İSTANBUL – Uzun yıllardır çalıştığı setlerde bu kez yönetmen koltuğuna oturup, ilk filmi olan “Güven”i çeken Yönetmen Sefa Öztürk, bir kadın olarak kamera arkasında yaşadığı zorlukları ve Güven’in ortaya çıkış sürecini anlattı. Öztürk, “Bir kadın olarak işinizi iyi yapmak için ekstra çaba harcamak zorunda kalıyorsunuz” dedi.
Sinema Yönetmeni Sefa Öztürk’ün ilk filmi olan “Güven”, 15 Mart’an itibaren sinemaseverlerle buluşmaya başladı. Başrollerinde Bülent Çolak, Serkan Keskin ve Feride Çetin’in yer aldığı filmin konusu, Zonguldak’ta bir güvenlik şirketinde çalışan Ali ve Meryem’in güvensizlik üzerine kurulu ilişkileri üzerine kurulu. Meryem’in eski eşi Ferit’ten olma bir çocuğu vardır. Ali, Meryem’i çok severken ikisini birlikte kabul ederek evlenirler. Mutlu giden evliliklerinde Meryem’in eski eşi olan Ferit’in yıllar sonra karşılarına çıkmasıyla her şey bir anda tersine döner.
Ali, Meryem’in eski eşi olan Ferit’in gelmesiyle güven kaybına uğrar. Fakat Ali’nin bir planı vardır. Meryem’i kendince bir teste tabi tutar. Meryem, çocuğunun babası Ferit’in geri gelmesiyle eşi Ali arasında büyük bir ikilem içerisinde kalır. Geçen zamanla Ali, eşi Meryem’e olan inancını yavaş yavaş yitirmeye başlar. Meryem’in eski eşi Ferit’in ansızın faili meçhul bir cinayete kurban gitmesiyle olaylar çok farklı bir yere gelir. Ferit’in ölümü ile ilgili çalışmalarını sürdüren polisler, çifte başvurarak onları sorgular. Erkeğin kadını güven testine tuttuğu film, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden güven duygusunu sorgulamaya götürüyor.
‘ARTIK YETER’ DEYİP SETLERİ BIRAKTI
İnşaat okuyan ve daha sonra bir süre gazetecilik yapan Sefa Öztürk, uzun yıllardır dizi setlerinde yardımcı yönetmen olarak çalıştı. Dizi sürelerinin giderek uzamaya başlayıp, 65 dakika olan dizilerin 95 dakikaya çıkmasıyla “Artık yeter” deyip setleri bıraktı.
‘İÇİNİZDEKİ YAZMA İSTEĞİNİ DURDURAMIYORSUNUZ’
Çalıştığı süre zarfında hep kendi hikayelerini yazan Öztürk, Güven’in senaryosunu yazma sürecini ise “İşi bıraktıktan sonra yazmaya daha çok zaman ayırdım. Sonra Güven’i hazırlamaya başladım. Aslında insanın içinde yazmaya dair güçlü bir itki var. Bu bende de var. Onu durduramıyorsunuz. O yüzden şartlar zormuş, zaman bulamıyorsunuz çok önemsediğiniz şeyler olmuyor. Yazmak için çabalıyorsunuz. Çabalayınca da oluyor. Aslında o yazma isteği, hikayeyi anlatmaya dair hissettiğiniz güçlü tutkunun kendisinden çıkıyor. Çok zor deyip, bırakmanıza izin vermiyor. Eğer bırakıyorsanız zaten o kadar da istemiyorsunuzdur. Demek ki çokta size göre değilmiş” sözlerle dile getirdi.
‘İŞİNİZİ İYİ YAPMAK İÇİN EKSTRA ÇABA HARCAMAK ZORUNDA KALIYORSUNUZ’
Uzun yıllar çalıştığı dizi setlerinde pekçok zorluklar yaşadığını belirten Öztürk, bu zorlukları şöyle anlattı:
“Sinema dizi setlerinde kadınlar yeni yeni tercih edilmeye başlandı. Eskiden öyle değildi. Setler çok eril ortamlar. İnanılmaz ironik bir dille sürekli dalga konusu oluyorsunuz. Bir erkek asistan hata yaptığında okey sorun değil. Ama kadın yapıyorsa; ‘Ne oldu beşik mi salladın’ gibi alaycı bir dille sürekli manipüle edilmeye çalışılıyorsunuz. Dolayısıyla siz de işinizi iyi yapmak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu da psikolojik olarak yıpranmanıza neden oluyor. Mobing uygulaması o kadar yaygın ki artık bir yerden sonra normal hale geliyor. Yaşadığım şeyin cinsiyet ayrımcılığı ve mobing olduğunu yıllar sonra anladım aslında. O kadar normal şeyler olarak görüyorduk ki. Şimdi setlerdeki kadın oranı biraz daga fazla belki ama setlerde sanki kadın ses duyamazmış gibi bir tane bile sesçi kadın yok. Birlikte çalıştığım ilk kadın asistan 18 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. İki elinde monitörle malzeme taşıyordu. Herkes ‘Hadi bakalım yapabilecek misin’ diye dalga geçiyordu. Ben hiç onları duymaz, cevap bile vermezdim. İşimi yapmaya devam ederdim. Şimdi çok başarılı ama biliyorum ki oda aynı mükemmel olma gerekliliğinde. O alaycı dil, ayrımcı dil nedeniyle çok fazla çalıştı. İşini çok iyi yaparak oradaki o ayrımcılığı kapatmaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla ben iyi teknik öğrendim. Normalde erkek asistanın öğrenmeye ihtiyaç duymadığı bir şeydir. Işık, kamera, ses, lens bilgisi bir de yönetime dair bütün unsurları öğreniyorsunuz. Her şeyi öğrenmek zorunda kaldım. Hiç kimsenin açığımı yakalayıp, beni alaya almaması için öğrendim.”
‘ÇOCUK YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ; ‘O ZAMAN GELME’ DENİLİYOR’
Öztürk, uzun çalışma saatleri nedeniyle yetişmiş bir sürü iyi kadın asistan yönetmenin, çocuk doğurduktan sonra işlerini bırakmak zorunda kaldığını da ekledi.
Birçok kadın arkadaşı gibi hamile kaldıktan sonra setleri bırakmak zorunda kaldığını belirten Öztürk, “Çünkü sette 16 saat ayakta durmak mümkün değil. Süt izni, ücretli izin gibi şeyler zaten söz konusu değil. Mesai saatlerini henüz tutturamadık. O yüzden sosyal hakların talebi konusunda çok gerideyiz. Üç beş senedir sigorta yapılıyor. Çocuk yapmayı düşünüyorsanız; ‘o zaman gelme’ deniliyor. Onun esamesini bile okuyamazsınız. Bu tür sosyal hakların oturmaya başlaması gerekiyor. Şuan olması gerekenin çok gerisindeyiz” diye belirtti.
‘GÜVENİ SAĞLAMASI GEREKEN KİŞİ KADINMIŞ GİBİ ALGILANIYOR’
Ardından çektiği filmin üzerine oturduğu ve ismini oluşturan güven duygusu üzerinde duran Öztürk, güven duygusunun bugün pazarlanıp, satın alınır hale geldiği görüşünde.
Halbuki güvenin satın alınacak bir şey olmadığını vurgulayan Öztürk, bunu şu sözlerle açıkladı: “İnsanlar evler, arabalar satın alıyor. Bir de toplumda sanki güven duyulması gereken kişi erkek de, güveni sağlaması gereken kişi kadınmış gibi algılanıyor. Çok yanlış konumlandırılmış. Cinsiyete bölünmüş bir duygu. Ben de güven gerçekten nasıl bir kavram, nasıl işliyor diye biraz incelemeye başladım. İncelemeye başladığım fikir ortaya çıktı. Kendime hiç güvenmeyen güvenlikçinin hikayesini konu almak istedim. Aşk, kadınlık, erkeklik, aile çok yönlü olarak idealize ediliyor. Genlerimize kadar işleyen bazı kodlar var. Bunlar erkeklik, kadınlık kodları.”
Öztürk, filmin çekim aşamasında da benzer sorunlarla karşılaştığını paylaştı. Örneğin, sette 50 yaşındaki erkek bir figürana ‘yürü’ dediğinde o kişinin gücüne gittiğini belirten Öztürk, bu duruma dair “Kadın yönetmenden direktif almak zoruna gidiyor. Bunlara artık gülüyorum. Ya da bir takım ekipler var. ‘Yönetmen kadın zaten, ilk filmi zaten, çok ufak tefek bir şey. Bakalım gerçekten biliyor mu?’ diyerek seni test ediyor. Artık bütün bunlara bir şey söylemiyorum. Bütün bunları görmezlikten geliyorum. Mesela kendimi göstermem lazım ki önyargıyı aşayım. Niye kendimi göstereyim ki. Niye kendimi kanıtlamak zorundayım. Sadece ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum, yapmaya devam ediyorum. Dolayısıyla muhatap olmadığımızda o davranışı direk geri yansıtmış oluyorsunuz. O, onun sorunu ve onun aşması gereken bir şey. Yargı, onun önyargısı onun aşması gereken bir zihniyeti egosu” sözlerini sarf etti.
‘YAŞADIĞIM YERDE FİLMİM YOK’
Güven’in bu tür zorluklarla geçen 3 yılın ardından vizyona girdiğini dile getiren Öztürk, filmin Türkiye genelinde 33 kopya ile vizyonda olduğunu belirtti. Bu sayısı ile vizyona girmenin üzücü olduğunu söyleyen Öztürk, “Kadıköy’de yaşıyorum. Kadıköy’de filmim yok. Kendi mahallemdeki sinemaya filmimi sokamıyorum. Gerçekten sinema adına bundan daha utanç verici bir şey olamaz. Zaten amacım büyük gişe filmleriyle yarışmak değil. Ancak en azından seyirci ile buluşmak için bir parça daha fırsata sahip olabilmeliyiz” diye belirtti.