Mizahi gerçekler: Böbreği Kim Yedi?

img
DİYARBAKIR - Kürtlerin yaşadıklarını mizahi bir dille ele alan yazar Özgür Amed’in yeni öykü kitabı “Böbreği Kim Yedi?” raflarda yerini aldı. İçinden geçilen yıkıcı süreçte bir nefes almak amacıyla kitabı yazdığını belirten Amed, “Mizah zor zamanlarda ayakta kalabilme stratejisidir” diyor. 
 
Yazar Özgür Amed’in, “Böbreği Kim Yedi” adlı yeni kitabı Lis Yayınları’ndan çıktı. 33 öyküden oluşan kitapta, öyküler birbirinden bağımsız şekilde kurgulanmış olsa da, Amed’in kurduğu anlatı içerisinde hepsi bir şekilde birbirine yaslı duruyor. Kitaptaki tüm öyküler, Kürtlerin yıllar içinde yaşadığı gerçek hikayelerden oluşuyor.  
 
İkinci öykü kitabını yayınlayan Özgür Amed’in “Böbreği Kim Yedi?” kitabının fikri, yine tutuklu kaldığı cezaevindeki arkadaşlarının önerisiyle ortaya çıkmış. Öykülerin bir kısmını demir parmaklıklar arkasında yazan Amed, tahliye edildikten sonra kitabın geriye kalan öykülerini yazdı. 
 
‘HİKAYELER BAHANEMDİR, DERDİM DEVLETİN ÇELİŞKİLERİ’
 
Öykülerini mizahi bir dille anlatan Amed, “Kürdün sosyolojik yaşamını merkeze alıp, karşısına iktidarı koyuyorum” diyor. Öykünün kahramanlarının, gücünü haklılığından alan boyun eğmeyen direnişçiler olduğunu belirten Amed, kitabında sık sık dolaylı anlatımlara başvurmasını da, “Hikayeler benim bahanemdir. Derdim devlet ve yöneticilerin çelişkilerini ortaya koymaktır” diye açıklıyor. Amed, öykülerinde, filozofların düşüncelerinden yola çıkarak bir ailenin renklerini, bireylerin iç dünyasındaki ruhsal çatışmaları ve çelişkileri başarıyla anlatıyor. Halk arasında bilinen deyimler ve Diyarbakır şivesinden faydalanan Amed’in yazdığı öykü konuları, “Cezaevi, tutuklular, günlük yaşam çatışmaları, devletin absürd uygulamaları, keyfi yasaklar, hukuksuzluk, asimilasyon, kültürel yozlaşma, aile, yüzleşme, öze dönme” gibi temalardan oluşuyor. 
 
‘ABSÜRD KONULAR MİZAH İLE ANLATILIR’
 
Kürt yazarlar içerisinde farklı ve denenmemiş tarzda yazan Amed, konuları, olayları, kişileri, yer ve mekanlarıyla öykünün geçtiği yerin varlığını hissettiriyor. Cezaevi ve tutuklularla kurduğu ilişkiler deneyimli olan yazar, yaşamından bazı izlenimleri çeşitli öykülerine yansıtıyor. Olaylar, Kürtlerin siyasal mücadelesinde yaşanan gündelik sorunlara dayanırken, yazar, Hz. Musa ile başladığı öyküsünü Heval Sinan’a bağlıyor. Bağlar’da eskimo satan Fero’nun hikayesini Darwin’in teorisi ile açıklayarak Türkiye’nin dış politikasındaki tutarsızlıklarını gözler önüne sermeyi amaçlıyor. Yazar, gözaltına alındığında “Niye okuyorsun lan” diyen polisin eğitim ile arasındaki uçuruma dikkat çekiyor.
 
Cezaevinde “Sen qafayı yiyecaksın, sana günahım geli” diyerek kendisini motive eden koğuş arkadaşının samimiyetindeki sıcaklığıyla yine cezaevi havalandırmasında bulunan otların gardiyanlar tarafından kesilmesini bir direniş öyküsüne dönüştürüyor. Amed, bir yandan cezaevinde ota sıkışan devleti mizahi bir dille yererken, bir yandan da çiğ köfteden suç delili üreten cumhuriyet savcısını anlamaya çalışıyor. 
 
“Mardin’de örgüt üyeliğiyle suçlanan Spinoza’nın (1632-1677) suçlamalardan yakasını kurtaramaması, kayıp böbreğini arayan Veysel arkadaşın, hastalıklara karşı koğuşta hazırladığı iddialı karışımların yol açtığı facia, hayatın tüm anlamını at yarışı kuponuna sığdıran Cesim amca, ısrarla sigara içtiğini inkar eden kardeşi” üzerinden devletin inkar politikasındaki absürtlükleri yansıtan Amed, gözaltına alındıktan sonra firar eden katırlarla röportaj yaparak, katırların masumiyetini ortaya koyuyor.   
 
‘ACINMAK YERİNE DİRENİŞ ANLATILMALI’
 
Amed, içinden geçilen yıkıcı süreçte bir nefes almak amacıyla kitabı yazdığını söylüyor. Her şeyi mizah penceresinden görebilen, yaşamın tüm zorluklarına neşeli üslubuyla karşı koyarak, “Bu benim direniş alanımdır” diyen Özgür Amed’in öykülerini eleştirenler de var. Buna karşın Amed, “Bitmek tükenmek bilmeyen baskılar karşısında derdimi mizahla anlatabilirim” diyor. 
 
Mizahın canlılık katan, uyarıcı bir etkisinin olduğunu kaydeden Amed, her şeyin aşırı bir şekilde siyasalın kıyısına çekildiğini belirtiyor. Amed, mağduriyet dilini tercih etmemesindeki nedenleri şöyle anlatıyor: “Yazdığım olayların özünün trajik olduğunun farkındayım. Günlük iletişimlerimizi dramatize ederek anlatırız. Ben haklıyım. Haklı olduğum için kendimi mağdur olarak görmek istemiyorum. Kürdün her gün onlarca mağduriyeti yazılıyor. Mağduriyet dili bize acınmaya neden oluyor. Stefan Zweig’in bu konuda güzel tespitleri var: ‘Acıma insanın kendisini o olaydan sıyırmasıdır.’ Acının bir yönü de şudur: Acıyan insan çare bulmak ile ilgilenmez. Acınma, acizliktir, zayıflıktır. Bunun yerine direniş anlatılmalı. Kürtlüğümü seviyorum ve Kürtlüğümle yüzleşmek için kendimle dalga geçiyorum ve ben böyle iyileşiyorum. Mağduriyet ters yüz edildiğinde umut doğar.”
 
‘İKTİDARI GÜLÜNÇLEŞTİRMEK TEKÇİLİĞİ SEKTEYE UĞRATIR’
 
Kötülüğü önlemenin yolunun, onu açığa çıkarmaktan geçtiğini dile getiren Amed, “Doğası gereği mizah eylemi bir uyumsuzluk yaratır. İktidar yapısındaki tekçiliği sekteye uğratır. Özgür ve eleştirel düşüncenin gereğini yerine getiren mizah, despotların, diktatörlerin korkulu rüyasıdır.  Çünkü mizah iktidarın yoğun baskılarını ters yüz eder. Toplumsal yaraları görünür kılmayı, neşter atmayı amaçlayan mizah resmi kültürün yaygınlaştırdığı karşısında sıradan insanın direniş alanıdır. Özgürlük umutlarını besler. Mizaha başvurarak devletin sahte korkusunun bana musallat olmasını engellerim. Evirip çevirirken söylediğim şey işte sen busun. 
 
DOKUNULMAZI BUHARLAŞTIRIR
 
Bizleri rahatsız edenleri, rahatsız edici bir uğraştır mizah. Zor zamanlarda ayakta kalabilme stratejisidir. Resmi ideolojinin pompaladığı egemen değerler, ideolojiler mizah sayesinde sarsılır. Önemsizleşir. Değişmez, dokunulmaz, sorgulanmaz olarak kabul edilen yerleşik değer ve katılıklar, mizah eylemi ile buharlaştırılır. Egemen değerleri itibarsızlaştırırken, baskıyı ters yüz edip, korkuyu azaltırken bir şeylerin değişmesi gerektiği duygu ve düşüncesini güçlendirir. Değişim küçük şeylerden başlar” diyor. 
 
‘KARİKATÜR DERGİSİNİN OLMAMASI ELEŞTİRİLMELİ’
 
Komiklik ve mizahın birbirine yakın durduğu ancak birbirlerinden çok uzak olduklarını söyleyen Amed, şunları dile getiriyor: “Ben komiklik yapmıyorum. Mizah trajediden, hüzünden beslenir, kaynağı acılardır. Kişide oluşan bir takım anlama ve kavrama değişiklikleridir. Baskıların en yoğun olduğu 90’lı yıllarda Kürtler, Tewlo Karikatür Dergisi’ni çıkarmaya başlıyor. Ardından 99 yılında Pine çıkarılıyor. Neden çünkü mizahın rehabilite yönü var. Tewlo ve Pine karikatür dergileri hayatı biraz katlanabilir kılıyordu. Biraz kendimizle dalga geçersek rahatlarız. Bugün karikatür dergimizin olmaması ciddi bir eleştiri konusudur.” 
 
MA / Lezgin Akdeniz