ANKARA - Nusaybin’deki yasak sürecine tanıklık eden gazeteci Meltem Oktay, “Öz yönetim kadın kırımına karşı bir tepki, kadınların irade beyanıydı” dedi.
Bölge kentlerinde, 2015-2016 yıllarında iktidarın talimatıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, aylarca süren ablukada en az 1 milyon 809 bin kişinin özgürlük ve güvenlik gibi en temel hakları ihlal edildi. Bu süreçte Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) raporuna göre; en az 310 sivil yaşamını yitirdi.
6 MAHALLE HARABEYE DÖNDÜ
Devletin tüm imkanlarını seferber ettiği bir saldırı politikasına dönüşen yasaklarda, yaşam alanları yerle bir edildi. Aylarca abluka altında kalan merkezlerden biri de Mardin’in Nusaybin ilçesi idi. İlki Ağustos 2015’te ilan edilen yasak, 8 kez uygulandı, en uzun süreli çatışmaların yaşandığı yasak 14 Mart 2016 tarihinde ilan edildi ve 134 günün ardından 25 Temmuz’da kısmi olarak kaldırıldı. Fırat, Dicle, Yenişehir, Abdulkadir Paşa, Zeynel Abidin ile Kışla mahallelerinin tellerle çevrili cadde ve sokaklarında süren yasak ise 20 Nisan 2018 tarihinde tamamen kaldırıldı. 25 ayın sonunda geriye harabeye dönmüş 6 mahalle kalırken, yapıların yerine devletin TOKİ binaları inşa edildi.
Yerinde haber takibi yapan özgür basın emekçileri de bu dönem baskıya maruz kaldı, saldırıya uğradı, gözaltına alındı ve tutuklandı. Ancak özgür basın emekçileri, iktidar yanlısı medyanın aksine halka doğru bilgileri ulaştırmak için tüm zorlukları göğüsleyerek, çalışmalarını sürdürdü. Sokağa çıkma yasakları döneminde yaptığı haberler gerekçe gösterilerek, tutuklanan gazetecilerden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Meltem Oktay, yaklaşık 3 yıl cezaevinde kaldı.
O döneme kamerasıyla tanıklık eden Oktay, Nusaybin’de yaşanılanları ve bir gazeteci olarak karşı karşıya kaldıklarını anlattı.
‘AĞIR SİLAHLAR DEVREYE GİRDİ’
Nusaybin’deki yasakların Ağustos 2015’te başladığını anımsatan Oktay, “Öz yönetim demokratik bir halk talebi, dünyanın birçok yerinde de ayakta olan ve halkları birleştiren bir yönetim sistemidir. Öncesinde Kürtlere yönelik birçok saldırı gerçekleşiyordu. 2015’ten sonra her şey askıya alınınca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la da bağlantılar kesildi. Kürtlerin yaşadığı yerlerde sürekli olarak operasyonlar yapıldı. Kadınlar ve gençler gözaltına alındı, tutuklandı. Devletin baskılarından kaynaklı halk da ilan ettiği öz yönetim ile kendini korumaya aldı. Ancak öz yönetim giderek, savaş sürecine dönüşüyordu ve devamında ağır silahların devreye girdiği katliamların yaşandığı bir süreç geldi” diye belirtti.
DİRENİŞİN SİMGESİ KADINLAR
Çatışma ve savaşların olduğu her yerde direnişin öznesinin kadınlar olduğunu dile getiren Oktay, “Burada da kadınlar hep direnişteydi. Nusaybin'de sokağa çıkma yasakları ilan edilmeye başlanmıştı. Yaşam alanlarını terk etmeyen kadınlar, temel ihtiyaçlarını gideremiyor, yaşamsal olarak en temel ihtiyaçları ellerinden alınıyordu. Yine de en çok zorlanan kesim olmalarına rağmen direnişin simgesi kadınlardı. Kürt kentlerinde ilan edilen öz yönetim direnişlerine, bizzat tanıklık edenler yine kadın gazetecilerdi. Bende Nusaybin’deydim. Bir kadın gazeteci olarak orada çalışmanın riski vardı. Çünkü savaş muhabirliği yapıyordum. Yaşanan gerçekleri doğru aktarma gibi bir sorumluluğum da vardı” ifadelerini kullandı.
TUTUKLANMA VE ÖLÜM ÜÇGENİ
Kadına dönük kimliksizleştirme ve soykırım saldırılarının en yoğun Kürt kentlerinde yaşandığına işaret eden Oktay, “Öz yönetim süreçlerinde de kadın gazeteciler olarak sürekli baskı altındaydık, bunun ucunda tutuklanmak, kurşunların hedefi olmak ve bununla birlikte ölmek dahi vardı. İşin gerçek yanı öz yönetim süreçlerinde özgür basın dışında gelişmeleri takip eden ve halka mikrofon uzatan hiçbir basın yoktu. Bir yerde bir saldırı olduğu zaman, oraya gidip o aileyle ilgili haber yapıyorduk. Kadın olunca duygularımın da devreye girdiği durumlar gelişiyordu. Hem gazeteciydim hem de olaylara duygusal yaklaşıyordum ve bu çok zordu. İnsanlar gözümün önünde yaşamını yitiriyordu. Kendi kendime ‘Buradaki görevim tam olarak ne’ diye soruyordum. Hem olanlara müdahale etmek istiyordum hem de kamuoyuna duyurmak istiyordum” diye belirtti.
KURŞUN SESİNE KARŞI ZILGITLAR
Yaşananları dünyaya kamuoyuna aktarma sorumluluğuyla hareket ettiğini söyleyen Oktay, şöyle dedi: “Bu süreçte kadınların direnişi büyütmesi, geri adım atmaması, mücadelenin vermiş olduğu bir duyguydu. Saldırılar oluyor, polisler zırhlı araçlarla yağmur gibi kurşun yağdırıyordu ama kadınlar sokaklarda zılgıtlar çekiyor ve bu zılgıt sesleri kurşunların sesini bastırıyordu. Bu her gece rutinleşen bir durumdu. Öz yönetim kadın kırımına karşı bir tepkiydi ve beraberinde oradaki kadınların irade beyanıydı. Biz kadın gazeteciler olarak, en ağır silahların kullanıldığı yerlerde gazetecilik yapıyorduk. Saldırıların son dönemlerine doğru yandaş medya Nusaybin'e geldi. İliştirilmiş gazetecilik mantığıyla yaşananları aktarmaya çalıştı. Kürt halkı katledilirken, onlar hiçbir şey olmamış gibi davrandı. O süreçleri aktaran bizler ise daha sonradan tutuklanma, baskı ve sürgünlerle karşı karşıya kaldık.”
SELAMET, SÊVÊ, PAKİZE, FATMA…
Yasakların son günlerinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne denk geldiğini aktaran Oktay, “Nusaybinli kadınlar 8 Mart'ı kutladılar. Mahalleliler, direnen kadınlarla kol kola girip halaylar çekiyordu. Savaş hali, kadın mücadelesine engel olamıyordu. Devletin, o dönem kadın mücadelesine yönelimi öldürmek üzerineydi. İçeriye ajan gönderip, suikast biçiminde yok etme girişimlerine denk geldim. İçerideki direnişi böyle kırmaya çalışıyorlardı. Öz yönetim direnişi ise halk için önemliydi ve buna dört elle sarılmışlardı. Kadınlar sokak ortasında, bahçesinde ya da günlük işlerini yaparken öldürüldü. Selamet Yeşilmen bunun en büyük örneklerinden biriydi. Evinin önündeki zırhlı araç tarafından onlarca kurşunla öldürüldü. Sêvê Demir, Fatma Uyar, Pakize Nayır da yine katledilen kadınlar arasındaydı” dedi.
Bu süreçte tanık olduklarından sonra hayatının bir daha eskisi gibi olmadığını belirten Oktay, “Psikolojim, duygum, düşüncem, zorluk eşiğim her şeyim de bir değişim oldu. Yanımda en ufak bir seste bile ürken, sıçrayan ve hemen o ana gidip, rüyalarımda sürekli katledilenleri görüyordum. Üzerimde ağır saldırıların ve savaşın psikolojik sonuçları oldukça belirgindi ama hiçbir zaman pişman olmadım. Tutuklandım ve bir süre cezaevinde kaldım. Gözaltı sürecinde zorlu şeyler yaşadım. Tehdit edildim, ajanlık teklifine maruz kaldım. Yine de pişman değilim. Yaşanan haksızlıkları, savaşı, gerçekleri ve direnişi halka aktarmak için yine mücadele eder yine yazarım” diye belirtti.
POLONYA’DAN ŞİLİ’YE KADIN DİRENİŞİ
Cezaevinden çıktıktan sonra 2019’da ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını belirten Oktay, “İki yıldır yurtdışında yaşıyorum. Meriç Nehri üzerinden Yunanistan’a geçtim. Sınıra yakın olmasından kaynaklı Yunanistan benim için güvenli bir ülke değildi. Batı Avrupa'ya gitmem gerekecekti. Orada hem ekonomik olarak hem kadın olarak kalacak yerim yoktu. 5 ülkeyi yürüyerek, en son Batı Avrupa’ya ulaştım” dedi.
Dünyanın her yerinde baskıcı ve zorba iktidarlara karşı mücadeleyi sürdüren ve direnen kesimin kadınlar olduğunun altını çizen Oktay, devamında şunları ekledi: “Her yerde böyledir. Polonya’dan tutun Şili’ye kadar bütün kadınların direnişini görüyoruz. Cinsiyetçi uygulamalara karşı bütün eril zihniyetlere karşı kadınlar her yerde alanlarda. Öz yönetimde de bu böyleydi. En çok kadının rengi belliydi. Bugün de kadınlar alanlarda ve her daim alanlarda olacaklar. Bir kadın gazeteci olarak yazmaya, çalışmaya ve faşist iktidarlara karşı mücadele etmeye devam edeceğim.”