HABER MERKEZİ - Merkezi Yönetim Bütçesi’nde insan haklarının izdüşümünü takip eden mali hukukçu Hasan Basri Çifci, sosyal haklarda gerilemenin kuşaklararası adalet sorununu gündeme getirdiğini söyledi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin 4'üncü bütçesi olan 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi 17 Aralık’ta Genel Kurul’da yapılacak kapanış konuşmalarıyla tamamlanacak. 1 Trilyon 750 Milyar TL gider ve 1 Trilyon 472 Milyar TL gelir beklentisi olan bütçede kamu-özel işbirliği çerçevesinde yapılan yol, köprü, hastane gibi garanti ödemeli işler için 42 Milyar TL hesaplandı. Kur farkıyla bu miktarın 59 Milyar TL’yi aşacağı öngörülüyor. Gelecek kuşakları borç altına sokan 2022 bütçesinin temel insan haklarına yansıması ise pek konuşulmayan bir konu. Bütçede insan haklarının izdüşümünü ve kamu garantilerini takip eden mali hukukçu ve akademisyen Hasan Basri Çifci, sosyal haklarda yaşanan gerilemeye dikkati çekti.
YÜRÜTMENİN TERCİHLERİ BÜTÇEYE YANSIR
“Bütçe kanunları insan haklarının maliyetinin belirlendiği, cisimleştiği yerlerdir. İktisatta alternatif maliyet kavramı kullanılır, bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şeyden de vazgeçmiş oluruz,” diyen Çifci, bu anlamıyla yürütmenin temel hak ve özgürlüklere bakışının bütçede okunabileceğine işaret etti. Devletin işleyişi ve temel hak ve özgürlüklerin korunması için finansmana ihtiyaç olduğunu, bunun da bütçede düzenlendiğini hatırlatan Çifci, “Vergilerle elde edilen kaynakların hangi haklara nasıl ayırılacağını bütçede kararlaştırıyoruz. Bunu da parlamento aracılığıyla yapıyoruz. Halk o yıl kendi haklarından hangisine ne kadar pay ayıracağını dolaylı temsil yoluyla kendisi belirlemiş oluyor. Tabii bu gerçekten böyle oluyor mu, başka bir tartışma konusu” dedi.
SAĞLIK HAKKI YOKSA YAŞAMA HAKKI PARASI OLANADIR
Bütçeden okunabilecek hakların başında ikinci kuşak haklar da denilen sosyal hakların geldiğini vurgulayan Çifci, “Bugün aksi ortaya çıkmış olsa da, devletin birinci kuşak haklar da denilen klasik haklara dokunmaması gerektiği düşünülür. Yaşama hakkı ve mülkiyet hakkı böyledir. Sosyal haklardaysa genellikle devletin aktif bir şey yapması, bir kamu hizmeti sunması gerekir. Eğitim için okul, sağlık için hastane açması gerekir. Asgari ücretin belirlenmesine katılmak gibi piyasaya müdahale etmesi gerekir. Bütçede ağırlıklı olarak sosyal hakların izdüşümünü görürüz. Evet, yaşama hakkı vardır, ama sağlık hakkı yoksa geriye parası olanın yaşama hakkı kalır. Bütçede sosyal haklara ilişkin harcamaları arıyorum, ama yetersizlik olduğunu seziyorum” diye belirtti.
DOĞMAMIŞ OLANLAR HAKKINDA KARAR VERMEYE YETKİLİ MİYİZ?
Bütçelerin aynı zamanda geleceğe yönelik kanunlar olduğunu da sözlerine ekleyen Çifci, 59 Milyar TL’yi aşacağı öngörülen kamu garanti ödemeleri için “Gelecekle ilgili sorun kamu borçları açısından ortaya çıkıyor. Borçlanma devletler açısından olağan kabul ediliyor. Bugün devletler geniş çapta borçlanıyor. Bütçelerde borçlanma limiti belirleniyor. Borçlanma açısından sorun yaratacak şey, borçlanmanın aslında gelecekteki vergiler olduğudur. Beş yıllığına seçilmiş bir hükümetin otuz-kırk yıllık sözleşmelere borç için imza atması meşru mudur? Hukuk buna izin veriyor olabilir, ama bu meşru değildir. 30 yıl sonraki vergi mükelleflerinin, ki bunların bazıları henüz doğmamıştır, katlanacağı maliyete şimdiden karar vermeye biz yetkili miyiz? Bu da kuşaklararası adalet sorusunu gündeme getiriyor” dedi.
‘GENÇ NESİL BU YÜKÜN ALTINDA KALKAMAYACAK’
Garanti ödemelerin aynı zamanda “gizli borç” olduğunu dile getiren Çifci, şöyle devam etti: “Buna koşullu yükümlülük deniliyor. Garantiler bütçede görünmeyen, normal borçlanmaya ek borçlardır. Bunları iyi hesaplamak gerekiyor. Ben faydayı bugün elde edebilirim, köprüden geçebilirim, otoyolu kullanabilirim. Maliyetini ben de üstlenebilirim, ya da gelecek kuşaklar da üstlenebilir. Hakikaten taahhüt edildiği gibi köprüden o kadar kişi geçerse, otoyolu o kadar kişi kullanırsa, belki de hem faydalanacağım hem de maliyetine katlanmayacağım. Dolayısıyla, garantilerin böyle bir avantajı, büyüsü olabilir. Ama Türkiye’de durum maalesef böyle olmadı. Prof. Dr. Uğur Emek’in, ‘Türkiye’de ihtiyaçtan projeye gidilmediği, projeden ihtiyaca gidildiği’ sözünü hatırlatayım. Önce köprü yapılıyor, geçişi sonradan bir ihtiyaca dönüşüyor. Yoksa öyle bir ihtiyaç gerçekten var mı, yok mu bakılmıyor.” Borçlanmaların bir de döviz cinsinden yapılıyor olmasının öngörüsüzlüğüne vurgu yapan Çifci, “Gelecek kuşakların vergilendirilmesi açısından epey bir yük getirecek. Genç nesil bu yükün altında kalkamayacak” diye konuştu.
‘MECLİS ASIL FONKSİYONUNU YERİNE GETİREMİYOR’
Bütçe üzerine Genel Kurul’da yapılan tartışma ve muhalefetin pozisyonuna ilişkin de konuşan Çifci, sözlerini şöyle tamamladı: “Eskiden bütçenin nasıl hazırlanacağı Anayasa’nın 161, 162, 163, 164’üncü maddesinde düzenlenirdi. Bu dört madde 2017 Anayasa değişikliğinde sadece 161’de toplandı. Birleştirilir gibi yapılırken her maddeden bir şeyler eksiltildi. Bir de yeni bir cümle eklendi. Eklenen cümleye göre bütçe zamanında çıkmazsa geçici bütçe kanunu çıkarılacak, o da zamanında çıkarılamazsa yeniden değerlendirme oranına göre önceki yılın bütçesini artırarak uygulayacak. Dolayısıyla yürütmenin parlamentonun onayına ihtiyacı kalmadı. Bu ilk anayasamızın bile gerisine düşen bir düzenleme. Eskiden bütçe konusunda Meclis’in ikna edilmesi gerekiyordu. Bakanların hesap vermesi gerekiyordu, çünkü Meclis’e karşı sorumlulardı. Bütün bunlar 2017’deki değişiklikle ortadan kalkmış oldu. Dolayısıyla, Meclis en temel fonksiyonunu yerine getiremiyor. Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu’nun ifadesiyle ‘yozlaştırılmış bir sistem’.”
MA / Sedat Yılmaz