DİYARBAKIR – TÜYAP Kitap Fuarı'nın “Onur Konuğu” yazar Mıgırdiç Margosyan, memleketinde mutluluğu, hüznü ve yabancılaşma hissini aynı anda yaşadığını ifade ederek, kadimliği giden Diyarbakır’da yozlaşmayı gördüğünü söyledi.
Bu yıl 6'ncısı düzenlenen Diyarbakır Kitap Fuarı'nın “Onur Konuğu” Mıgırdiç Margosyan, doğduğu kente son gelişinde mutluluğu, hüznü ve yabancılaşma hissini aynı anda yaşadığını söyledi. Eserleriyle Diyarbakır’ı anlatan ve kent hafızasının edebiyattaki önemli taşıyıcılarından biri olan Margosyan, Diyarbakır’da kültürel yozlaşma başladığı uyarısında bulundu. “Diyarbakır kaldı, kadimliği gitti” diyen Margosyan gidenlerin arkalarında bıraktığı kültürel mirasa sahip çıkılması gerektiğini dile getirdi.
‘ADAM OLMAK İÇİN DİLİMİN GÖÇEBESİ OLDUM’
Diyarbakırlı olduğunu söylediğinde insanların şaşırdığını ve şaşkınlık tepkisi içine girdiğini söyleyen Margosyan, “Diyarbekirliyem, Amedliyem, Xançepekliyem, Heredanliyem, ama bir yeri sorarlarsa Gavur Mahallesi’denim diyorum.” Margosyan, hayatındaki dönüm noktası anadili için babası tarafından alınan bir karardan sonra başladığını söylüyor. Margosyan, şunları dile getirdi;"Sur’un kerpiç damlı bir evinde Kure Mama tarafından göbek bağım kesildi. Bizim evde dört dil konuşulurdu. Kürtçe, Zazaca, Türkçe ve Ermenice. Babamın doğduğu Heredan, Zazaların köyüydü. Gavur babam namı aslı Dişçi Ali anadilini konuşabiliyordu. Ancak okuma yazması yoktu. Okuyup yazamadığı dili öğrenmem için biletimi İstanbul’a kesti ve hiç olmaza anadilini öğreterek kendince tarihle hesaplaşıyordu. ‘Git oğlum oku, büyük adam ol’ derdi. Babama göre anadilini öğrenmek adam olmanın birinci şartıydı. İşte bu karardan sonra şuan ki Sülüklü Han’ın hemen girişindeki dükkandan demirci dayımın yanında başladığım kürek çekme mesleğimi bıraktım. Ve adam olmak için öz dilimin göçebesi oldum. Diyarbakır’dan İstanbul’a hareket eden trenin hedefini bilmeyen yolcularıydık. Anlattıklarım yolculuk öncesi yaşadığım Diyarbakır’ı süslemeden püslemeden hatıralarımdır. ”
‘DİYARBAKIR KALDI KADİMLİĞİ GİTTİ’
Diyarbakır’ın kadimliğini yitirdiğini söyleyen Margosyan, “Bizim için Diyarbakır Sur’du. Çünkü her şey Sur’daydı. İşte bu Diyarbakır fiziki olarak çok şey kaybetti. Anlattığım Diyarbakır’dan eser yok. O kültür yok. Diyarbakır’ı kadim yapan 50’li yıllarda birçok etnik grubun bir arada olmasıydı. Kimdi bu kadim halklar Dacikler, Museviler, Kızılbaşlar, Yezidiler, Ermeniler, Kürtler, Keldaniler, Suryaniler, Asurilerdi. Ne oldu bunlara? Dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. Bundan dolayı Diyarbakır kaldı kadimliği gitti diyorum. Yine de arkalarında bıraktıkları bu kültürel zenginliğe sahip çıkmamız gerekir” ifadelerini kullandı.
‘MAALESEF KÜLTÜREL YOZLAŞMA GÖRÜYORUM’
Diyarbakır’da başlayan bir yozlaşmayı gördüğüne dikkat çeken Margosyan, “Sur dışında Diyarbakır benim için bir şey ifade etmiyor. Diyarbakır resmen rantın gazabına uğramış. 20 katlı binalar, siteler, villalar yapılmış, ancak Diyarbakır’ın yaşamı yok. Diyarbakır kültüründe kişi evinden çıkınca vardığı yere kadar en az 8-10 kişi ile selamlaşır, konuşurdu. Benim bıraktığım, anlattığım Diyarbakır ile hiç ilgisi yok. Maalesef Diyarbakır’da bir yozlaşma görüyorum. Diyarbakır’da bir kültürel yozlaşma başlamış. Yozlaşma artıkça bu şehir has olan özelliklerini kaybetmek ve savunmasız bir duruma düşmekte. Bu sürecin ileriki boyutu, kültürel çözülme, yabancılaşma ve var olan kültürün hakim özelliklerini tamamen ortadan kaybolması olacaktır. Bundan dolayı Diyarbakır benim için bir şey ifade etmiyor diyorum. Bir toplumu ayakta tutan değerlere uyum sağlayamadığı zaman özünden uzaklaşır” dedi.
‘BİR GÜN BU TAŞLAR KONUŞURSA’
Sur'da sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan çatışmalar ve sonrasında başlatılan yıkım ile Gavur Mahallesi'nin de yok olduğunu ve taş üstünde taşın kalmadığı mahallesi için Margosyan, “Gavuru gitti, mahallesi kaldı, diyordum. Şimdi mahallesi de kalmadı sadece kitaplarda ismi kaldı. Daha önce yazdığım bir şeyi söyleyeyim. Taşların dilinden anlamam ama eğer bir gün bu taşlar konuşursa, evet bir gün şayet bu taşlar dile gelip haykırırsa, insanların neden birbirleriyle kardeş ve dostça yaşamadıklarının hesabını bize soracaklar. Evet bu taş kalpli taşlardan bir gün insanlar çok şey öğrenecekler” şeklinde konuştu.
‘ZİMANÊ ZİKMAKÎ’DEN DAHA İYİ BİR TANIM GÖRMEDİM’
Bir dilin önündeki en büyük engelin öğrenmemek olduğunu ifade eden Margosyan şöyle devam etti: “Bugüne kadar anadil hakkında en güzel tanımı Kürtler yapmış. 'Zimanê Zikmakî' derler. Bundan daha güzel bir tanım görmedim. Anadil ne zaman öğrenilir, doğarsınız, yavaş yavaş öğrenirsiniz. Oysa Kürtler bu konuda dili öncelemiş, demiş ki ana karnındaki dil. Yani 'Zimanê Zikmakî'. Öz dilini bilmeyen insan yabancıdır kendisine, diğerlerine. Rüyasında ana dilinde rüya görmüyorsa rüyasında da yabancıdır. Yabancının huzurlusu hiçbir yerde görülmedi."
MA / Lezgin Akdeniz