tehlikelidir” diyor.
Yazar Metin Aktaş’ın kaleme aldığı yeni romanı “Gelincik Tarlası” Fam Yayınları’ndan çıktı. Aktaş, yeni romanında, hayatta kalmaya çalışan bir ailenin iki nesil süren trajik yaşam öyküsünü anlatıyor. Roman, yok edilmeye karşı direnen bir halkın, yabancılaşma, benlik arayışı, sürükleniş ve kurtuluş ile özüne dönüş yolculuğu, etraflıca irdelenip, usta işi bir kurgu ve etkileyici bir anlatımla uzun bir yolculuğa çıkarıyor okurunu. 1938 Dersim katliamından sonra doğan ve katliam hikayeleri ile büyüyen Aktaş, bugüne kadar yayımlanan 16 romanında kadim bir coğrafyanın gelenek ve göreneklerinden, dini inanışlarından beslenerek Alevi, Êzidî, Ermeni ve Kürtlerin acı ve isyanla özdeşleşen mücadelesini, tarihsel serüvenlerini kaleme aldı. Edebiyatın toplumun sorgulayıcı dinamiklerini ayakta tuttuğuna yürekten inandığını ve omzundaki sorumluluk bilincinin yazma duygusunu harekete geçirdiğini söyleyen Aktaş, “Toplumsal bilinciniz, hayata bakışınız, sizi yazınızı kurmada her dem diri tutar. Sözünüzün geçitsiz kılındığı anlarda bile sözü savunmak için insana edilen eziyeti anlatmaktan vazgeçmezsiniz” diyor.
‘UNUTMAK TEHLİKELİDİR’
“Unutmak tehlikelidir. Zalimane bir şekilde öldürülen insanları bir kere daha öldürmektir” diyen Aktaş, geçmişte yaşanmış katliamları, soykırımları hatırlamak insan olarak bugün ve gelecekte yaşayacak olan insanlara karşı yapılması gereken bir görev olduğunu söylüyor. Aktaş şöyle devam ediyor: “Biz her şeyi unuttuğumuz için geçmişte yaşanmış acı olaylar katliamlar tekrar tekrar yaşanmakta. Eğer geçmişte yaşanmış acı olayları katliamları utulmasaydık onları hafızamızda canlı tutsaydık belki bu gün yaşadığımız birçok acı olayı yaşamazdık.” Yazar Aktaş, son romanında bizim unuttuğumuz ya da bizden unutmamızı istedikleri bir olayı bize hatırlatır. Bu topraklara yaşanmış geçmişin gelecekte bu topraklarda yaşayacak insanların geleceği olmasını istemiyorsak hafızamızı canlı tutmak zorundayız.
ADALETSİZLİĞİN OLMADIĞI YENİ BİR HAYAT
Gelincik Tarlası romanında yazar bu güne kadar anlattığı öykülerden farklı bir öyküyle karşımıza çıkıyor. Romanda ikinci dünya savaşı yıllarında açlıkla, ölümle cebelleşen kimsesiz bir çocuğun yaşamı anlatılır. Kimsesiz çocuklar yurdunda bu çocuğu ayakta tutan düşleri, ailesini bulma tutkusudur. Aksi halde hayatta kalma şansı yoktur. Çünkü bedeni diğer çocuklara göre daha küçük, daha çelimsiz ve daha güçsüzdür. Ondan kat kat güçlü, büyük çocuklar kimsesiz çocuklar yurdunda yaşanan ağır baskılara, yokluğa açlığa, hastalığa dayanamayarak ölür ama o inatla ayakta kalır. Topluma, insanlara, yasalarına, düşüncelerine, inançlarına, adaletine öfkelidir. Çünkü bütün bunlar ona acı ve gözyaşından başka bir şey vermemiştir. Bu yüzden yeryüzündeki adaletsizlikleri, sömürüyü, savaşları, zulmü yok edip savaşları, sömürün, zulmün, adaletsizliklerin olmadığı yeni bir hayat, yeni bir tanrı yaratır. Ve yarattığı tanrısını büyütmeye başlar. Yaratığı tanrısını büyütme mücadelesi tam bir trajikomik olay. Yazar bu mücadeleyi çok çarpıcı etkileyici bir dille anlatıyor. Okurken gülecek, gülerken ağlayacak, ağlarken düşüneceksiniz. Bu insanoğlun yarattığı tabular karşısında yaşadığı acizliğin mücadelesidir. Yolu, elektriği, okulu olmayan küçük bir dağ köyünde yarattığı tanrısını büyütürken başlangıçta insanlar ona inanmaz küçümser, deli olduğunu söylerler. Ama sonralar yavaş yavaş gözle görünmeyen bu kurtarıcıya inanmaya başlarlar ve onunla birlikte gözle görünmeyen bu kurtarıcıyı büyütmeye başlarlar.
HEP YENİLMİŞ İNSANLARIN MÜCADELESİ
Aktaş, “Gelincik Tarlası” için şunları söylüyor: “Yüzlerce yıldır etnik kimliklerinden, inançlarından dolayı katliamlar yaşamış ve karşı çıktıklarında hep yenilmiş insanların bu mücadelesi sizleri derinden sarsacak hem güldürecek hem ağlatacaktır.” Devletin gözü 1937-1938 katliamında sağ kurtulup batı illerine sürgüne gönderilmiş 1947 affıyla yeniden köylerine dönmüş bu insanların üzerindedir. Her hareketi kontrol edilmekte en ufak bir suç ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Onların tanrısı yeni efendilerin tanrısına yenilmiştir. Yenilen ağır ağır ölen tanrıları için ağlarlar gözyaşları dökerler yeni efendilerin tanrılarını kabul etmek istemezler. Ama yeni efendiler bu konuda çok katılar. Bu baskılar artıkça gözle görünmeyen kurtarıcıyı büyütme mücadelesine katılan insan sayısı artar.
ANNESİNİN ÖYKÜSÜ DAHA ACIDIR
Öykü yalnızca tanrısını büyüten Veli’nin öyküsü değil, devletin ağır baskıları altında inim inim inleyen insanların öyküsü, eşi Sakine'nin öyküsü, yeniden yerleşip yeni bir hayat kurarken geleneksel yaşamını devam etmek isteyen yani eski tanrılarını yaşatmaya çalışan Pir ile yasa topluma uyum sağlamak isteyen yani yeni tanrıyı kabulden topalın öyküsü, Veli’nin kimsesiz çocuklar yurdunda aşık olduğu ve uğruna cinayetler işlediği Bahar’ın öyküsü ve bütün bu öykülerin kaynağı olan Veli'nin annesinin öyküsüdür. Bütün bu insanların öyküsünü usta bir kurguyla tek bir öyküde bir araya getirmiş yazar. Veli kendi öyküsünün peşine düşerken annesinin öyküsüyle karşılaşır. Onun öyküsü kendi öyküsünden daha acı daha çarpıcıdır. Annesin öyküsünün izini sürer. Ve bu iz onu Dersim’de bir köye, ölüm tarlasına getirir.
ÖLÜM TARLASINDA Kİ RUHLAR
Romana isim veren Gelincik Tarlası ismini ölüm tarlasından alır. 1937-1938 Dersim Katliamında sağ ele geçen insanlar bir araya toplanarak kurşuna dizilir. İnsanların topluca kurşuna dizildiği bu yerlere ölüm tarlası adı verildi. Bugün hayatta kalmış insanlar her yıl insanların kurşuna dizildiği gün ölüm tarlasına giderek mum yakarlar, dua ederler, öldürülen masum insanlar için gözyaşları dökerler. Romanda anlatılan ölüm tarlası insanlar kurşuna dizildiği gün bir gelincik tarlasıymış. Her yıl aynı gün ölüm tarlasına gidildiği için hep gelincikler açarmış. İnsanlarda açılan her gelinciğin bu toprakta öldürülen bir insan ruhu olduğuna inandıkları için bu ölüm tarlasında açan gelinciklerin kutsal olduğuna inanırlar. Askerler ölüm tarlalarında toplanmış insanları kurşuna dizmeden önce içlerindeki güzel kızları ve kadınları seçerlermiş. Veli’nin annesi de ölüm tarlasında seçilen kızlardan biri. Veli’nin yaşam öyküsü ölüm tarlasında başlar. Aslında o kendi tanrısı büyütürken ölüm tarlalarına göz yuman tanrıya isyan etmekte.
AKTAŞ: KORKUNÇ ŞEYLER YAPILDI
Yazar Aktaş için edebiyat kadar politika da önemli. Başkalarının acılarını sadece bir mesele değil aydın kimliğinin de bir parçası. Vicdanı olan her yazar gibi her daim ezilen, sesini duyuramayan, dezavantajlı olduğunu düşündüğü kimselerden, gruplardan yana koydu tavrını. Daha önce kaleme aldığı 15 farklı romanıyla yoksulların, halkların ve inançların acılarını yazan Aktaş, şunları söyledi: “Bu topraklarda yüzlerce yıl yaşamış bir halkın kökü kazıldı. Sağ kurtulanların başlarına geleni ancak ‘Büyük Felaket’ (Tertele) diye adlandırabildikleri korkunç şeyler yapıldı. Geçmişten bugüne işlenen asıl suç, susarak, dinlemeyerek, işitmeyerek ve yüzleşmeyerek işleniyor. Yalnızca 1915’te ya da 1938’de olanları değil, bugün, Sur, Cizre, Nusaybin gibi yakılıp, yıkılan kadim yerleşim yerlerini görmemekle de.”
MA / Lezgin Akdeniz