VAN - Göçle başlayan yaşam mücadelesini, tanıklık ettiği acı ve ölümleri klamlar ile dile getiren Dengbêj Meryem Tuncer, “Ne zaman yüreğimi acıtan bir ölüm, ayrılık veya toplumsal bir olay olsa bir klam yazarım. Benim arşivim yüreğimdeki derinliklerde saklı. Ez dengbêj nîn im ez dertbêj im (dengbêj değilim derdi söyleyenim)” diyor.
Van’ın Edremit ilçesi Fırat mahallesinde yaşayan Dengbêj Meryem Tuncer (41), göçle başlayan yaşam mücadelesini, tanıklık ettiği acı ve ölümleri klamlar ile dile getiriyor. Şırnak’a bağlı bir köyde doğan Tuncer, Cizre ve Adana'nın ardından Van'a göç etmek zorunda kalıyor. Küçük yaşta babasını ve kız kardeşini kaybeden Tuncer, sürgünde geçen yıllarını ve köyüne duyduğu özlemini, “Ez dengbêj nîn im ez dertbêj im (dengbêj değilim derdi söyleyenim)”sözleriyle özetliyor. Tuncer, zorluklar karşısında hiç bitmeyen tutkusunu ise Ayşe Şan, Meryem Xan gibi dengbêj kadınları düşünerek diri tuttuğunu dile getiriyor.
'YÜREĞİMDEKİ HASRET KLAMA DÖNÜŞTÜ'
Henüz 14 yaşındayken babasının kuzeniyle evlendirilen Tuncer, PKK saflarında hayatını kaybeden ve mezarının nerede olduğu dahi bilinmeyen kız kardeşi Sultan, erken yaşta kaybettiği babası ve Adana'da sürgündeyken tutuklanan annesi için onlarca klam yaptığını paylaşıyor. “Yüreğimde biriken hasreti hep klam söyleyerek sanata dönüştürdüm” diyen Tuncer, “Çünkü bir insan olarak, özellikle kadın olarak verdiğim mücadele bu sanatı bende var etti. Elbette aileden gelen bir yetenek, bir istek vardı; ama sadece bu sebep olmadı. Kardeşim Sultan’ın hasretiyle, annemin gözyaşlarıyla çok keder yuttum. Hepsi dolup taşınca onları klamlara dönüştürdüm” diyor.
‘AYŞE ŞAN’I DİNLERDİM’
Çocuk yaşta dengbêjliğe merak saldığını dile getiren Tuncer, köydeyken Salih isimli dengbêji dinlemek için kar kış demeden yol yürüdüğünü belirtiyor. Dengbêj Salih’in söylediği her klama kulak kabarttığını söyleyen Tuncer, “Tabi o zamanlar internet, televizyon veya radyo yoktu. Her şey masallar, klamlar ve dengbêjî üzerine sanat olurdu. Sadece bir teybimiz vardı ve ben de Ayşe Şan’ın klamlarını dinlerdim. Babam kapatmamı istediğinde teybi alır amcamlara gider orada dinlerdim. Eskiden bir kız çocuğunun klam öğrenip söylemesi ayıp, hatta günahtı” ifadesinde bulunuyor.
'NE ACILARIM NE DE SAVAŞIM BİTMEDİ'
Daha doğmadan zulüm ile tanıştığını belirten Tuncer, şöyle devam ediyor: “Annem bana 8 aylık hamileyken, askerler köyü basıp herkesi işkenceden geçiriyor. Annem uğradığı işkenceden dolayı beni 8 aylık olarak doğuruyor. Doğduğumdan bu yana ne acılarım bitti ne de bunlara karşı savaşım. Sonra babamı kaybettik ve amcalarım beni babamın amcaoğluyla 14 yaşındayken evlendirdi. Çok küçüktüm o eve oyun oynamaya gittiğimi sanıyordum.
BİTMEYEN GÖÇ
Daha sonra 1988 yılında ilk operasyonlarla köyümüz boşaltıldı. Cizre’ye göç etmek zorunda kaldık. Saddam Hüseyin’in Halepçe'ye kimyasal attığı yıldı. O katliamdan çocukları ile kurtarıp Cizre’ye gelen bir aileyle Adana’ya göç ettik. İçi yapılmamış bir inşatta 1 aileyle 5 yıl yaşadık. Tabi evin büyüğü bendim üzerimdeki yükü bazen taşıyamıyordum. 5 çocuğumu o kuru inşatta doğurdum. Köyden göç etmek zorunda kaldığımızda bütün akrabalar bir yerlere dağıldık kimi Irak’a, kimi İstanbul’a gitti. Sonra eşimin kardeşleri Van’a davet etti biz de Adana’dan kalktık buraya taşındık.”
‘7 YIL OT TOPLAYARAK ÇOCUKLARIMA BAKTIM’
Van’a taşındıktan sonra eşiyle bir hayvan çiftliğinde çalışmaya başladığını dile getiren Tuncer, “Bütün emeklerimin sonucunda 5 çocuğum okula gidebiliyordu. 2007 yılında eşim beyin kanaması geçirdi hayatını kaybetti. Eşim ölünce hayatım başa döndü. Tek başıma 5 çocuk bakmak zorunda kaldım ve bunun için her bahar ve yaz çevre köylerin dağlarını gezer siyabo, kerenk, mend, sayısız ot toplayıp satardım. 7 yıl boyunca dağlardan topladığım şifalı otlarla yaz kış çocuklarıma baktım. Büyük oğlum bir fırında işe giderdi, günlük 5 ekmek karşılığında. Bazen o ekmek yetmezdi bize ben yine arada başka işler yapar eksik kalan ekmeğin parasını toparlardım. Eşimin ölümünden sonra annem de Adana’da tutuklandı. Yıllarca hem çocuklarıma baktım hem de Adana’ya gidip annemi cezaevinde ziyaret ettim. Anneliği de mücadele etmeyi de hep annemden öğrendim. Cezaevindeyken bile bana ‘Kızım bu mücadeleyi bırakma ben ölsem de sen bırakma’ diyordu. Ben hep bunu düşünerek Kürt kadınlarının verdiği mücadelenin içinde yer aldım" diyerek, yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor.
'GÛLA BAVFILEH KADINLARIN HİKAYESİ'
Söylediği bir iki klamın ne anlama geldiğini anlatan Tuncer, “Gûla Bavfileh parçası, Gulê isminde Hıristiyan bir genç kadın üzerine yazılmıştır. Gulê isimli Hıristiyan kadını Musa isminde ağa istiyormuş. Ağanın zaten 3 eşi var ama güzeller güzeli Gulêyi de istiyor. Gulê ne zaman süt sağmaktan dönse bu ağa önünü kesiyor, evlenmesi için eziyet ediyor. Gulê ise asla kabul etmiyor. Musa ağa bir gün Gulê’ye ya Müslüman olup kendisiyle evlenmeyi kabul edeceğini ya da onun boynunu jiletle kesip dişlerini sökeceğini söylüyor. Bunun üzerine Gulê, ‘Sen benim başımı jiletle kessen, dişlerimi kerpetenle çeksen de ben yine dinine geçmeyeceğim’ demiş. İşte bu ölümü göze alıp inandığını savunan kadınların hikayesidir” diyor.
‘BİR TOPLULUKTA İLK DEFA DENBÊJLİK YAPIYORDUM’
Yıllardır klam söylemesine rağmen, kadın kimliğiyle bir toplulukta söyleme cesaretini ancak 2010 yılında gösterebildiğini vurgulayan Tuncer, “Barış çadırı kurulmuştu. Yanımdaki kadınlar çok ısrar etti söylemem için. Annem o zaman hala cezaevindeydi onun üzerine ‘Ax lê dayê’ parçasını yapmıştım. Onu orada ilk defa seslendirdim. Herkes hayran kaldı sesime. Ardından Jinên Dengbêj Derneği'ne kayıt oldum. Yavaş yavaş hem dengbêjliği hem de kadınlarla birlikte mücadele etmeyi aileme, çevreme kabul ettirdim” diye belirtiyor.
'ARŞİVİM YÜREĞİMDİR'
Herkesin onu kadın kimliğiyle sanat için verdiği çabayla tanıdığını belirten Tuncer, Kürt kültürünün sonu olmayan bir okyanus olduğunu söylüyor. Herkesin bu değerlere sahip çıkması gerektiğine vurgu yapan Tuncer, “Ne zaman yüreğimi acıtan bir ölüm, ayrılık veya toplumsal büyük bir olay olsa ben bir klam yazarım. Söylediğim, yazdığım her klamın sözleri aklımdadır. Benim arşivim yüreğimdeki derinliklerde saklı. Fistanlarımızı, renklerimizi dilimizi ve hikayelerimizi o metropollere kendimizle götürdük. Kadınlar seslerine duygularına kilit vurmamalı, dengbêjliğin kökleri kadınların hayatlarında saklıdır” diyor.
MA / Nimet Ölmez