Şair Loran: 90 şiiri Kürtlerin varlığını, bugünkü şiir ise katliamları ispatlıyor

img

DİYARBAKIR - 2000’li yılların ve öncesi Kürtçe’nin modern Kurmanci şiirini değerlendiren şair Elîxan Loran, 90’lı yılların şiiri Kürtlerin varlığını ispat etmeye, bugünkü şiir ise Roboski, Cizre bodrumlarını, Taybet Ana’yı, ölümleri, katliamları ispatlamaya çalıştığını belirtti. 

Şair Elîxan Loran’ın “Dînozor” isimli ikinci şiir kitabı Lis Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Loran ile hem ikinci kitabı, hem de 2000 yılı sonrası Modern Kurmanci şiiri üzerine konuştuk. 
 
2000’den bu yana Kurmanci şiirinin içinde bulunduğu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Ya da bu şiiri nasıl tasvir edersin? 
 
2000 ve sonrasını ele almadan önce, kısaca 2000 öncesi şiirin durumuna bakmakta fayda var. Matematiksel, sayısal olarak modern dediğimiz şiirin ilk numuneleri 2000’li yıllarda çıkmaya başladı. Örneğin; Rênas Jiyan’ın “Janya”sı, Arjen Arî’nin “Ev Çiya Rûspî Ne”si, Îrfan Amîda’nın “Dîmenên Derizî”si gibi. 2000 öncesi Kürtçenin modern Kurmanci şiiri sadece dergilerde yer almaktaydı. Fakat 2000’den bu yana artık kitap şeklinde, dosya şeklinde öne çıkmaya başladı. 2000 öncesi şiire, yani 80’li, 90’lı yılların şiirine baktığımızda sloganik bir şiir. Dergilerde yer alan şiir, o dönemin konjonktürüne uygundu. Bir söz var; “İktidar sizi nereden yaralarsa orası sizin kimliğiniz olur.” Aslında 2000 öncesi şiiri biraz da böyleydi. Ama 2000 ve sonrası şiiri artık politik bir düzeye ulaşmış durumda.  
 
Peki, bunun şiirdeki etkisi ve dışavurumu nasıl ve hangi düzeyde kendini göstermekte? 
 
Mesela 2000’den itibaren bölgede belediyeler Kürtlerin eline geçti (Her ne kadar şuan kayyumlarla el konulmuşsa da…). Yani politik olarak bazı şeyler elde edildi. Politik açıdan durum böyle olunca, ister istemez şiir de döneme göre bir görev üstlenmekte. Kanaatimce şiir politik olmalı. 2000’den itibaren Bakur’da (Kuzey) Kürtlerin belediyeleri, kurum ve kuruluşları oldu. Bunlarla birlikte edebi, sanatsal festivaller gerçekleşmeye başladı ve bu durum şiirde birazda 90’lı yılların şiirsel söylemini ispatlamaya çalıştı. Ve 2000’den itibaren artık şiirin yönünü daha çok ayrıntılara verdiği görülmekte. Yani bir tablodan ziyade, artık yönünü daha küçük bir şeye vermekte. Söylemini, muhtevasını daha çok o şey üzerine inşa etmekte. Bugün somut ve pratiksel olarak şiire baktığımızda, sert bir tepki inşa ettiğini görüyoruz. Çünkü 90’lı yılların şiiri Kürtlerin varlığını ispat etmeye çalışıyordu, ama şuan Roboski, Cizre bodrumlarını, Taybet Ana’yı, ölülerimizi, katliamları ispatlamaya çalışıyoruz.  
 
Bu durum çokça tartışılıp konuşuluyor; Kürtçe modern şiiri üstüne düşen misyonu yerine getirememekte ve tıkanmış durumda. Bunu nasıl değerlendiriyorsun? 
 
Bu tespit hoşuma gidiyor.
 
Neden?
 
Eğer bir şey tıkanmışsa, demek doğal olarak bir şey o şeyi önünden kaldıracaktır ve indifa edecek, püskürtecektir. Ya da hepimiz onun o tıkanmanın altında kalacağız. Netice itibariyle ikisi de çözümdür. 
 
Yani tıkanmışlık iyidir diyorsun? 
 
 Kürtçe modern şiir eğer tıkanmışsa potansiyel bir güce dönüşecek. Çünkü akan bir kanalet göle dönüşmez. Ama önü tıkanmışsa o su birikecek ve ictimaya dönüşecektir. 
 
Evet. Mesela, yavaş yavaş akan bir kanalet, göle dönüşmeyecektir, havuza dönüşmeyecek, hiçbir şeye dönüşmez. Sadece karın tokluğuna akacaktır. Ama o kanaletin önü kapatıldığında, o su birikecektir, içtimaya dönüşecektir. Yani potansiyel bir güce dönüşecek. Bu doğal olaraktan bu şekilde oluşmakta. Bir şeyler tıkandığı vakit, kısa bir süre sonra o tıkanmışlık patlayıverir. Yani Kurmanci şiirinin tıkandığını söylemiyorum ama 90’lı ve 2000’li yılların şiiri birbirinden farklı. Ve bu süreç halen devam etmekte, akmakta. 
 
Peki 2000 şiiri oluğunu bulmuş mudur? 
 
Bana göre oluğunu bulmuş. Ama evre ve konak meselesi tam olarak anlaşılmamakta, çünkü halen içindeyiz ve yaşıyoruz. Tam anlamıyla daha damıtılma, süzme olayı gerçekleşmemiş, ama olacak. Dediğim gibi bu bir süreç ve halen devam etmekte. Belki bir süre sonra şu anki zamanı değerlendirebiliriz. 
 
Peki genel bir bakış açısıyla 2000 ve sonrası Kurmanci şiirine bakıldığında, topallayan ve aksayan yönleri var mıdır? Buna dair tespitlerin, eleştirilerin nelerdir? 
 
Genel şeylerden biraz bahsedeyim. 2000 ve sonrası şiirine baktığımızda, genel itibariyle iki eleştiri ön plana çıkmakta. Birincisi; “acının kutsallaştırılması”. Çünkü acının kutsallaştırılması sözcüğü bir yerlere götürmeyecektir. Tam tersi, daha çok arabeskleştirecektir. Acı çektiği vakit insanın sözcükleri azalmakta. Yani kin ve öfkeleri çok fazla, ama kelimeleri azalmakta, söylem azalmakta. Sadece kalıp içerisinde oluşmakta. Yani insan acıyı, aşkı, kırılmayı fazla kutsallaştırdığı vakit, sözcük ve söylem azalmakta. Tamam, söylem için iyi bir tepki var; ama netice itibariyle şöyle bir durum ortaya çıkmakta; sanki insan ellerini bağlamış  da ve bir süre sonra o eski gücüne ulaşamama durumu söz konusu. 
 
İkinicisi; sözcüğü evirip çevirdiğimizde sanki modern şeyler oluşuyor durumu var. Belki bende de böyle bir şey var. Çünkü eninde sonunda şiir bir tepki, bir reaksiyon olarak ortaya çıkmakta. Dilin, sözcüğün, kültürün yasaklanmışsa eğer, o vakit daha yoğun, daha sıkı bir söylem ile mitosi bir şey yaratmak istiyorsun. Bu durum hepimizde vardır. Yani bazen haddinden fazla sözcüğü germe ve sıkma durumu söz konusu. Bu genel itibariyle şairliğimizin psikolojisidir. Hepimizde vardır. Çünkü sözcüklerimiz yasaklanmıştır, biz de bu intikam ve öç alma ile daha çok sözcük sarf edip, uzun uzun tamlamalar oluşturuyoruz. Kendi adıma söyleyeyim, artık daha sade olan bir şeyi arıyorum. Yani bir cümlede beş kelimeyi birbirine bağlamaya gerek yok. 
 
2000 öncesi Kurmanci şiiri dönemin yaşanmışlıklarını, olaylarını konu ediniyor. Yani şiir ve şair döneminin tanıklığıyla hareket etmiş. Peki şimdiki şiir ve şair bunu yapabiliyor mu? 
 
 Eskiden 10 yılda bir savaşta gerçekleşenler, Kobanê savaşında 10 ayda gerçekleşti. Bu dönemde çoğu zaman sözcük, sanat kendi çağının hızına yetişemiyor. Şayet sanat 10 olayı, yaşanmışlığı konu edinirse, 11 konu boşta kalıyor.
 
O yıllarda, örneğin 30’lu, 40’lı, 50’li yıllarda sadece tek bir savaş vardı, sadece bir yer vardı. Ama şuan zaman çok hızlı akmakta. Kurdistan’da, her dört parçada zaman çabuk akmakta. Dönemden bahsedildiğinde şair sadece köyünden ve ilçesinden ve parçasından bahsetmemekte. Şayet diğer parçalarda bir başkaldırı, isyan, olay olmuşsa şair onu da söylemek, anlatmak isterdi. Ama şuan zaman çok hızlı aktığından biz kendimiz dahi ona yetişemiyoruz ve hangi sokağını tutacağımızı bilmiyoruz. Örneğin çağımızın en yakın olayı, direnişiyle, acısıyla Kobanê’ydi. Bu direnişte tüm Kürtler bir araya geldi ve son evleri dahi tek tek sayıyorduk; bu sokak tamam, bu cadde tamam… Yani eskiden 10 yılda bir savaşta gerçekleşenler, bu savaşta 10 ayda gerçekleşti. Bu dönemde çoğu zaman sözcük, sanat kendi çağının hızına yetişemiyor. Şayet sanat 10 olayı, yaşanmışlığı konu edinirse, 11 konu boşta kalıyor. 
 
Takip ettiğin kadarıyla Kürtçe şiir bir umut vadediyor mu? Rağbet var mı? 
 
Bana göre şiire olan rağbet azalmış. Belki birkaç neden söyleyebilirim, ama halen yazdığımdan dolayı tam anlamıyla niçin şiire olan rağbetin azaldığını idrak edemeyeceğim. Ama genel itibariyle şunu söyleyebilirim, bu da dönemle ilintili. Bugün artık insanlar pek bir film izlemeye gitmiyor, sadece bir video izlemekle yetiniyorlar. Artık insanlar doğru dürüst bir kitap okumuyorlar, interneti açıp bir aforizma ile yetiniyorlar. Durum böyle olunca, artık kimse pek şiir okumuyor. Sanatın amacı insanlara ulaşmak, ama bugün insanlara ulaşmak için bir sürü farklı yol var; sosyal medya, blog, site… Bir şeyler yazıldığında direkt inşalara ulaşmakta. Durum böyle olunca ister istemez insanlar bir şiir kitabını eline alıp okumaz. Sadece buna gönül verenler bunu yapar. 
 
Biraz da senden ve şiirinden konuşalım. Senin için şiir ne anlam ifade ediyor? Şiire “duygu” olarak mı bakıyorsun yoksa? 
 
Benim için şiir, duygudan öte fikirdir. Her şeyden önce bir fikir olarak bana gelmekte. Onun fikri, onun adı bana bir çok şey yazdırtıyor. O fikir bir kelimede olabilir; ama benim için maya oluyor. Artık o maya sayesinde sözümü derinleştiriyorum. Örneğin, “Dinozor” kelimesi, bana bu kitabı yazdırttı. 
 
Peki hangi atmosferde, ortamda yazıyorsun? 
 
Yazdığım vakit, her şeyi unutmak istiyorum. Bir müzik eşliğinde yazdığımı hatırlamıyorum. Çünkü yazma sürecinde bir müziğin, bir sesin etkisinde kalmak istemem. Yazdığımda sinema, edebiyat, sanata dair hiçbir eseri, çalışmayı hatırlamak istemiyorum. Hatta yazdığım vakit o ana kadar yazdıklarımın hiçbirini dahi hatırlamak istemem. Her şeyi üstümden atmak istiyorum. O vakit belki sözümü söyleyebilirim. Sözümün bir kıymeti olacak mı olmayacak mı bilmiyorum, o farklı bir durum. Ama hüznün, mutluluğun, huzurun, hakikatin nüvesine, kakülüne ulaşmak için insanın her şeyi unutması gerekir. 
 
İkinici kitabın “Dînozor” çıktı. Şiir için dikkat çekici bir isim. Ama okuyucu kitapta hiçbir şekilde “Dînozor” isimli bir şiire ve “Dînozor” kelimesine rastlamıyor. Niçin “Dînozor”? 
 
 Dînozorluğun temeli insandır. Elimden geldiğince bu insanın tüm kimliklerini kaybetmek istedim. Mesela siyahi bir insan mı? Belli değil. Kürt mü? Belli değil. Gerdunî (evrensel) bir şey yazmak istedim. Ama ister istemez yeterince Kürtlük kodları da var.
 
Yazılan her eser, her şiir ister istemez kendinden önceki eserlerin bir refleksidir. Böyle bir rol ve misyonu vardır. Çünkü şuan yazdığın şey eğer önceden yazılmışsa veya söylenmişse onu yazmanın bir anlamı yok. “Dînozor” meselesi de biraz böyleydi. “Dînozor” dediğimde gerçekten dinozorluğun temeli insandır. Elimden geldiğince bu insanın tüm kimliklerini kaybetmek istedim. Mesela siyahi bir insan mı? Belli değil. Kürt mü? Belli değil. Gerdunî (evrensel) bir şey yazmak istedim. Ama ister istemez yeterince Kürtlük kodları da var. “Dînozor”daki tüm şeyler herkesin başına gelebilir; Kürt, Arap, Çinli, İspanyol, yaşı, kendisi ne olursa olsun fark etmez… 
 
İlk kitabın “Defter”de de ikinci kitabın “Dînozor”da da birçok tanımlama ile karşılaşıyor okuyucu. Örneğin;  “Dil Qabilê dil e… Li ber depa temen toza kilspiyên heliyayî, li ser bîranînan çîkkirineke fisgenî ye…” Öte yandan şiirin bazı unsurlarını gramerin literatürü ile anlatıyorsun. Neden? 
 
O tanımlama, insanın ömrünün sonuna kadar devam edecek bir muska değil elbet. Örneğin; “Dil Qabilê dil e” (Kalp kalbin Kabili’dir) demişiz. Bu “kalp” o şiirin konseptinde, o şiirin atmosferinde “Dil Qabilê dil e”. İnsan gerçeğe ulaştığında veya aniden gerçek ortaya çıktığında, belki de öyle bir şeydir. Gramerin literatür meselesine gelelim. Adım Elîxan, ama adımın yerine “ben” de diyebilirim. Bana “sen” de diyebilirsin, bunun adı zamirdir. Şunu söylemek istiyorum, gramer de zamir ne isa, şiir de tüm hayal, rüya, yaşam ve olayların zamiridir. Ya da Kürtçe’de şimdiki zaman ve geniş zaman fiilleri aynı şekilde çekimleniyor. Bununla da şu ortaya çıkmakta; “her zaman şimdiki zaman olabilir, şimdi de her zaman.” Çoğu vakit bu tür şeylerin anlaşılma heyecanı oluşuyor bende, ama bu iki şey bende büyük bir heyecana sebep oluyorlar.
 
Sohbeti bitirmeden önce, “Dînozor”da dikkatimi çeken bir şey var. Cevaplamanı isterim. Anonim, dengbêjî bir stil olarak bir şiirin finali sonraki şiirin başlangıcı oluyor. Yani bir nevi “potpori” gibi. Bu tarzla neyi anlatmak istiyorsun? 
 
Birkaç şiiri bu şekilde yazdım, ama bir süre sonra sanki bir şeyleri sınırlandırıyorum hissi oluştu bende. Bundan dolayı diğer şiirlerde sözcük yerine temaların birbirini tamamlamasını istedim. Yani biçimin, formun birbirine benzemesi yerine temaların birbirini tamamlamasını istedim. 
 
MA / Rêdûr Dîjle