Eril imgelere karşı itaatsizlik: Yazma cesareti algıları yok ediyor

  • kadın
  • 09:05 23 Haziran 2022
  • |
img
İZMİR - Edebiyattaki cinsiyetçiliğe karşı 14 yıldır mücadele veren Kadın Yazarlar Derneği'nin Başkanı Sevim Korkmaz Dinç, “İtaat kültürünün pekiştirildiği bu alanda kadınlar var olmaya başladıktan sonra sıkı sıkıya yaptığı sözcükleri bir kenara bırakıyor” dedi. 
 
Kadın Yazarlar Derneği (KYD), İzmir’de bir araya gelen bir grup yazar kadın tarafından 2008 yılında edebiyattaki eril dil ve anlayışa karşı kuruldu. Kendi deyimleriyle “Pozitif ayrımcılığı yaşam felsefesi edinen, ırkçılık, sömürü ve savaşa karşı çıkan” kadınlar, bir başkaldırı ile yola çıktı. Bu başkaldırı, kadını simge olmaktan çıkıp simgeleyene dönüştürerek, egemen sistemin iktidar ilişkilerini sorgulayıp ataerkil zinciri kırmayı, geleneksel kadın-erkek ilişkilerini ters yüz ederek, egemen ideolojinin kadına yönelik ayrımcılığını ortadan kaldırmayı hedefledi. 
 
Bunun için kurulduğu günden bugüne çalışmalarını sürdüren ve onlarca atölye düzenleyen KYD, kadınları yazmaya teşvik etti. Yine düzenlenen okuma grupları gibi edebi çalışmaların yanı sıra Barış Bloku’nda da yer alarak, savaşa karşı net bir duruş ortaya koydu.
 
Kadın Yazarlar Derneği kurucularından ve aynı zamanda başkanı yazar Sevim Korkmaz Dinç ile derneğin dünden bugününü ve edebiyatta kadının yerini konuştuk. 
 
Öncelikle dernek kurma fikri nasıl açığa çıktı, hangi ihtiyaçtan doğdu?
 
İzmir’de değişik gruplarda okuyup, yazarak yol alan karma bir gruptuk. Bir gün baktık ki aldığımız bu yol, etrafımızdaki kadınların farkına varmalarını, ezilmelerini ya da kadının edebiyat denilen disiplindeki yerini tam anlatmıyordu. Kadınlar edebiyatta diğer disiplinler gibi bir ayrımcılığın olmayacağını düşünüyordu. Hatta edebiyatı öyle kutsal bir yere koyuyorlar ki dokunulmayacakmış gibi bakılıyor. Hiçbir zaman edebiyatın erilliği akla gelmiyor. 25-30 kadınla bu konu üzerine konuşuyorduk. Karma bir ekiple dergi çıkarırken, yazılar geliyordu. Erkek arkadaşlar, kadınlardan gelen metinleri yayınlanmayacaklar tarafına koyuyor, fakat bir erkek yazı göndermişse niteliği ne olursa olsun yayınlanacaklar tarafına koyuyordu. İlk sayı öyle devam etti, ikinci sayıda kıpırdanmaya başladık. Üçüncü sayıda buna itiraz ettik. Fark ettik ki gerçekten erkekler arasında her yerde olduğu gibi bir dayanışma var. Kadınların yazı kuruluna girmeleri, yazılarını yayınlamaları büyük bir problem oluyordu. Bizde kendi aramızda toplanıp, 'diğer kadınların edebiyattaki ayrımcılığı fark etmelerini sağlayalım' dedik ve ‘Özgürleşmek, dönüşmek, dönüştürmek için’ sloganıyla yola çıktık. Kadın Yazarlar Derneği’nin kurulmasını sağlayan bu slogan oldu.
 
Edebiyatın eril ve kutsal olduğunu söylediniz. Kutsallıktan kastınız nedir, açabilir misiniz? 
 
 
Edebiyatta kadın betimlenirken hep ‘çok güzeldi’ denilir. Kullanılan tüm sıfatlar bir kadın imajı yaratıyor. İşte kadın ve erkek rollerinin pekiştirilmesi edebiyatın erilliğini ve kutsallığını ortaya çıkarıyor.
 
Mesela; Kırmızı Başlıklı Kız masalı. O masalı okuduğumuzda neyi öğreniyoruz. Burada verdiğimiz mesajlardan dolayı edebiyat erildir diyoruz. Kırmızı Başlıklı Kız, ormana gitmeseydi, gece dışarı çıkmasaydı başına bu kadar bela gelmeyecekti. Peki, gerçek böyle mi? Yine Rapunzel masalına bakarsak; bir kuleye hapsedilir, oradan saçlarını uzatır ve bir erkek gelip onu kurtarır. Bunlar uç örneklerdir ama genel olarak baktığımızda; hep erkek karakterlerin kurtarıcı olduğunu görürüz. Kadın korunmaya muhtaç ve zayıftır. Edebiyatta kadın betimlenirken hep ‘çok güzeldi’ denilir. Kullanılan tüm bu sıfatlar bir kadın imajı yaratıyor. Bu aslında erkeğin hayalindeki kadındır, gerçekte öyle bir kadın yoktur. Edebiyatta dini, sınıfı ne olursa olsun bütün kadınlarda itaat kültürü gibi rollerin pekiştirildiğini görüyoruz. İşte kadın ve erkek rollerinin pekiştirilmesi edebiyatın erilliğini ve kutsallığını ortaya çıkarıyor. 
 
Edebiyattaki erilliği dönüştürmek için dernek olarak neler yaptınız?
 
Yazma atölyeleri düzenledik. Okuma grupları oluşturduk. Mesela kadınlara yazmayı, cümle kurmayı öğrettik, teknik konuları verdik. Ama içini nasıl dolduracaklar? En büyük sorun oradan kaynaklandı. Edebiyat ‘muhaliftir’ diyoruz. Yazar iktidara muhalif olmak zorundadır. Etkinliklerimizi, okuma kitaplarımızı seçerken bu konuya dikkat ettik. Onun içinde atölye ve kitap okumalarında feminist kitaplar seçmeye dikkat ediyoruz. Öncelikle onları okuyarak, kadın hareketini öğreniyoruz. Eğer öykülerimizde yine kadına uygulanan şiddeti meşrulaştıracaksak o zaman yazdığımız öykülerin diğerlerinden farkı olacak mı? Yani edebiyatta neyi değiştirmek istiyoruz? Asıl soru buradan kaynaklanıyor. Kadın yazarlara kadını asla zayıf, itaat edecek karakterler olarak yazmamasını söylüyoruz. Peki, yazarken bunu nasıl kurmamız ya da anlatmamız gerekiyor? Kadın cinayetini anlatıyorsanız kadını suçlu gösteremezsiniz. Metni öyle bir kurmalısınız ki okuyucu kadını suçlu bulmamalı diyoruz.   
 
Yine dernek olarak öykü, teorik yazı ve denemeler yazdığımız 'F DERGİ' adında 3 aylık bir dergi çıkarıyoruz. Bu derginin her sayısında mahremiyet, kadına şiddet, aile, dilin cinsiyeti, barış, kadın ve edebiyat gibi değişik dosya konularını ele alıyoruz. Bunun dışında düzenlediğimiz her atölye sonrası atölyede çalıştığımız konulardan birini seçip kitap çıkarıyoruz. 
 
Derneğin kuruluşunun üzerinden 14 yıl geçti. Geriye dönüp baktığınızda dokunduğunuz kadınlarda neler değişti?
 
2008’den bu yana birçok atölye yaptık. Hiç yazmayan kadınlar gönderdikleri öykülerle ödül aldı. Ya da yazdıklarını dosyaya koyan kadınların birçoğu kitaplarını yayınladı. Tam sayısını tutamadık ama yüzlerce kadına dokunduk. Bir kısmı başka atölyeler yapmaya başladı. Karabağlar’da ‘Denizi Görmeyen Kadınlar’ projemiz vardı. Oradaki kadınlarla 8 aylık bir atölyenin sonucunda bir kitap çıkardık. O proje ödül aldı. Oradaki kadınlardan 3’ü bir araya gelerek, kadın okuma grubu kurdu ve 70’e yakın üyeleri var. Böyle deniz dalgaları gibi halka halka yayıldığını görüyoruz.
 
Yazmak mahrem alanlardır. Birçok kadın belki edebiyatı çok iyi biliyordur ama eline kalemi aldığı anda dili tutulur, üç cümle yazamaz. Yazma eylemini tamamen başkalarına bırakır. 'Zaten okumayan bir toplumuz herkes yazar oldu, biz okur olalım’ derler. Aslında bu cümleyi çözümlediğiniz zaman özellikle kadınların çok büyük korkuları olduğunu görüyoruz. İçlerinde taşıdıkları bu korku yüzünden kalemi eline alıp yazamıyorlar. Kadın üzerinde o kadar çok baskı var ki bunu cesaretle yazması çok zor. Belki de bizim kadın kadına atölye kurmamızın en büyük özelliği burada kendini başkalarından farksız görmesidir. Kadın yazılarında, ‘yazılanlara değil de susulan yerlere bakın’ deriz. O susulan yerlerde insanların düşündüğünü ya da biraz cesaretliyse ‘ben böyle düşünmemiştim’ dediğini görüyoruz. ‘Ben böyle düşünmemiştim’ cümlesi bizim için çok kıymetli bir cümle. İşte orada bir farkındalık, kırılma noktası yaratıyoruz. 14 yılı özetleyecek olursam; kadınlar yazmaya ve nitelikli okumaya başladıktan sonra sıkı sıkıya yapıştığı sözcükleri bir kenara bırakıyor. Daha eleştirell, pozitif ve empati gözle bakmaya başlıyorlar. Bence edebiyatın en önemli özelliği de bu. Başkasının gözüyle de bakabilmek ve o büyük sorunlar dediğimiz sorunların aslında büyük olmadığını görebilmek. Kadınların farkına varması önemli. Ama sadece farkına varmak yeterli mi? Kendi aramızda da bir platform yapabilirdik. Amacımız hem kadının bilinç yükseltmesini sağlamak hem de bir araya gelip edebiyattaki eril sorunları tespit ederek, mücadele etmektir.
 
Şu anda Çiğli Belediyesi ile ortak yürüttüğünüz bir proje var. Bu projeye dair neler yapıyorsunuz, atölyelerinize kimler katılıyor? 
 
Bu projeyi iki aşamalı olarak gerçekleştireceğiz. İlk etap genel bir çalışma olsun istedik. 3 gün süren ilk aşamasını bitirdik. Çiğli Belediyesi Meclisi salonunda yapılan ilk atölyede salon tamamen dolmuştu. Atölyede 8 kadın yazar, yazmak isteyen kadınlarla buluştu. Programın ilk 2 gününde kadın yazarlar deneyimlerini aktardı. Son gün ise kadınlarla yazı denemeleri yaptık. Projenin ikinci aşaması olan yazma atölyeleri ise Eylül ayında başlayacak. Gündüz yaptığımız okuma ve yazma atölyelerine genellikle ev işçileri ve emekliler katılıyor. Hafta sonu ve gece yaptığımız atölyelere çalışan kadınlar da katılıyor. Yaş ya da başka sınırlama yok, isteyen katılabiliyor. Sadece atölyeleri kurarken seviyeleri yakın kadınları bir araya getirmeye çalışıyoruz. Dil bilgisine hakim biriyle olmayan birisini yan yana getirmek birilerinin cesaretini kırabiliyor. Ama okuma toplantılarında böyle bir ayrım yapmıyoruz.
 
Kadınların edebiyattaki görünürlüğü ve değişimine dair neler söylemek istersiniz?
 
 
1980 döneminde, kadınlar ilk defa politik ürünler vermeye başladı. Ama onlarda da feminist bakış açısı yoktu. 80 darbesinden sonra dünyada feminist mücadele yükselince Türkiye’de kadınların yazdığı konular değişti. Bununla beraber yayınevlerinin kadınlara bakışı da değişti.  
 
Türkiye üzerinden konuşursak, Tanzimat Dönemi’nde kadınlar kendi adıyla yazamıyordu. Ya bir takma ad kullanıyorlar ya da bir erkeğin adıyla kitap yayınlıyorlardı. Kitaplarını bastırmak içinde birçok bürokratik engeli aşmaları gerekiyordu. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, kadın yazar sayısı biraz arttı ancak bu kadınlarda yazarken sistem içerisinden yazmak zorundaydı. Yazar niteliği aristokrat bir sınıfın kadınları için vardı. 1980 dönemine geldiğimizde, kadınlar ilk defa politik ürünler vermeye başladı. Ama onlar da feminist bakış açısı değil de ataerkil ideoloji kodlarıyla yazıyorlardı. 80 darbesinden sonra dünyada feminist mücadele yükselince Türkiye’de de kadınların yazdığı konuların değiştiğini görüyoruz. Yayınevlerinin kadınlara bakışı da değişmiş oldu. Artık edebiyat dergileri, içerisinde feminist sözcüğü geçen yazılar için ‘bunu yayınlamayacağım’ diyemiyor. Yakın döneme kadar erkeklerin yazılarında kadının regl olması ya da kadının doğum yapması anlatılmazdı. Bunlar yazıya yeni geçmiştir. Türkiye'deki ekonomik farklılıklar, kirli savaşla artık edebiyatımıza girmeye başladı. Bir kadın yakılan bir köyü anlatabiliyor ama o güne kadar bu tür şeyler yoktu. Bunların hepsi kadının yazma cesareti ile alakalı şeyler. 
 
Büyük bir atılımın olduğunu söyleyebilirim. Kadın öykü ve romancı sayısı çok fazla. Ama şöyle bir kısır döngümüz var; ne anlatıyoruz? Herkes tecavüzü, ensesti ya da şiddetin değişik biçimlerini anlatıyor fakat çözüm yok. Ya da öyküde bunların çözümü nasıl verilmeli? Öyküyü okuyan insanın kafasında nasıl fikir oluşacak. Buna önem veriyorum. Mücadele azmi olacak mı? Kadını isyan etmeye zorlayacak mıyız? Birisi bir kadın öyküsü okuduğu zaman kendi hayatında neleri değiştirmek isteyecek? Asıl bunlara odaklanmamız gerekir. Bunlar çok önemli. 
 
Yazma cesareti gösteren kadınların dönüşümü nasıl oluyor? 
 
Geçen bir telefon aldım. Atölyemize gelen bir kadın bir dosya hazırlayarak, 3 yayınevine göndermiş. Yani kadınların cesaretleri artıyor, artık ‘sizin dosyanız basılamaz’ lafına bile aldırmıyorlar. Yazdıklarını dergilere gönderiyorlar ya da günlük hayatında para biriktirerek, kendileri bastırmak istiyor. Atölyelerimizde ilk defa bir paragraf yazan kadınların, yazıyı okurken eli titriyor. Yazısını okumak bile onlar için devrim niteliğinde. Kendilerini çok mutlu hissediyorlar. ‘Sadece dinlemeye geldim diyen’ kadınlar daha sonra ‘Bizde atölyeye geleceğiz’ diyorlar. Gözlerinin parladığına şahit oluyoruz. Eğer kadınları güçlendirmek, bu sistemi değiştirmek istiyorsak onlara özgüven aşılamalıyız. Kendilerini iyi tanımaları lazım. Elimizden geldiği kadar onların eksik yönlerini tamamlamamız lazım. Kendimize ‘aydın’ diyorsak bu bizim görevimiz. 
 
Son olarak kadınların daha çok yazması için ne gibi çalışmalar yapılmalı?
 
 
Kaldırımları sürekli yenileyeceğimize atölyeler açalım. Edebiyat tıp değildir iyileştirmez, felsefe değildir düşünmeyi öğretmez. Ama aslında bunların hepsidir.
 
Tüm yerel yönetimler, partiler kadınlar için atölyeler düzenlemeli. Kaldırımları sürekli yenileyeceğimize böyle atölyeler açalım. İnsana yatırım yapmak lazım. İnsan yazdığı zaman yüzleşiyor. Aynada kendinizi görürsünüz ama iç dünyanızı aynada göremezsiniz. Yazmaya başlayınca bunlar ortaya çıkar. Edebiyat tıp değildir iyileştirmez, felsefe değildir düşünmeyi öğretmez. Ama aslında bunların hepsidir. Bir edebi eserin size vereceği katkılar bunların hepsinden çok daha fazladır."
 
MA / Semra Turan - Tolga Güney