ANKARA - Abdullah Öcalan’ın Meclis’te siyaset yapmasının süreçteki gerekliliğine işaret eden Siyaset Bilimci Eren Aksoyoğlu, “Meclis bir ağırlık ortaya koyacaksa; Abdullah Öcalan’ı Ankara’ya, Meclis’e getirmesi icap ederdi. Bu süreçte sosyal demokratlara da görev düşüyor" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile başlayan süreç kapsamında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Meclis’teki çalışmalarını sürdürüyor. Kürt Özgürlük Hareketi, Qendîl’de gerçekleştirdiği açıklamasında güçlerini geri çekeceğini duyurdu.
Siyaset Bilimci Eren Aksoyoğlu, Kürt Özgürlük Hareketi’nin aldığı kararı ve sürecin geldiği aşamayı değerlendirdi. Atılan adımların tek taraflı olduğunu ifade eden Aksoyoğlu, “Şüphesiz bundan sonra Ankara'nın yapması gereken bazı şeyler var. Adımlar atması gerekiyor ancak Ankara bu konuda karanlıkta kalıyor. Bu konuyla ilgili devlet kurumları, 90'ların sonunda elde ettiği yaklaşımı aşağı yukarı koruyor. Konu siyasileştikçe, AKP iktidarı süreci içerisine dahil oldukça bir takım güncel sorunlar da devreye girmeye başlıyor ki bunlar sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından çok problemli. Belirli bir aşamada, siyaset kurumu yerine daha çok devletin temel işleyişi ile ilgili bir meselenin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Bütün bunlara rağmen bunu idealize etmemek ve süreci devam ettirmek kaçınılmaz halde. Bu süreci de bu kaçınılmazlık durumuyla konuşuyoruz” dedi.
‘SİYASAL ZEMİN İNŞA EDİLMELİ’
Barışın kalıcılaşmasında, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin uzun soluklu olması gerektiğine işaret eden Aksoyoğlu, “Buradaki temel mesele toplumda bütün bu süreçlerin kabul görebilmesi için uzun yıllara yayılmış, uzun erimli, aynı zamanda herkes tarafından kanıksanabilir ve tartışılabilir bir siyasal zemini inşa edebilmektir. Popülist bir şekilde, doğrudan anayasa tartışması veya yasal metinler tartışması yapmak yerine bunu derinleştirmenin yolunu ve yöntemini aramaya çalışmak, toplumun pek çok aşamasında kabul görmeye çalışmak daha gerçekçi. İlk olarak halka ‘bir anayasa metni ortaya çıkacak’ dediğinizde, bir toplumsal kesim ciddi şekilde buna itiraz ediyor. Bunu yapmak yerine bir toplumsal merkezi inşa etmeye çalışmak ve anayasal metinleri bunun bir sonucu olarak kodlamaya çalışmak daha gerçekçi bir yaklaşım” diye kaydetti.
‘KÜÇÜK SONUÇLAR VERİYOR’
Meclis’te kurulan komisyonunun beklentilere rağmen yavaş ve çözümsüz ilerlediğini vurgulayan Aksoyoğlu, “Komisyon her şeyden önce yasal bir zemine oturtulmalı. Şu anda Türkiye'deki en büyük zorluklardan bir tanesi bu. Komisyon bu haliyle bir takım öneriler vermenin ötesine gidemez. Yasal zemin kurulmadığı sürece komisyon bir çözüm seti yaratmak ve sorgulamayı geliştirmek yerine vicdani bir sorgulamanın ötesine geçemiyor. Taraflar dinleniyor fakat bunların hiçbiri bir konuşma pratiğinin ötesine geçmiyor. Aynı zamanda başında Numan Kurtulmuş'un olduğu ve dolayısıyla AKP'nin çok baskın olarak hareket ettiği, süreçleri kontrol ettiği, bu süreçleri kontrol ederken de ortaya bir takım özgün fikirlerin çıkmasına engel olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Bu açılardan bakıldığında sürecin ilerlemesi yerine, yerinde sayması ve sadece şeklen orada olması ihtimali daha belirgin hale geliyor. Bu anlamda komisyonun bir fare doğurduğu kanaatindeyim. Devasa bir Meclis pratiği ve beraberinde bütün taraflarına rağmen kaçınılmaz olarak çok küçük birtakım sonuçlar veriyor. Bütün bunların değişmesine dönüşmesine ihtiyaç var” diye belirtti.
Komisyonun işleyişine işaret eden Aksoyoğlu, “Bu durumun bir diğer kanadı ise kamuoyu. Bizler komisyon faaliyetlerini sadece tutanaklardan takip edebiliyoruz. Tutanak dışında elle tutulur bir tartışma dinamiği yok. Sürecin kamuoyu tarafından etraflıca tartışılmasının önüne geçiliyor. Taraflar da kendilerine bir şekilde otosansür uygulama gereğinde kalıyorlar. Bu tartışmaları etraflıca yapamadığımız takdirde nasıl bir çözüm seti oluşturup topluma tekabül edileceği kısmı cevapsız kalıyor” diye konuştu.
‘TOPLUMSAL ÇÜRÜME MEVCUT’
Aksoyoğlu, "Temel sorunlardan bir tanesi anayasanın yeterince özgürlükçü olmaması ve toplum tarafından içselleştirilmemesidir. Mevcut yasalar, halk üzerindeki tahakkümü inşa etmek üzerine kuruludur. 12 Eylül sürecinden beri bu şekilde olageldi. Anayasadaki temel metinleri değiştirip dönüştürmenin Tayyip Erdoğan'a bir 5 yıl daha hediye olmak anlamına geldiğine dair bir temel tartışma dinamiği var. Bu tartışmayı dönüştürmenin ve değiştirmenin yolu ise bu yasal süreçleri şekillendirmek için anayasal süreçlere gitmek gerekiyor. Anayasal süreçleri değiştirmek için de olabildiğince bütün tarafları kucaklayacak bir sürecin ortaya çıkmasının gerektiğini anlatmak lazım. Ama Türkiye'de toplumsal muhalefetin belirlediği alanın bu konudaki hassasiyeti çok derin ve Tayyip Erdoğan'ın çok karşı karşıya geldiği bir yerde. Dolayısıyla sürecin aktörlerinin her birinin önce toplumsal merkezin kendisini inşa etmeye odaklanması, daha sonra ortaya çıkacak sonuçlar itibariyle anayasal ve yasal süreçlere, yasal güvenlik süreçlerine odaklanmaları gerektiği kanaatindeyim. Bu olmadığı takdirde kaçınılmaz olarak Tayyip Erdoğan'ın pozisyonunu belirlemeye indirgenen bir süreç kendini dikte ediyor. Bunlardan kurtulmanın yolu ve yöntemi bütün tarafların mutabakata varmasıdır. Çünkü Türkiye’de aynı zamanda devletten kaynaklanan bir toplumsal çürüme hali de mevcut. Hasta tutsakları, tecriti ve kayyımları bu yüzden konuşmaya devam ediyoruz. Bütün bunlardan çıkabilmenin yolu ve yöntemi toplumsal merkezi inşa etmek ve devamında anayasal ve yasal süreçleri inşa etmektir” ifadelerini kullandı.
‘MECLİS’İN BİR AĞIRLIĞI KALMADI’
Abdullah Öcalan’ın Meclis’te siyaset yapmasının süreçteki gerekliliğine işaret eden Aksoyoğlu “Anadolu'daki bir sözle hemen örnekleyeyim. Taş yerinde ağırdır. Dolayısıyla Meclis, bir ağırlık ortaya koyacaksa kaçınılmaz olarak Abdullah Öcalan’ı Ankara’ya, Meclis’e getirmek icap ederdi. Bütün komisyon üyelerinin ona soru sormasını sağlamak gerekirdi. Bu beraberinde, ‘yüce Meclis’ olarak kodladığımız Meclis pratiklerini de çok önemli hale getirirdi. Ama bunu yapmak yerine Numan Kurtulmuş'un talebiyle beraber aslında tırnak içerisinde ‘bu işi kurtarmak için’ bir heyeti İmralı'ya göndermek ve oradan birtakım fikirleri elde edip geri gelmek gibi bir yönteme başvuruluyor ki bu yöntem bile yavaş ilerliyor. Bu yanıyla Meclis’in bir ağırlığı kalmıyor. Öcalan'ın Meclis’e geldiği pratikte, komisyon içerisindeki bütün tarafların özgürce soru sorabileceği ve cevaplar alabileceği bir durumu yaratmak beraberinde bütün taraflara, en çok da Kürt siyasetine etkili gelirdi” şeklinde konuştu.
‘SOSYAL DEMOKRATLARA GÖREV DÜŞÜYOR’
Bu süreçte Türkiye’deki sosyal demokrat kesime de önemli görevler düştüğünü ifade eden Aksoyoğlu, “Bu süreci, sosyal demokrasiyi bir yana bırakırsak sadece Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında demokratikleşmesi ve daha özgürlükçü bir pozisyon alarak bütün toplumsal kesimlerle yeniden bir cumhuriyet inşa edilmesi olarak değerlendirdiğimizde bile, Kürtlerle temas ediyor olmak çok değerlidir. Ancak sosyal demokrat hareketinin bu konuda kenarda durduğu kanaatindeyim. Sosyal demokratların korkmadan bu sürecin üzerine gitmesi, Kürt sorunundaki çözüm setini de kendiliğinden doğurabilir. Sanılanın aksine sosyal demokratlar, bu konuda Türkiye'deki muhafazakar milliyetçilerden daha güçlü. Bu grubun artık ortaya çıkarak net bir tablo ortaya koyması gerekiyor. Ama bunun yerine çekilen, bu süreçlere dahil olmayan veya Kürt sorununun çözümünü kendi iktidar aşamasında dahil etmeye çalışan bir bakış açısı beraberinde fırsatları kaçırmayı da getirir. Yalnızca örgütün silah bırakması ve ardından Türkiye dışındaki sahalara gitmesi bile Türkiye'de ikinci yüzyılı inşa etmek isteyen siyasi güçler açısından çok net bir fırsat. Çözüm sürecinin dışında konumlanmak veya AKP’nin bu sürecin içerisinde ‘batmasını’ beklemek edilgen bir tavır. Sosyal demokratlar daha fazla direnç göstermeli” dedi.
MA / Deniz Karabudak
