WAN - Eğitim Sen'in “Geçmişte izimiz, geleceğe sözümüz var” şiraıyla düzenlediği çalıştayda kadınların sendikal mücadeleye, siyasete ve karar alma süreçlerine katılımında eşit temsiliyetin önemi ve toplumsal cinsiyet eşitliği tartışıldı.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) 3’üncü Kadın Kurultayının “Geçmişte izimiz, geleceğe sözümüz var” şiarıyla Hazırlık çalıştayı düzenledi. Wan Barosu Avukat Cumhur Keskin toplantı salonunda yapılan çalıştayda Eğitim Sen Kilis Şube Temsilcisi Duygu Altınoluk, Akademisyen Gülçin Özge Tan, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Nazan Karacabey’in yanı sıra onur konuğu olarak Wan Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Neslihan Şedal söz aldı. Çalıştayda, sendika üyesi kadınların sendikal mücadeleye katılımı, siyasete ve karar alma süreçlerine katılımda toplumsal cinsiyet eşitliği ve sendikal mücadelede kadın temsiliyeti ve eşbaşkanlık konuları işlendi.
Sendika üyesi kadınların sendikal mücadeleye katılımı üzerine değerlendirmelerde bulunan Duygu Altınoluk, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlara yarattığı engellere değinerek, “Toplumsal cinsiyet rolleri denince anne olmak, çocuk sahibi olmak, evde ev işiyle sorumlu olmak gibi şeyler aklımıza geliyor. Bugün Türkiye’de pandemiyle beraber hayatımıza ‘yaşlı bakım emeği, geleneksel bakım emeği’ girdi. Çünkü sizin ebeveynleriniz, akrabalarınız olsun olmasın evlendiğiniz andan itibaren erkeğin eve getirdiği aileyle de hemhal oluyoruz. Ve kayınvalide de sizin bakım emeğiniz içine dahil ya da müdahil oluyor. Ailevi ve toplumsal sorumluluklar sebebiyle o sırtımıza yüklenen anlamları, normları sosyolojik kavramlarla açıklamak istemiyorum. Çünkü sosyolojik kavramların yeri deneyimlerde gizli. Bu toplumsal normlar omuzlarımıza yüklendiği andan itibaren zaten kendimizi yorgun, bıkkın ve stresli hissettiğimiz için ya da yoğun iş temposu içinde kendimize ayırdığımız bir hafta sonu olduğu için burayı dolduramıyoruz” dedi.
'TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ'
Duygu Altınoluk, üniversitelerde verilen toplumsal cinsiyet eğitimlerine işaret ederek, “Kadın hocalar bu dersleri veriyordu. Bize hep ‘kızlar siz yetiştireceksiniz bu oğlan çocuklarını’ dediler. Ben hiç kimseye bir şey öğretmekle yükümlü değilim. Toplumsallaşma içine girdiğimiz ilk sosyalizasyon aracı olan ailede ilk üç veya altı sene zaten biz bir şey öğretiyoruz. 0-6 yaş çocuğa emeği yada toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatmazsınız. Ev içindeki iş bölümünü toplumsal cinsiyet eşitliği tabanında yapmak zorundayız. Öyle yapamadığımız zaman çocuğun sorgulaması gereken ilk ve en önemli yer okullar, milli eğitim ve yükseköğretim oluyor" dedi. Türkiye yüzyılıyla ilgili yeni bir müfredatla karşılaştıklarına vurgu yapan Duygu Altınoluk, bunun değişeceğini bildikleri halde hazırlıksız yakalandıklarını ve bir karşı müfredat geliştiremediklerini söyledi. Duygu Altınoluk, “Anadilde eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi, demokratik eğitim diyoruz. Laik, demokratik, bilimsel, anadilde eğitimin nasıl olduğuyla alakalı sivil toplum kuruluşlarının (STK), derneklerin, sendikaların, partilerin bir örnek koyması gerekiyor" diye belirtti.
‘YEREL SEÇİMLERE RAĞMEN GERİLEDİK’
Akademisyen Gülçin Özge Tan ise, siyasete ve karar alma süreçlerine katılımda toplumsal cinsiyet eşitliği konusu üzerine değerlendirmelerde bulundu. Gülçin Özge Tan, “Dünya Ekonomi Formunun yayınladığı 2025 rapora göre cinsiyet eşitliği raporuna göre Türkiye 148 ülke arasından 135’inci sıraya geriledi. Daha iyi bir yerdeydik ve her gün geriliyoruz. Ve bunu yerel seçimlere rağmen yapıyoruz. Çünkü son yerel seçimler Türkiye’de kadınlar için bir heyecan yarattı. Demokrasi açısından da umutlandığımız bir seçim oldu ta ki seçim sonrası yaşanan süreçlere kadar. Avrupa’daki ülkeler arasında ise en sondayız. 2024 yılında 127’nci sıradayken 135’inci sıraya geriledik. Rapor, ekonomik katılım, eğitim, sağlık ve siyasal güçlenme alanlarından hareketle cinsiyet eşitliğini ölçüyor. Siyasal güçlenme olmadan diğer alanlarda sağlayacağımız eşitlik bize total eşitlik vermiyor ve ilerlemeyi sağlamıyor. O yüzden yapmamız gereken en önemli şey siyasal alanda güçlenmeyi sağlamak. Siyasal güçlenmede Türkiye’nin 2025 skoru yüzde 5.9 ve 135’inci sırada. 2024’le kıyasladığımızda aradaki farkın giderek açıldığını görüyoruz. Oransal olarak yüzde 11.8’den yüzde 5.9’a düşmüşüz” sözlerini kaydetti.
‘KRİZLER ÇAĞI’
Yaşanılan çağın krizler çağı olarak tanımlandığını kaydeden Gülçin Özge Tan, “Öyle bir dönemdeyiz ki birçok şey krize girdi. Demokrasi, devlet, partiler, kapitalizm krize girdi. Kapitalizmin krize girmesiyle neoliberalizm ortaya çıktı. Neoliberalizm kapitalizmin yeni bir biçime olarak ortaya çıktı ve o da krize girdi. Diplomasi, iklim, ideoloji krizi çıktı. Bu yüzden bu yaşadığımız çağı ‘krizler çağı’ olarak adlandırıyoruz. Bugün siyasetçilerden en sağdan en sola kadar herkes kendini demokrat ilan ediyor. Eskiden faşist rejimler kendilerine faşist diyordu. Ama bugün aşırı sağcılar kendilerini demokrat lan ediyorlar. Çünkü sandıkla işbaşına geliyorlar, seçildiklerinin ve seçileceklerinin vaadini veriyorlar. Ve bu sandığa indirgendikçe kendilerini demokrat ilan ederek bir halk egemenliği şiarı ediniyorlar. Bu da bize günün sonunda demokrasi krizini veriyor. Çünkü seçimlerden sonrasıyla ilgilenilmedi artık. Sadece Türkiye’de de değil aşırı sağın dünyada da bir yükselişi var. Benzeştiği ve ayrıştığı noktalar var. Din üzerinden bir kırılma yaşanıyor, göçmen karşıtlığı üzerinden bir ayrışma var. Göçmen karşıtlığını kim yükseltiyor denilince akıllara Zafer Partisi geliyor aslında iktidar partisinin de akla gelmesi lazım” dedi.
SES'İN KADIN KOTASINI ANLATTI
Sendikal mücadelede kadın temsiliyeti ve eşbaşkanlık konusunu ele alan Nazan Karacabey, son yıllarda emek, doğa ve kadına yönelik kıyıma vurgu yapararak şunları söyledi: “Bizlerin sadece ücretlendirmelerimiz, istihdamımız parçalanmıyor, bizlerin örgütlenme kanalları da parçalanıyor. Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu’nun (KESK) kurulduğu dönemlerde belli başlı sendikalar vardı. KESK içerisinde Sağlık Emekçileri Sendikası’nın (SES) ayrı bir yeri vardır. Kuruluş aşamasından itibaren kadınlar KESK’te en öndeler. Kadın kurucu üyemizde çok fazla ama konu şubelere, temsilciliklere geldiği zaman o dönemlerde bile kadın temsiliyetinin ne kadar az olduğunu görüyoruz. Bunun üzerine düşünerek sendikalarda çocuk odası olması gerektiğini söylüyorlar. Diğer sendikalarda ne zaman başladı bilmiyorum ama SES’in kuruluş yılından itibaren çocuk odaları var. Böylece kadınlar sendikal mücadelede daha çok yer edinmeye başlıyorlar. SES kuruluş yılından itibaren yüzde 30 kadın kotasıyla ilerliyor. 2024 yılında ise eşit temsiliyete geçiyoruz. ”
‘KADININ RENGİ SİYASETE YANSIDIĞINDA YAŞAMIN ÖZGÜRLEŞTİĞİNİ GÖRÜYORUZ’
Ardından Eşbaşkanlık sistemini değerlendiren Neslihan Şedal, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen kadın mücadelesine daha sıkı bağlanıp örgütlenmenin altını çizidi. Neslihan Şedal, “Birileri geçmişte kadın mücadelesi açısından iz bırakmış bu uğurda mücadele etmiş olmasaydı belki bugün hiç birimiz burada kadın mücadelesini konuşuyor olmazdık. Sendikal ve kadın mücadelesinde en ağır bedeler ödenerek bu hareketlerin ilerlemesine vesile oldular. Özellikle yerel yönetim alanında yönetime başladığımızda kentlerde, yaşadığımız topluma dair mücadele etiğimizde aklımıza hep süfrajetler geliyor. Oy kullanmak için yaşamını yitirenler, açlık grevlerine düşenler ve zindanlara düşenler oldu. Öncesinin olduğu gibi bizler şuan sembol olan isimlerden bahsediyoruz. Bir oy kullanmanın eşit temsiliyete dönüştüğü, kadının renginin siyaseti yansıdığında yaşamı nasıl özgürleştirdiği herkes için nasıl özgür bir yaşamı ifade etiğine belki somuta görmek her ne kadar sancılı olsa da ne kadar anlamlı bir mücadele verdiğimizdi de görmek ve ifade etmek gerekiyor” dedi.
‘KADIN MÜCADELESİ BİN YILLARDIR YÜRÜTÜLÜYOR’
Eşit temsiliyet ile kadınların yaşadığı bölgelerde yerel yönetimlerde söz sahibi olduklarını belirten Neslihan Şedal, eşit temsiliiyet ile kadınların nasıl politikalar ürettiklerini vurguladı. Neslihan Şedal, “Başımıza bela olmuş bir cinsiyetçilik ideolojisi var. Bu ideolojinin oluşturduğu kocaman bir ulus devlet aklı var. Ulus devlet aklının tamamen erkekler için kurguladığı bir yönetim alanı var. Dolayısı ile yerel yönetimler sadece belediyecilik alanı olarak görmek gerekmiyor. Yerelin daha güçlü yönetilmesi için alanların mücadelesi önemlidir. Bu alanlar bu akıl tarafından tamamen erkek alanlarına dönüştürüldü. Dolayısı ile feodal toplum içerisinde bütün bu sıfatların doğalığında, kişilik ile birlikte yönete bileme anlayışının getirmiş olduğu bir sürü zorlukları var. Bunun mücadelesi bin yıllardır yürütülüyor. Yönetimlerde kadınların renginin güçlü bir şekilde yansıtılabilmesi için bir mücadele gerçekliğinde bir mücadele yürütmenin anlamı büyüktür” diye konuştu.